Cari Açık; Temel Nedenleri ve Sonuçları

100

26 yıldan beri yerel gazete köşe yazarlığı yapmaktayım. Türkiye’de hatırı sayılır bir Üniversite(ODTÜ)’den mezun olmuş bir Ekonomist olarak, Ekonomi konularında hemen, hemen hiç yazı yazmadım. Ancak, son zamanlarda yaptığım bir girişim nedeni ile bundan sonra Ekonomi hakkında daha sık yazılar yazmaya karar verdim.

Bugün, en temel bir konuda yazmak istiyorum: CARİ AÇIK! Bu konu bizim için güncelliğini uzun yıllardan beri kaybetmeyen ve özellikle bu dönemde, hepimizin hayatını son derece ilgilendiren bir konu durumundadır. Kısacası, Cari Açık ülkemizde, bedeli çok ağır olan kronik bir hastalık haline gelmiştir.

Türkiye de 1980’lerden itibaren Cari Açık en önemli iktisadî sorunlardan biri olmuştur. 1980 öncesinde uygulanan “İthal İkameci Sanayileşme” politikaları yerine Süleyman Demirel’in azınlık hükümetinde Başbakan danışmanı olan Turgut ÖZAL tarafından 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlarla “İhracata Dayalı Sanayileşme” politikaları uygulamaya konulmuştur. Bu politikalar sonucunda ülkenin dış ticaret hacmi hızla artmış, ancak bu durum Cari Açık sorununu da ortaya çıkarmıştır. 1989 yılında Turgut ÖZAL tarafından uygulanan Sermaye Hareketlerinin Serbestleştirilmesi, 1996 yılı başında uygulamaya geçen Gümrük Birliği Anlaşması ve bu dönem sonrasında ortaya çıkan ekonomik ve siyasî krizler,  Cari Açık sorununun büyüyerek sürmesine neden olmuştur. Özellikle 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonrasındaki dönemde Cari Açıktaki artış giderek hızlanmış ve günümüzde kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Türkiye’de 1990’lı yıllarda ortaya çıkan İç ve Dış Borçlardaki artış ve buna bağlı olarak kısa vadeli-yüksek faizli borçlanma politikası, sonuç olarak reel üretimden çok, finansal alanlarda hareketlenmeye neden olmuştur. Ortaya çıkan üretim eksikliği ithalatın ve dolayısıyla da Cari Açığın artmasına neden olmuştur. Söz konusu yüksek faizli kamu borç senetleri, kanı gören köpekbalığının saldırması gibi kısa vadeli sermaye girişlerini hızlandırmış ve bu da Cari Açığı artırıcı bir etki oluşturmuştur. 2001 yılındaki ekonomik kriz sonrasında ise, uygulanan ekonomik programlar sonucunda reel faizlerdeki düşme eğilimi bir yandan iç talebi artırmış, diğer yandan özel sektör yatırım talebinin artırmasına, tasarrufların yetersiz kalmasına neden olmuştur. Bunun sonucu olarak, tasarruf-yatırım açığı artmış ve bu da Cari Açığı artıran bir başka etken olmuştur.

Bu anlatılanlar, ilgilenen herkes için, kabul edilen gerçeklerdir. Yani, 40 yıllık Türkiye İktisat Tarihi’nin bir özetidir.

Burada, dikkat edilmesi gereken şudur. Türkiye, bu gerçekleri yaşarken, özellikle son 15 yılda, maalesef, Üretimi tamamen, bilerek veya bilmeyerek unutmuştur. Neden, özellikle son 15 yıl? Çünkü, 2001 Krizi ile birlikte uygulanan ekonomik programların olumlu görünen taraflarını devam ettirebilmek için, üretimi artırmak gayesi ile, Yatırım-Tasarruf açığının kapatılması gerekirdi. Yani, mutlak surette, ne yapıp edip Üretimin gerçekleştirilmesi şarttı.

Tam tersine, Türkiye, özellikle, son 15 yılda, tamamen TÜKETİM CENNETİ olmuş ve ülkenin her tarafı AVM (Alış-Veriş Merkezi) dolmuştur.

Sadece Tüketirseniz, elbette Tasarruf edemezsiniz. Çok fazla rakamlara boğmak istemiyorum, ama, Tasarruf konusunda bir rakam vermenin çok yararlı olacağını düşünüyorum: 2001 yılında Özel Tasarruf’un GSYH(Gayrı Safi Yuriçi Hasıla)’ye oranı yüzde 25,5’dir. 2014 yılında ise,  yüzde 11,7’dir.

Çok detaya girmeden anlatmaya çalışıyorum; ekonominin temel göstergeleri arasında ÜRETİM ve TASARRUF en önemlileridir.

Türkiye, bu şartlar altında, Carı Açık vermek ve bu açığı da kapatamamak durumundadır. Bu kadar açığı nasıl kapatacaksınız? BORÇ ALARAK? İşte düğüm noktası da budur: KİMDEN ALACAKSINIZ? HANGİ VADELERDE ALACAKSINIZ? HANGİ FAİZ ORANIYLA ALACAKSINIZ? Daha da ağırı, para ilişkisi dışında hangi ilişkilerle alacaksınız?