14.4 C
Kocaeli
Perşembe, Kasım 13, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 79

Türk Milliyetçiliği ve Milli Şuur!

Uzun zamandır milliyetçilik ve de özellikle Türk Milliyetçiliği üzerine hararetli tartışmalar sürüyor. “Türk Milliyetçiliği” denilince ben ne anlıyorum, ilk önce onu söyleyeyim.

Türk Milliyetçiliği; sosyolojik manada aynı kültür içinde yaşayan insanları ve bu insanların bağlı olduğu toprağı sevmektir. Daha da ötesi “yaratılmışların en şereflisi” olan insanoğlunu sevmek, saymak ve dünyada huzur, güven, refah, adalet ve barış içinde yaşamayı arzulamaktır.

Ben bunun için bir Türk Milliyetçisiyim! Ancak bazıları Türk Milliyetçiliğini, istediği gibi tarif ederek ayaklar altına aldı. Bu yetmemiş gibi de birileri, milliyetçiliğimizi yere yapıştırdı.

Benim gibilere de durumu izah etmek kaldı. Türk Milliyetçilerine şimdi bir lafım var. O da rahmetli Galip Erdem’in söylediği “Türk Milliyetçilerinin en büyük sorunu yine Türk Milliyetçileridir.” sözü! 

Hem bu ağır ve belirleyici sorunun varlığı hem Türk Milliyetçilerinin koflaşması, hem de içinde bulunduğumuz koşullar bugün karşılaştığımız meseleleri çözümsüz bırakıyor.

Kızan kızsın ama biliniz ki; Türk Milliyetçilerinin içi, aynen bir kurtçuğun ağacı içinden kemirerek çürütmesi misali zarar görmüştür.

Gelelim “Milli Şuur” zaafiyetine!

“Hem duyguya hem de düşünceye dayanan milli şuur, bir milletin manevi kuvvetlerinden en önemlisidir.” Bu nedenle milli şuur, bir milletin kendini duyması ve bilmesidir.

Bir millet; ordusunu, bağımsızlığını, dilini kaybedebilir. Ancak milli şuurunu koruyorsa, o millet gerçek kişiliğini bilir ve günün birinde bu milli şuur sayesinde yeniden gerçek benliğine döner.

“Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde yabancı unsurların borusu ötmez. İdare işlerinin başına yabancı soydan kimse gelemez… Milli şuurun yüksek olduğu yerlerde, millet, yabancıyı kendinden saymaz… Geçmişe sövülmez. Yabancı milletler ve kimseler milli kadroya sokulmaz. Geçmişi, mefahiri, ahlakı, aileyi, seciyeyi, erdemi, kahramanlığı, milliyetçiliği açıktan açığa veya sinsice baltalayan yazılara, eserlere, filmlere, piyeslere, konferanslara izin verilmez. Millete hitap eden ve halkı terbiyede rol oynayan müesseselerin başına o milletten iktidarlı, ahlaklı ve zeki insanlar getirilir.”

Bunları kim söylemiş biliyor musunuz hem de 1948 yılında, rahmetli Nihal Atsız… İyi ki söylemiş te, 76 yıldır yerimizde saydığımızı görüyoruz. Devam edelim;

“Hizmeti olanların hizmeti inkâr olunmaz… Ne ufacık kusurları yüzünden dev gibi adamlar küçültülür ne de gerçeğe dayanmayan büyüklükleri dolayısı ile ahlaksız insanlar devleştirilir… Soysuzlaşmış tipler, yarı çılgınlar, milli dili doğru dürüst bilmediği halde kendini gençliğin önderi sayan manyaklar ve budalalar; gazete ve dergilerde, kendilerinden daha kuvvetli olanlara, fikir ve ülkü savunması altında, kendi cüce şahsiyetlerinin reklamını yapamaz… Milli şuurun olduğu yerde hiç bir zaman yalan söylenmez… Milli şuur uyanık olunca başıbozuktan kurmay, vatan haininden profesör, doktordan dilci, cahilden müverrih, yabancıdan vekil, serseriden ülkücü çıkmaz”

