Bu Gidişat Nereye?

35

Okuduğum bir köşe yazısının altındaki açıklama beni şaşırttı ve düşündürdü; biraz da korkuttu. Açıklama şu: “Bu yazı, yazarı tarafından organik zekâ ile yazılan özgün yazıdır.”

“Organik zekâ” ürünü bir yazı ne demek? Organik zekâ ürünü olmayan bir yazı olabilir mi? Böyle bir açıklamaya neden gerek duyuldu?

Aklıma, son zamanlarda okuduğum köşe yazıları, denemeler, fıkralar geldi. Pek çoğunun yazarının üslubuna alışık olduğum bu yazılarda bir gariplik dikkatimi çekiyor, bu da beni rahatsız ediyordu. Yazılarda işlenen konu dağınık, cümleler kuralsız, noktalama işaretleri yerli yerinde değil, yazım kurallarına uyulmamış, birkaç kelime de olur olmaz yerlerde mütemadiyen tekrar ediliyordu. Okuduklarımdan tat alamıyor, çoğunu da yarım bırakıyordum. Şimdi anlıyorum ki bu yazılar, organik olmayan yazılarmış. Yazar, sanırım, bir konu belirliyor, konuyla ilgili birkaç anahtar kelime veriyor, örnek cümleler kuruyor; bu doğrultuda yapay zekâ, programındaki algoritmalarla kimsenin tatmin olmayacağı bir yazı ortaya çıkarıyor. Böyle yazarlığa can kurban, ne ala iş. Üç beş kelime, yarım dakikada köşe yazısı. Fikrin bir namusu, değeri vardır; bu kadar ayağa düşmemeli, yazarlık bu kadar ucuzlamamalı, emek bu kadar değersizleşmemeli.

Seyahate çıkan Temel, epey sonra yol arkadaşına sohbete giriş olsun diye “Erzurum’a kaç kilometre kaldı, acaba?” diye sorar. Yanındaki yolcu: “Ne Erzurum’u kardeşim, bu araba Ankara’ya gidiyor.” cevabını verir. Konuşmaya dâhil olmak isteyen diğer yandaki yolcu: “Bu hızla gidersek kaç saat sonra Artvin’e varırız?” der. Üç yolcu da şaşkınlık içindedir; muavini çağırarak otobüsün nereye gittiğini sorarlar. Muavinden Ankara arabası oldukları cevabını alırlar. Az sonra şoför: “Sinop yolcuları kalmasın!” anonsu yapar.

Tekvir suresi 26. ayet “Fe eyne tezhe-bun…” diye başlar. “Nereye bu gidiş?” demektir. Herkes bir tarafa gidiyor; ancak insanlık gitmesi gereken tarafa gitmiyor. Yol aldığımız her kilometre bizi bizden alıyor, eşyanın tutsağı yapıyor. Ürettiklerimizin, bir gün kölesi olacağımız düşüncesi acı veriyor bana. Ne istediğim gibi düşünebileceğim ne istediğim gibi yaşayabileceğim. Yapay zekâdan sonra yapay insan olmak korkutuyor beni. Özgürlük, irade, tercih gibi kavramlar ya tanım değiştirecek ya da anlamını yitirecek görünüyor.

Aristo, özgürlüğü “düşünmek” fiiline dayandırır. Nietzche’de, “kendin olarak kalabilmektir,” özgürlük. Platon’a göre “öğrenerek”, Camus’ya göre “başkaldırarak” özgür olunabilir. Sartre için “eyleme geçmek”, İbn Rüşd için “vicdanlı olmak”tır, özgürlük. Farabi “kalbimize kulak verme”yi, Hz. Ali ise “minnet etmeme”yi özgürlüğün olmazsa olamazı kabul eder.

Ancak özgürlük ülkesinde insan kalabiliriz, insan olarak yaşayabiliriz. Özgürlüğümüzün yapı taşı olan minnet etmemek, kalbimize kulak vermek, vicdanlı olmak, başkaldırmak, öğrenmek, düşünmek yoksa özgürlüğümüzü nasıl inşa edebileceğiz veya soluyabileceğiz? Sözünü ettiğimiz değerler, bir yapay zekâda nasıl yer alabilecek? Yapay zekâ, insani değerlerden yoksun bir sistemdir, kurgudur, eşyadır. Eşyayı efendi yaparak, kendimizden her gün biraz daha uzaklaşıyoruz.

Atom altı teknolojiden bahsediliyor, kuantum deniyor buna. Maddenin yapısı, orijini harikalık taşıyor, ilahi sırlarla dolu. Kuantum dünyasını anlayanlar, ilahi yapıyı belki daha iyi ve hayranlıkla idrak edebilecekler. Bir bakıma hayret makamı bu.

Kuantumdan, yapay zekâdan kaçış mümkün değil. Gözlerimizi kapatarak, güneşi ortadan kaldıramayız. Şu hâlde yapay zekâ ile barışık yaşamak zorundayız. İnsanın, insan olarak kalmasının asgari sınırları belli. Kırmızıçizgiler aşıldığında artık bizi var eden değerler yok olur, bir zamanlar kendisine “insan” denen yeni canlılar dünyası oluşur.

Bilgi, binittir, şu an kötülerin egemenliğinde. Ateşi Zeus’tan çalan Prometus misali, bilgiyi kötülerin esaretinden kurtarmalıyız. Havada, karada, denizde topyekûn seferberliği gerekli kılar, mağdur ve muzlum bilgiyi layık ve lazım olduğu alana çekmek. Farz-ı ayın arayanların görmesi gereken yer burasıdır.

Hayat yolculuğundaki dünya otobüsüne binen şaşkın yolcuların, kimine göre komik bana göre trajik durumdan kurtulması için zamanın şartlarına göre yetişen devrimci nesle, onları yetiştirecek öğretmenlere ihtiyaç var.

Hayata gelmekteki anlamımız, dünyadaki sorumluluğumuz, istikametimiz ve yol haritamız belli değilse ömrümüz laklakla geçiyor, demektir.

Rotasını bilmeyen kaptana hiçbir rüzgâr yardım edemez. Hayırlı yolculuklar; ama “Bu gidişat nereye?”