Çanlar Çalmaya Başladı!

69

 

Menfi, bozuk ve gayri insani hayat görüşüne sahip, çıkarcı Avrupa’nın, resmi Batı ve ABD’nin sağ elinde, sakim / yanlış ve dalalete / sapık yola sevk edici bir Felsefe’si var! Sol elinde sefih / yasak yaşayışı hoş gören ve gösteren muzır / zararlı, sözde medeniyeti var!  

İnsanın saadet ve mutluluğu, ancak bu iki şey iledir, diyerek dava edip davette bulunuyor! Biz de diyoruz ki: “Senin bu iki elin kırılsın. Senin bu iki hediyen, senin başını yesin.” Nitekim yiyecek!

Aya / Acaba, hiç caiz / uygun olur mu ki, bir adamın akıl, kalb, vicdan ve ruhu müthiş / dehşet verici bir şekilde, musibet içinde olsun da; cismen / sırf bedensel olarak, zahiri / görünüşte, nispeten bir refah ve rahat içinde; dıştan imrenilecek, süslü püslü bir halde göründüğü için, o adama mesut, mutlu ve bahtiyar denilsin, olacak şey mi?

Halbuki her zaman görüyoruz ki, bir adam inkisar ı hayale / hayal kırklığına uğrasa veya vehmi / gerçekleşmesi hayal ve muhal bir emelinden dolayı meyus olsa, veya cüz’i / küçük bir işten ümidi kesilse, dünya ona dar, onun tatlı şeyleri ona acı gelir.

Acaba, bütün elemlerin menşei / kaynağı ve bütün emellerin yıkıcısı olan, senin ey Batı ve ABD! Bu şeamet ve uğursuzluğun ve bu dalalet ve sapık yolun ile hasta olup, yeis / ümitsizlik ve yetimlikle, manevi bir cehenneme düşen bir kalp ve bir ruh sahibi; nasıl geçici, yalancı bir cennet içinde, mesut ve bahtiyar olabilir?

Ey insanı ifsad edip bozan, bozguncu Avrupa! İnsanın başına binlerce bela getirdin ve getirmeye devam ediyorsun!

Ey menfi Avrupa felsefesinin ipine tutunup sarılanlar!

Şu gafil, manadan uzak, sözde medenilerin gittikleri yola revan olanlar, kendinize geliniz! Peşine düştüğünüz yolda olanları, bir görünüz:

“İşte, şurada burada, her yerde, hatta gözümüzün yetiştiği yerlerde… her adım başında bir aciz adam duruyor. Bir kısım kavi / kuvvetli ve galip insanlar, o biçare / zavallı adama hücum edip, öyle bir surette mal ve hayvanatını gasp ediyorlar ve hanesini / evini tahrip ve harap ediyorlar ve bazen onu öyle bıçaklayıp cerh ediyor / yaralıyorlar. Ki haline sema ve gök ağlıyor.

“İşte, her nereye (ister Afganistan, Karabağ, Filistin, Sudan ve ister özellikle Irak’a) baksan; bu hal taammüm etmiş / yaygınlaşmış! Her yerde zalimlerin velvelelerinden ve mazlumların zulme uğrayanların vaveylalarından / feryat ve figanlarından başka bir şey işitilmiyor! Bir matemhane-i umumi / genel bir matem yeri şeklini alan bu hal, devam ediyor!

“Madem ki, insanız; insan, insaniyeti / insanlığı cihetiyle başkasının elemiyle müteellim / elemli olur. Bu hadsiz / sayısız insan elemlerine nasıl tahammül eder / katlanırız? Vicdan / doğruyu hissettiren ilahi içsel sesimiz, nasıl bu hale dayanabilir?

“Ey Avrupa (ve ABD)! Senin bir gözü kör, yani maneviyattan mahrum, sadece maddi çıkarını düşünen, tek taraflı dehan ile, insan ruhuna hediye ettiğin şu cehennemi haleti / şu iç yakıcı durumu, sen de anladın. Şu müthiş derde bir derman aradın.”

İnşallah Batı, aradığını İslam da bulacak; hem kendisi, hem de musallat olduğu ülkeler, rahat bir nefes alacaktır. Emin olun, o günlerin arifesindeyiz. Yaşayan görecek. Gören mutlu olacaktır. Nasıl mı? İşte cevabı:

Roma’yı Roma, Rusya’yı Rusya yıktığı, eski hallerinden eser kalmadığı gibi; Avrupa’yı Avrupa, ABD’yi ABD yıkacak; başlarının derdine düşecek, eski aktif fonksiyonlarını kaybedecekler; zulümle payidar / kalıcı olamayacaklar.

Evet, çanlar onlar için çalmaya başladı bile… Nihayet, başta Ortadoğu olmak üzere, diğer ülkeler de, rahat bir nefes alacak; kendilerine zulmedenlere de, insanlık dersi verecek. Çünkü küfür devam eder, zulüm devam etmez. Kaldı ki, ava giden avlanır.

Ortadoğu’ya ve Türkiye’ye kefen biçenler,

Olur zehirli Baldıran şerbetini içenler.

 

Başlayacak çalmaya, durmadan çanlar, onlar için çan çan!

Olacak bu zalimler, ardına bakmadan, kaçtıkça kaçan!

 

Emin ol, geçti inişe, emperyalist AB ve ABD(e)

Kalacak kötü namları, unutulmasın diye geride

 

Batı, tüm gücüyle, parçalamak isterken Türkiye’yi!

Anlayacak dünya, bunların hangisi kötü ve iyi

 

Türk Ordusu, vatanı için, yolundan dönmez.

“Bir şem’a ki, Mevla yaka, üflemekle sönmez.”

 

Önceki İçerikRamazan Bayramı ve Bayramların Sosyal Hayata Etkileri
Sonraki İçerikİslam Kardeşliği
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.