Cehlin Bu Mertebesi

63

“Cehlin bu mertebesi sehl olmaz!” demişler. Yâni insanın bu kadar câhil, bilmez olması kolay değildir. İnsan, içinde veya başında bulunduğu şeylerden bu derece gâfil, bilgisiz ve habersiz olamaz.

Demek ki işin içinde bilmezlik değil, bilmez görünmek yatıyor. Buna eskiler, “Tecâhül – i âriften gelmek!” derler. Bildiği hâlde bilmez görüntüsü verir. Bilir fakat bilmiyormuş gibi davranır.

Ki bu duruşu almak, bu vaziyeti takınmak kolay değildir. Bunun için hazırlık gerekir. Hattâ, bu görünüş için deneyler bile yapmak îcabeder.

Bu söz şöyle de söylenir: “Sehlin bu mertebesi cehl olmaz!” Yâni bir şeyi bu kadar kolay yapmak; cehlin, cehâletin işi olamaz! Bilgisiz olarak bir işin kolayca üstesinden gelmek olacak şey değil. Ancak işin husûsiyetini bilenler onu kolayca başarır, sonuçlandırır, netîceye ulaştırabilir.

Bütün bu açıklamaları niye yaptım derseniz? Hemen belirteyim: Hani şu hepimizin, her gün üstünde durduğu, duymayan kalmadığı AB mes’elesi var ya? İşte o mes’eleyi tahlîl ve analiz etmek istedim.  O konuyu kavramaya basamak olsun diye böyle bir girişte bulundum.

Böyle bir bakış açısını öncelikle ve özellikle nazara verdim. Bunu uygun ve yerinde gördüm.

X

Kuzum nedir Allah aşkına bu AB tutkusu?

Sarmış hükûmet erkânını bir AB korkusu!

 

“Zorla güzellik olmaz!” Bilmiyorlar mı bu beyler?

AB’ye bindiğini sanıp heyledikçe heyler!

 

Adamlar daha nasıl desinler ki bu apaçık gerçeği?

Koparamazsın diyorlar uğraşma boşuna bu çiçeği!

 

Dolaylı yoldan diyorlar alamayız asla içimize!

Diyorlar Türkiye gibi dev bir ülke bizim neyimize?

 

Aslında bu tavırlar emîn olun bizim iyiliğimize

Allah şaşırttı  onları, yoksa dış politika hak getire

 

Müjdeler var müjdeler, çünkü bu milletin geleceği parlak

Zira bu milletin tarihinde yok kara; yüzü oldu hep ak

 

Ecdâdın İndallah /Allah katında var, ne muazzam nâzı

Onların, kanat geriyor üstümüze, hayırlı niyâzı

 

İlerde yüklenecek, İlahî bir misyonu var bu milletin

Sonu gelecek inşallah, millete musallat olan illetin

 

İşte, istikbâldeki, muhteşem sonucun yüzü suyu hürmetine

Nefes alıyorsa bugün millet, borçlu bunu, Atalar Himmetine

X

2085

Başta kalmak için, ihtiyâç duyuluyor dış icâzete

Böyle haberlerle dolup dolup taşıyor nice gazete

 

Oysa eskiler ne güzel demişler: “El’den gelen olmaz öğün!”

İşin yoksa, durma artık, istediğin kadar boşuna döğün!

 

Dışarıya bel bağlıyan, kalır sonunda yolda, yapayalnız!

Alınca isteklerini, derler niye kapıyı çalarsınız?

 

Bırakın artık, tükenmiş Avrupa’dan; olmayan hakkı dilenmeyi!

Bulursunuz onlardan, başka değil, ancak yaptıkları ilenmeyi!

 

Kendi insanından kaçıp, sığınmak, hak aramak için Batıya

Yağmurdan kaçarken, doluya tutulmak derler, kuzum işte buna

 

Her başvuruda alıyoruz yine, boynumuzun ölçüsünü

Batı neler sarmadı ki başımıza kardeş, unuttuk dünü!

 

Batı resmiyeti ister mi hiç, Türkün yüzü gülsün?

Sen onun nazarında arkadaş, ancak yaşayan bir ölüsün!

 

İktidârlar ne yapıp edip, barışık olmalı Ordusu’yla,

Başka Ordu yok, kabul etmeli onu, yaşıyla kurusuyla.

