Osmanlı İmparatorluğu çok dinli, çok dilli olmasına ve birden fazla etnisiteyi barındırmasına rağmen bir Türk devletiydi.
Fransız İhtilali ile Avrupa da başlayan milliyetçilik akımları farklı milletleri içinde barındıran Osmanlı İmparatorluğu’nu da etkilemiştir.
Osmanlı Devleti’nin tebaası olan bu milletler Osmanlıyı tarihe gömmek üzere plan yapanlar tarafından daima Osmanlı’nın aleyhine kullanılmıştır.
Bunu gören dönemin devlet idarecileri isyan eden grupları ya da eşrafın önde gelenlerini menfaat temin etmek suretiyle ödüllendirmiş ve onları bu yolla etkisizleştirmek istemiştir.
Örneğin yabancılara maşa olarak isyan eden kürt aşiretlerinin önde gelenleri İstanbul’a getirilmiş ve devlet memuriyetinde önemli görevlere atanmış, çocukları da tahsil için devlet tarafından Avrupa’ya yollanmıştır.
Avrupa’ya giden bu çocukların büyük bir bölümü bölücülüğün fikri yapısının temelini atmış ve Türk devletine düşmanlığını her platformda sürdürmeye devam etmiştir. Bunların yaşayan nesilleri de aynı yolda yürümektedir.
Osmanlı İmparatorluğu ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, devlet anlayışımız, kendini bir türlü Türk Milletine mensup görmeyenleri, menfaat birliği yaratarak kazanma politikasını, günümüzde de sürdürmektedir.
Yani devlet kendisini kürt, çerkez, gürcü, arnavut, boşnak gibi farklı sosyolojik gruplara mensup görenlerle gizli ermenicilik yapanları kazanmaya çalışmıştır ve halende kazanmaya çalışmaktadır.
İzlenen bu politika gerçekçi ve doğru bir politikadır. Ancak günümüzde beliren tabloya bakıldığında başarılı olunamadığı ve bu zümrelerce “Ne Mutlu Türküm Diyene” anlayışının benimsenmediği görülmektedir.
Bu politikayı devlet politikası haline getirenlerin geldiğimiz noktayı da önceden öngörmeleri ve tedbir almaları gerekirdi. Yoksa onlarında benim gibi sıradan bir vatandaş olmaktan başka bir farkı kalmaz. Ortada başarısızlığın olduğu bir gerçektir. Aksini iddia etmek Türk Milletini aldatmak olur.
Günümüzde bırakın kendisini Türk olarak kabul etmeyenlerin millet şuuruna bir türlü sahip olamayışlarını, bazı özbeöz Türk olanların kendini farklı hissetmeye başladığı bir süreci yaşıyoruz. Çünkü Türkler yeryüzünde asimilasyona en yatkın milletlerden biridir. Yani kolayca asimile olur. Bunun en büyük sebebi, diğer insan topluluklarına kendine aşırı güvenden dolayı korumasız yaklaşıyor olması ve tarih şuurunun sık sık inkitaya uğramasıdır.
Bu yüzden yaşadığımız zaman diliminde kürtleşen, arnavutlaşan, gürcüleşen hatta ifrada kaçarak ermenileşen Türklere sıkça rastlıyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun isyancıları taltif eden anlayışı bugün yine ülkeyi çatlatmama adına sürdürülmektedir. Ama görülen o dur ki bu sorunu çözmeye yetmeyecektir. Bu yöntem geçerliğini yitirmiştir ve Türk düşmanlarını tepemize çıkarmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Çocuk olsun yetişkin olsun devleti taşlayanlara onları kazanmak adına müsamaha göstermek, bölücübaşını İmralı ‘da beslemek, ermeniliğini gizleyenleri bürokraside görevlendirmek, bu gibi düşünüp hareket edenlerin eline ülke sermayesini tutuşturmak, siyasetin burçlarına bunları dikmek ve hülasa Türklüğü içine sindiremeyen gayrı Türk unsura devleti teslim etmek kimse kızmasın ama menfaat birliği yaratarak onları kazanmak sonucuna değil tarihte görüldüğü gibi bizi kaybetmek sonucuna götürür.
Bunlar olurken de gerçeklerden uzak tuttuğunuz, cahil bıraktığınız ve fakirleştirdiğiniz Türk Milletine haksızlık etmiş olursunuz.
Yazdıklarımız somut gerçeklerdir. İsterseniz adlandırırız. Onun için yazdıklarımızı sakın olaki bir komplo teorisi olarak değerlendirmeyiniz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna büyük katkıları olan Mahmut Esat Bozkurt günümüzde ırkçı ve ayrımcı olarak nitelendirilerek, onu adına verilen ödülün milyonlarca kürtü, lazı, çerkezi, boşnakı, ermeniyi, arnavutu, arabı ve romanı aşağılamak ve hakaret olduğu avukatlarca vurgulanıyor.
Yine Van’ın Özalp ilçesinin BDP’li Belediye Başkanı Murat Durmaz’ın kurtuluş törenlerinde asker geçerken tören alanını terketmesini nasıl yorumluyorsunuz?
İsterseniz buna barları denetleyen Marmaris Belediye Başkanı Ali Acar’ın uğradığı saldırıları ve silaha sarılışını da ekleyelim.
Bu insanların davranışlarının altında, devletin izlediği “çatlatmayan elastikiyet” politikasının izleri vardır. Görünen o dur ki bu politika derhal sona erdirilmeli ve milli devletin bekası için gereken tedbirler alınmalıdır.
Zaafa uğratılmış Türk Milleti ile kendini Türk görmeyenlerin işgaline uğramış ve geçmişin hesabını görmeye çalışan bir anlayışın kontrolündeki Türk devletinin kamuoyuna yansıyan görüntüsü, çoğunluğu tedirgin etmektedir.
Adalete duyulan güven, yapılan tutuklamalar, serbest kalmalar ve yeniden tutuklamalar nedeniyle zayıflamakta, Anayasa değişiklik tasarıları endişe ile izlenmektedir. Aklımıza takılan ise tarihte Türk adı ile kurulan iki devletten biri olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin sonunun gelip gelmediğidir.
Adıyaman’ın Kahta ilçesinin AKP’li Belediye Başkanı Yusuf Turanlı’nın İsmet İnönü’nün adını taşıyan caddenin adını değiştirmesi ve bir parka da Atatürk ve Cumhuriyete karşı isyanlara katılan “Osman Sebri”nin adını vermesi konumuzu delillendiren güncel bir örnektir.
Belediye Başkanı Yusuf Turanlı BDP’li değil, aksine AKP’lidir. Bu sizi şaşırtmasın…
Kendisini Türk Milletine mensup göremeyen bu insanların nerede oldukları değil daima ne yaptıkları önemlidir.
Bunlar İslamcı, bölücü, sosyal demokrat, komünist, Atatürkçü, liberal, cemaatçi, tarikatçı, sendikacı, edebiyatçı, gazeteci, şarkıcı, tiyatrocu vs. her türlü kılıf altında aynı amaca yönelik olarak hareket eder.
Devlet bunların hepsini bilir ancak çatlatmayan elastikiyet politikası çerçevesinde üç maymunu oynayarak bazen kör, bazen sağır, bazen de dilsiz olur. Aynen Habur’da olduğu gibi!
Çatlatmayan elastikiyet politikasının sahiplerine buradan bir uyarı yapalım: böyle giderse elde çatlayacak bir şey kalmayacak haberiniz ola!..