Milli şuur “Yurdu aydınlatır ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrepleri açığa çıkararak, karanlıkta iş görmelerine engel olur. Bir millet ordusuz, esir yaşayıp dilini kaybetse de ölmeyebilir. Yeter ki; milli şuur olsun. Milli şuur, bir milletin yaşama iradesi, hayat kaynağı ve en kuvvetli silahıdır. Günümüzde milli şuuru olmayan milletler yıkılmaya mahkumdur” diye söylemeye de devam etmiş.

Ama biz, neredeyse bunların ya hiç birini yapmamış ya da tam tersine şeyler yapmış durumda olan bir topluluğuz.

G. Murray “Les Turcs -1878” adlı eserinde, Türkler için “… Türkler, az ve öz konuşurlar. O kadar dürüst ve namusludurlar ki, başka türlü olunabileceğini, düşünemediklerinden ve herkesi kendi gibi sandıklarından daima aldatılırlar” diye bir tarif yapıyor.

Gerçekten Türkler; Türk Milliyetçiliğinin içine onu kemiren bir kurtçuk girdiğini ve bir “Milli Şuur” zafiyetine düştüklerini, yukarıdaki tarifte bulunan haklılık payı nedeni ile bir türlü anlayamamıştır vede halen anlayamamaktadır.

Onun için büyük Türk şairi Yahya Kemal’in dediği gibi,

 “Ölenler öldü, kalanlarla muztarip kaldık,

 Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık”

İnşallah gidişatı, Türk Milliyetçilerinin içinde bulunduğu durumu, “Milli Şuur” sahibi kardeşlerimizle birlikte ve Türk Milletinin lehine ters yüz edeceğiz. Gayret bizden takdir Allah’tandır.

Erdoğan Açlık ve Yoksullukla Mücadele Zirvesinde

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi’nde, “Sosyal Kapsayıcılık ile Açlık ve Yoksullukla Mücadele Oturumu” na iştirak etti.

G20 Liderler zirvesi kapsamında Brezilya’da yapılan toplantılar için üç ana başlık seçilmiş. Bunlardan ilki “açlık, yoksulluk ve eşitsizlikle mücadele.”

Erdoğan “dünyada nerede bir kıtlık, açlık, felaket, çatışma, trajedi varsa Türkiye ilgili tüm resmî kurumları ve sivil toplum kuruluşlarıyla oradadır, ihtiyaç sahiplerinin her daim yanındadır” mesajını verdi. Özellikle Türkiye’nin Gazze ve Lübnan’a yaptığı insani yardımları anlattı.

Oysaki dünyada açlık ve yoksulluk sorunu var ama Türkiye’de de aynı sorun büyümekte. Türkiye’de vatandaşların önemli bir bölümü açlık ve yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşama mücadelesi veriyor.

Türk-İş verilerine göre Ekim 2024 ayında açlık sınırı 20 bin 431 TL’ye, yoksulluk sınırı da 66 bin 553 TL’ye yükseldi. Asgari ücret bile açlık sınırının 3 bin 429 TL altında kalıyor. Türkiye’de ortalama ücretler de asgari ücret seviyesine yakın mertebeye düştüğü için nüfusun büyük kısmının açlık sınırı altında kaldığı ortada.

****

Geçen sene 2023 Eylül ayında Hindistan’da düzenlenen 18’inci G20 Liderler Zirvesi’nde Erdoğan çok daha net mesajlar vermişti:

“Bir tarafta 735 milyon kişi açlıkla mücadele ederken, diğer tarafta lüks, şatafat ve israf alıp başını gitmişse burada çok ciddi bir sorun var demektir.  Türkiye olarak biz bu adaletsizliklere itiraz ediyoruz. Daha adil bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz.”