X

Ordu, Fatih’in Ordusu’nun devamıdır, iyi biline!

Herkes dikkat etsin, hem salıvermesin geleni, diline

 

Milletin, doğal bir uzantısı olan Ordu Mensupları

Sırasında çıkarır içinden, nice Mânâ Kutupları

 

Ele güne karşı, barışık olalım birbirimizle

Dışa karşı maskara olmıyalım, kendi dirimizle

 

Bugün olmazsa yarın, biter elbette barış için hergün ördüğüm

Yeter ki attırmıyalım aramıza, yabancı eliyle kördüğüm

X

Tanzîmattan beri  -kasıtsız olarak-  Millet ile Aydın’ın arası farkında olmadan açıldıkça açıldı! Bunda, Batı’yı gören Aydınların kendi ülkesinin fakr u zarûret içinde olmasının  şüphesiz  payı büyük.

Kısaca demek lazımsa, Batı; asliyetini kaybetmiş dînden uzaklaşmakla maddeten ilerleme kaydetti.

Biz ise ilerlemek şanından olan dîne karşı gevşeklik göstermekle geri kaldık.

Yâni Avrupa dîne lâkayt kalmakta ne kadar haklıysa; biz o kadar haksızdık.

Çünkü Batı dînden uzaklaşmakla kalkındı. Kendine geldi. Biz ise dînden uzak durmakla ancak geri kaldık.

Nitekim, mâzi; istikbâl ve geleceğin aynasıdır. Dün bizim başımızı yükselten dîn; yarın da yükseltmeğe muktedir. Yeter ki doğru dîne yapışalım. Dîne yakışan doğruluğu yaşıyalım.

Çünkü bizim yükselmemiz dîne yâni İslâma sarılmakla mümkün. Zîra en son Hakk Dîn olan İslâma mensûptuk. Hâlen de mensûb ve bağlıyız.

Avrupa’nın gelişmesi ise, dîni bir kenara bırakmakla kaabil olmuştu. Çünkü dînleri muharref olup tahrife uğramıştı. Yâni bozulmuştu. O zamanki bir kısım aydınımız  -bugün olduğu gibi-  işin bu yönünü bilmiyorlardı. İşin sâdece zâhirine bakarak hükmetmişlerdi!  Nitekim bugün de aynı tutum içindeler!

X

Gerçi günümüzde bu iki kitle arasındaki buzlar erimekte. Aydınlar Halk’a yaklaşmakta. Halk da Aydınları daha iyi anlamakta. Ama yine de onları birleştirecek biraz daha zamâna ihtiyâç var.

İşte aradaki bu boşluk, Cumhûriyet Devri’nde iktidâra sâhip olanları, dışarıda arayışlara itmekte, hâriçte destek arayışlarına yöneltmektedir!

İşte bugün kimi makaam ve mevkîde olanlar AB’ye cankurtaran simidi gibi yapışmakta! AİHM nev’inden kurumlardan medet ummaktadırlar!

Bu kayışın farkında olan AB, “Tavşana kaç Tazıya tut!” siyâseti gütmekte. İki tarafı da sömürmenin böylece yolunu bulmakta. Türkiye’de kör dövüşün sürmesine zemin hazırlamakta, olan da Türkiye ve Türk insanına olmaktadır.

X

Bu kör dövüş, bu fasit dâire ve bu kısır döngü ağından kurtulmanın tek bir yolu var:

Kendi insanımızla olan mes’elelerimizi kendi insanımızla çözmenin yoluna bakacağız.

Yurt mes’elelerini, yurt içinde halletmeye çalışacağız. “Kol kırılır yen içinde.” Hâriçten hak hukuk aramak; aile mahremiyetine nasıl aykırıysa; daha geniş bir âile / hâne sayılan yurt sorunlarının giderilmesini; dış ülkelerde aramaya kalkmak da, o nispette yanlıştır.

Velhâsıl millî mes’eleleri dışarıya taşırmamak, başkalarının insafına terketmemek asıldır.

X

Demek ki, ne cehlin bu mertebesi kolay. Ne de sehl / kolaylık bilgisizlikten kaynaklanıyor.

Önceki İçerikSistem Sancılı Veliler Kaygılı
Sonraki İçerikCehaletin Silah Sevdası
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.