Burası Yugoslavya değil

105

Dün yazdığım yazıya gelen yorumlardan da görüldüğü üzere, bazıları her ne kadar PKK terörünün nihai hedefi konusunda yanlış yönlendirmekte ısrarlı olsalar da, büyük bir çoğunluk, bu tehlikenin farkında.

Birkaç okuyucumuz, teröristler tarafından gerçekleştirilen bu hain saldırılar karşısında ellerini ovuşturmaktan geri kalmadıkları gibi, bir süre sonra bu yazıları yazanları da cezalandırmaya niyetlenmiş.

Buradan tehdit mailleri yazan “sanal kabadayılar”a ilk ve son kez seslenmek istiyorum.

Ben akl-ı baliğ olduğumdan bu yana, “Amentü” ye iman etmiş bir adamım.

Kadere, hayır ve şer’rin Allah’tan geldiğine inanırım.

Bu itibarla, bu tip tehditlerin, benim nezdimde bir kımet-i harbiyesi yoktur.

Sadece bilin istedim.

Gelelim biz yine mevzuumuza..

Yugoslalavya ‘nın dağılma sürecinden bahsedeceğim demiştim dün.

“Burası Yugoslavya değil” demiş bazı okurlar.

Çok da doğru demişler.

Yugoslavya’yı ayrılık sürecine hazırlayanlar için, Yugoslavya, Türkiye kadar önemli bir jeopolitik coğrafyada değildi.

Buna rağmen, soğuk savaşın bitiminin ardından, ele geçen fırsatı ıskalamadılar.

Eski Yugoslavya’nın 1990 Tito sonrası parçalanma sürecine girdiğinde, önce Hırvatistan, hemen ardından Slovenya,  merkezi idareden önceleri çok masum görülen bir talepte bulundular.

Yugoslavya döneminde televizyon yayınları Sırpça yapılırken, bu her iki Federatif Cumhuriyet, kendi dillerinden yayın yapma hakkını istediler.

Bunun masum bir talep olduğunu düşünenler çok geçmeden yanıldılar.

Zira hemen ardından, yayınların Hırvatça ve Slovence olduğundan dem vurarak, okullarda eğitim dilinin Sırpça olmasını bahane ederek, her iki ülkede yaşayan gençlerin, yayınları takip etmekte zorlandığı fikrini anlatmaya başladılar.

Yani yayınların önce Hırvatça ve Slovence olmasını isteyenler, sonrasında bu yayınların anlaşılması için eğitim dilinin de tüm Yugoslavya’nın resmi ortak dili olan Sırpça değil, Slovence ve Hırvatça olması gerektiği fikrini ortaya attılar bu kez.

Bunu elde etmek de fazla zor olmadı.

Peşi sıra kitaplar, gazeteler, dergiler derken, bu kez kültürel otonomi talepleri gelmeye başladı.

Her şey hazırdı artık.

Tek bir tüfeğin patlamasına gerek kalmadan, Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan “self determinasyon”, referandumu ile Yugoslavya’dan ayrılan iki ayrı devlet kuruldu.

Ardından Bosna’da ve Kosova’da yaşanan trajik olaylar ve Makedonya’nın kopuşu.

Bütün bunlar birkaç seneye sığdırıldı.

Bu parçalanma sürecinin bu kadar kısa bir zaman dilimine sığdırılmasındaki önemli etkenlerden birisi de, o zamanki Yugoslavya Halk Ordusu’nun, olan biten karşısında bigane kalışıdır.

Müdahale etmekte gecikince, Ordu inisiyatifi kaybetmiş, siyasetin emrine girmiştir.

Bu ayrılık sonrası neler olduğuna gelince:

Bir kere bu topraklar kendi isminde geçen Bal yerine, Kan ile anılır olmuştur tekrar, tarih boyunca olduğu gibi.

Çevresinde bulunan ülkelerde “Megalo İdea” ları hortlatmıştır.

Büyük Bulgaristan, Büyük Yunanistan, Büyük Arnavutluk idealleri, bu bölgede istikrarın sağlanmasını her geçen gün zorlaştırmaktadır.

Dünün Güçlü Yugoslavya‘sı gitmiş, yerinde, Emperyal Güçler’ in bölgedeki domino taşları, piyonu olan, çoğu “Banana Republic “ müsveddesi Devletçikler gelmiştir.

Yugoslavya’nın bölgedeki ve dünyadaki ağırlığı gitmiş, başka bir ülkeye iltihak etme korkusuyla NATO’nun kapısında yatan Devletçikler oluşmuştur.

Türkiye’ye gelince;

– Bu oyuna, bu topraklarda  müsaade edilir mi?

– Asla!

Oyunu hazırlayanlar aynı olsa bile, oyuncuların bir tarafı bu kez Sırp, Hırvat veya Slovenler değil Türklerdir.

Müsaade etmeyeceğiz!