“Milyarlarca insanın bir avuç elitin keyfi ve refahı için çok kötü şartlarda çalışmakta ve ter dökmektedir. “Bu ne adildir ne insanidir ne de vicdanidir. Sorunlarımızın sebebi kaynak kıtlığı değildir, merhamet eksikliğidir.”

“Hepimiz 8 milyarlık büyük insanlık ailesinin birer ferdiyiz” diyen Erdoğan dünya kaynaklarının adaletsiz paylaşımına dikkat çekmişti.

****************************************

Türkiye’de Açlık, Yoksulluk, Lüks ve Şatafat

Türkiye’de de “Bir tarafta milyonlarca kişi açlıkla mücadele ederken, diğer tarafta lüks, şatafat ve israf alıp başını gitmiş” durumda.

“85 Milyonluk Büyük Türkiye ailesinin birer ferdi olarak ülke kaynaklarının adaletsiz paylaşımına itiraz etmemiz” gerekmez mi?

G-20 ülkelerinin hiçbirinde, böylesine yaygın yoksulluk ve kötü gelir dağılımı göremezsiniz.

Eskiden orta gelirli kesimde sayılan insanlarımızın bile gıda ve ulaşım gibi en temel ihtiyaçlara erişimde sıkıntı yaşaması, her üç öğrenciden birinin okuluna aç gitmesi içimizi sızlatmalı.

Bu derin yoksulluğun arkasında ülke kaynaklarının adaletsiz paylaşımı olduğunun farkında olmalıyız. Fakirden aktarılan kaynaklarla zenginleşenlerin lüks, şatafat ve israf içinde yaşamalarına itiraz edebilmeliyiz.

“2025 bütçesinde Sarayın 1 yıllık giderinin 16 milyar 928 milyon liraya, 1 günlük harcamasının 46 milyon 378 bin liraya yükselmesi” öngörüldü.

Dünyada en yüksek miktarda örtülü ödenek kullanan devlet başkanı bizim Cumhurbaşkanımız.

 Cumhurbaşkanlığı’nın 2025 yılı ‘Mal ve Hizmet Alım Gideri’ için bütçeden öngörülen para yaklaşık 10 milyar lira. Bu para 10 Bakanlığın mal ve hizmet alım giderinden fazla.”

****

Sadece Saray’dan ibaret değil, şatafat ve israf devlet gücünü kullanan hemen herkeste ve her makamda yaygın.

Geçen yıl Saygı Öztürk makam aracı saltanatını yazmıştı: “Türkiye’nin makam araçları yönünden ‘Dünya rekorunu’ elinde bulundurduğu belirtiliyor. Ülkemizde 125 bin kamu aracı varken, bu sayı Almanya’da 9 bin, Japonya’da 10 bin, Fransa’da 8 bin civarında. Devlete ait uçak filosu bakımından da birçok ülkeden öndeyiz. Almanya’da 12, Fransa’da 14, İtalya’da 11, Japonya’da 2 özel uçak bulunurken ülkemizde Cumhurbaşkanlığı’nın hava filosundaki uçak sayısı ise Katar’ın hibe ettiği ‘Uçan Saray’ uçakla birlikte 16’ya yükselmişti.”

CB Erdoğan dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğine, büyük kesim açlıkla boğuşurken lüks, şatafat ve israfa güçlü bir şekilde itiraz ediyor. Bu itiraz çok doğru ve saygı duyulması gereken bir tavır.

CB kendi ülkemizde “İtibardan tasarruf olmaz” “devletin malı deniz” anlayışının getirdiği olumsuz duruma da aynı kuvvette itiraz etmeli. Yoksullaşan halkımız Cumhurbaşkanından da tasarruf etmesini, israftan kaçınmasını, daha sade bir hayat yaşamasını talep edebilmeli.

****************************************

Saray’da Oturmanın Faturası

Yeri geldi. “Devlet Başkanlığı Sarayında Oturmanın Faturası” başlıklı yazısında Cemal Tunçdemir’in verdiği şaşırtıcı bilgileri hatırlatayım.

ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki her şey maaşlarından kesilir. Kendisinin, ailesinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını Başkan karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir.

Başkan elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Ayakkabılarının boya ve cilasının da… Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.

ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, hafta sonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki dinlenme evinin hafta sonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.

Ülkenin first lady’si her gün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisi öder. First Lady’nin giyeceği kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı var ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de, indirimsiz olarak, ABD Başkanından tahsil ediliyor.”

Başkan Truman ve Michelle Obama’nın  ‘dışı çok gösterişli bir hapishane’ olarak nitelelendirdiği Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil, geçici bir barınma ve hizmet yeridir..

Gerçek  Arkadaş  ve  Yoldaş

     Seninle her yere itirazsız giden, inip konan.

     Seninle her yerde duran, o yerin havasını teneffüs ettiren.

     Seni her millet, her insanla tanıştıran.

     İstediğin zaman seni, bütün bunlarla görüştüren,

     Biliştiren ve birleştiren bir Dost!

     Onlarla oturup kalkma, yeme içme, gezip tozmada, candan bir arkadaş.

     Bütün bunlarla, istediğin zaman ve mekânda, beraber kalan,

     Yeterince sohbet ve kelâm eden.

     Biri var ki, onunla bir kere tanışıp yakınlaştıktan sonra;

     Seni istediğine kavuşturabilecek samimî,

     Gerçek ve hakikatli bir Dost olan.

     Seni özleyen. Fark edilmeyi bekleyen.

     Kendisiyle hem hâl olmanı, gönülden arzulayan.

     Üstelik emrine âmâde, arzularına hahiş-ger.

     İstediğin takdirde, istediğin kadar yanında kalmaya teşne,

     Buna dünden razı bir arkadaş, bir yoldaş ve hakikaten,

     Candan bir Dost olanı;

     Hâlâ fark etmeyecek misin?

     Bütün bunlar için, sana külfet ve yük olmayan.

     Seni maddî bir zarara da sokmayan.

     Senden asla bıkmayan, hiçbir zaman usanmayan.

     Seni kendisine borçlu görmeyen.

     Mahçup olacağın bir durum arzetmeyen.

     Seni terketmeyi, yalnız bırakmayı,

     Hiç mi hiç aklından geçirmeyen.

     Aklını aklı, iradeni iradesi, isteğini isteği bilen.

     Bütün bunları, hiçbir zaman başına kakmayan.

     Senin kendisine minnettar kalmanı da istemeyen.

     Bitmedi, dahası var:

     Hayatta seninle birlikte olmaktan gurur duyan.

     Seninle kalmaktan mânevî bir zevk alan.

     Olduğun yerde olmaktan, durduğun yerde bulunmaktan memnun.

     Yöneldikçe ona, surat asmayan, gözünü senden ayırmayan.

     Ona döndüğünde yüzünü buruşturmayan.

     Bakışını senden esirgemeyen bir Dost!

     Bir arkadaş, her an yanından eksik olmayan bir yoldaş.

     Hem de, sanki seninle ikizmişcesine,

     Sana bir görünüm ve benzerlik kazandıran.

     Böyle bir sıcak alâkayı, samimî / içten ilişkiyi,

     Dostça anlaşmayı sunan, böyle bir yâr;

     İnsana kazandırırken, kâr üstüne kâr.

     Elinle tutacağın, gözünle okuyacağın,

     Aşkla bağrına basacağın; samimî hâldaş,

     Dünyalara bedel masrafsız Dadaş;

     KİTAP’tır KİTAP Ey Arkadaş!

     Yürekten bağlanmaya can atan bir Yoldaş.

     Zaten KİTAP’tan başka kim olabilir ki?

     Bilin de ayılın artık be Canlar!

Horoz Sesi

“Vakitsiz öten horozun başını keserler.” denir bir atasözümüzde. Her iş vaktinde yapılmalıdır; ne önce ne sonra… Yani demir tavında dövülmelidir. Ötmek için uygun vakit, nedir? Bu, görece bir durum.

Biz, ne taraftayız? Vaktini şaşırıp boynu kesilenlerden veya kesenlerden miyiz yoksa yaptığı iyilik karşılığı olarak başını koparıp kızartarak çobana horozu ikram edenlerden veya edilenlerden miyiz?

Fabl türünde güzel bir öykücük: Köyün sürüsünün çobanı uyuyakalır. Vakit, sabaha yakındır. Kurtlar, boş durur mu, kendilerine ziyafet çekecektir. Horoz, kurdun sürüye gizlice yaklaştığını fark eder, canhıraş ötmeye başlar. Amacı sürüyü bekleyen köpeği ve çobanı uyandırmaktır. Çobanın uykusu ağırdır: Köpek, ısrarlı havlamalarıyla çobanı uyandırır. Kurtlarla baş edemeyeceğini anlayan çoban kurtların saldırmak üzere olduğunu köylülere haber verir. Köylüler toplanır, sürü halindeki kurtları kovarlar. Köylüler mutludur, sürüden bir tane dahi zayiat yoktur. Kurdun sürüyü telef etmesini önleyen, tehlikeyi köylülere haber veren çobanı ödüllendirmek gerekecektir. Horozu keserler, afiyetle yemesi için çobana ikram ederler. Soru şu: Horoz, kurdun geldiğini öterek haber vermeseydi hala yaşıyor olacak mıydı veya horozun canından olmasının sebebi neydi?

Doğu kültüründe bir düşüncesinin, olgunun kıssalarla anlatılması yaygın bir gelenek. Bizde de öyle… Deli ve horoz kıssalarını pek pek severim. Hem iğneleyici hem sorgulayıcı hem öğreticidir. Masum, sevimli bir tarafı vardır horoz ve deli öykücüklerinin. Kayseri ve Yahudi fıkralarında bir cinlik, tamahkarlık vardır. Temel de salağa yatan uyanık tipini somutlaştırır. Kişinin kendisiyle barışıklığının rahatlığını bulursunuz Karadeniz fıkralarında. Trakya ve Dadaş fıkralarında ise samimiyetin verdiği saflık dikkati çeker.

Horozun somutlaştırdığı insan tiplerine çevremizde hep rastlarız, belki biz de bir horoz örneğiyiz. Uygun olmayan zaman ve zeminde bir davranışta bulunarak veya bir söz söyleyerek kendimize zarar vermemiz hiç de ihtimal dışı değildir. Yaptığımız bir iyiliğin, bir süre sonra başımıza bela olarak dönmeyeceğinin garantisini kimse veremez. Düşman çatlatan dostlukların, zamanla düşmanlığa dönüşmesi, istenmese de, hayatın olağan cilvelerindendir. Sezar’ın “Sen de mi Brutus?” cümlesi tarihin trajik hakikatlerindendir.

Horoza “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar?” diye sormuşlar. Horoz, “Anlamam da bilmem de; ben, işime bakarım o kadar.” diye cevap vermiş. 

Görevimiz, işimize bakmak. Kimin ne yaptığı, işimiz değil. Yaşamak, toplumsal; ancak hesap bireysel. Ben kendim için, kendim olarak kalabilmem için ne yaptığımdan sorumluyum. Başkaları için bir şeyler yapmak da benim sorumluluk alanımdadır; fakat başkasının kendisi için yaptıkları onun kendi hesap kapsamındadır.

Bazen, horoz kadar aklımın olmadığı ve olaylar içinde kuru yaprak misali savrulduğum kanaatine varıyorum. Etkisiz eleman olmak acı veriyor bana. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, eğitim sistemindeki ve çalışma hayatındaki verimsizlik, siyasetteki hokkabazlık, kanaat önderleri arasındaki hoşgörüsüzlük, yöneticilerdeki basiretsizlik ve iş hayatındaki etkili kişilerin tamahkârlığı, azgınlığı karşısında çaresiz olmak, derin bir kırgınlık, karamsarlık oluşturuyor bende. Gazze’de katledilen, soykırıma uğrayan insanların yanında olamamak, zalim İsrail’e söz geçirememek, zulmüne engel olamamak, insanlığın belası Amerika’nın menüsündeki garnitürlerin başında yer almak, emperyalist Batı ahlakı, siyaseti karşında güçlü politikalar ve söylemler üretememek, hem mirasçı hem emanetçi olarak atalarımıza ve Yaratan’ımıza karşı mahcup ediyor beni.

                En belirgin özelliğimiz, Stockholm ve Ebu Talip sendromu yaşamak. Bize zulmedenlere âşık olmak veya “Ne derler?” kaygısıyla gerçekleri ifade etme cesareti geliştirememek. Takılmışız şovmenlerin peşine, hep cambaza bakıyoruz. Gerçekler ipte değil, yerde; yanı başımızda, içimizde. Bir türlü içimize dönemiyor, kendimizi keşfedemiyor, fıtratımızın en kuvvetli özelliği özgürlüğümüzü, ucunda ölüm de olsa, doya doya yaşayamıyoruz.

                Horoz, vakti geldiğinde öter, ucunda boğazı kesilmek olsa da. O, kimsenin konforuna bakmaz, bilir ki vakit tamamdır. Uyandırmak, horozun işidir, çobana ikram edileceğinin hesabını yapmaz. Yararsız tartışmalara girmez, yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan çıkmış, ne fark eder. Yumurta yumurtadır, tavuk tavuktur. O, işini yapar.

                Kişinin, asli işini yapması, yakın ve uzak çevresine karşı ilgisiz olması anlamına gelmez; üzerine düşen vazifeyi hakkıyla, sonuç alacak şekilde yapması anlamındadır. Ancak, bedel ödemeyi göze alabilenler, yüklendikleri işte başarılı olabilirler.

                Horoz sesinin sürekli var olduğu özgürlükler ülkesinin vatandaşı olmak, büyük bir onur, yüksek bir ayrıcalık. Davamız ve duamız bu olmalı.

Velûd Yazar Ali Kayıkçı’dan İnci Tâneleri: Hem Okudum Hem de Yazdım 3 Cilt Asrın Soykırımı / Gazze Destanı

Samsunlu yazar ve şâir ‘Âşık Derebahçeli’ olarak da tanınan Ali Kayıkçı; 10,5 X 16 santim ölçülerindeki eserlerinin birinci cildinde ‘Din ve Ahlâk ile Şehr-i Samsun’ konulu köşe yazılarıyla şiirlerini 288 sayfada toplamış. Arka kapağında Emekli Vâli, Şâir ve Yazar, İLESAM (eski) Başkanı Rızâ Akdemir’in takdirkâr kelimelerle tezyin edilmiş şiiri var:  

Ali Kayıkçı’ ya

Bu sabah kapıma geldi eserin   

 İnan ki sevinçten şaşırıp kaldım.

Kalbimde yıllardır bambaşka yerin

  Ta akşama kadar kitaba daldım.

Bu ne büyük azîm, ne sonsuz gayret 

İçimde gittikçe büyüyor hayret

Ecdâda dûa bu… Millete hizmet   

Dilerim hep kalem tutsun ellerin!

Eser, şâir ve yazar M. Halistin Kukul’un, İlkadım Belediyesi Başkan Yardımcısı ve Samsun Yazarlar Derneği (SAY-DER) Başkanı Ahmet Seven’in, ‘Takdim’ yazılarıyla başlıyor. 90 adet makale ile ve her makaledeki konu ile bağlantılı şiirlerle dopdolu bir münderecatla okuyucuya sunuluyor. Yazıların her birinde millî ve mânevî değerlerimize bağlı ve saygılı bir üslûp dikkati çekiyor.       

Eserin adından da anlaşılacağı üzere makaleler, bir başka yayın organında yayınlanan yazıya cevaptır, destektir, tenkittir, nazîredir, kınamadır veya diğer yazı çeşitlerinden birinin benzeridir. Makale sonundaki şiir de, metne renk ve zevk katmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, Ali Kayıkçı, ‘Âşık Derebahçeli’ lâkabını, yazarlıktan sonraki diğer mesleği olan şâirliği ile hak etmiştir.

Bilindiği gibi halk şâirleri, şiirlerini saz eşliğinde, vezinli kafiyeli olarak ve irticalen seslendirirler. Bu sanatı herkes icrâ edemez. Ustalık ister. Hüküm: Ali Kayıkçı, usta işi şiirler yazmakta pek mâhirdir.

Eserden rastgele seçilmiş bir çalışma:

‘BİLİP DE İNKÂR’ ETMEK…

Saygıdeğer Okuyucularımız!

Önceki hafta, 1950’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan; İngiliz Matematikçi, Filozof ve Sosyolog Yazar Prof. Bertrand Russell’in ‘İktidar’ isimli, Sabah Gazetesi tarafından okuyuculara 1990’da hediye olarak dağıtılmış kitabını okumaya başladım.

Bu eserin 55. sayfasındaki şu ifâde, inanıyorum ki sizlerin de benim gibi dikkatinizi çekecektir. Nobel ödüllü yazar Râhiplerden bahsederken, ‘Bunların bütün sistemi er-geç; devrimci bir peygamberin ardı sıra gidenler tarafında yerle bir edilir. Budha, İsa ve Muhammed târihî yönden bunun en önemli örnekleridir. Bunların iktidarı başlangıçta devrimciydi, ancak sonra sonra ve yavaş yavaş gelenekli hâle geldi. Bu peygamberler, yerleşme süreçleri içinde, nominal olarak yıktıkları eski geleneklerin çoğunu genellikle özümsemişlerdir’ demekte, Budha’yı yanlış olarak Peygamber saysa bile Hz. İsa (aleyhisselâm)dan sonra Peygamberimiz Efendimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve selem)in Peygamberler Halkasının Sonuncusu olduğunu vurgulamaktadır.

Bu durum bize, Peygamberimiz Efendimizi, Danimarkalı Ressam da dâhil olmak üzere, bir güzel bildiklerini, ancak kâfirliklerimden inkâr ettiklerini âdeta haykırmaktadır’ dedirtiyor ve sizleri bu duygu ve düşünceler ile aşağıdaki şiirimizle baş başa bırakıyoruz.

Kalbî sevgi ve saygılarımızla…

Bilmemek kusursa da, bilip de inkâr etmek; 

En büyük kusur budur ve dahi kâfirliktir…

Hazret-i Muhammedi, bilip de yoktur demek;

En büyük kusur budur ve dahi kâfirliktir;

Akıllıyım deyip de, Cehennemi istemek…

Bakınız Russel ne diyor: ‘İsa ile Muhammed,

Devrimci peygamberdir, İncil’de adı Ahmed;

 O’nunla cihan nûrdur, O’nunla geldi rahmet;      

Bunları bile bile, tutup aksini söylemek; 

En büyük kusur budur ve dahi kâfirliktir…                                                                                                      

Karikatürcü seni ve dahi beni neden;                                

Konu yapıp ardından, çizmiyor istemeden? 

Asıl gaye düşmanlık, küffarca fikrî maden…   

Sanat işin cilâsı, kinini perdelemek;                                      

En büyük kusur budur ve dahi kâfirliktir…

Hoca-müftü şart değil, Nobelli yazar diyor;                      

Hazret-i Muhammedi, Nebi ilân eyliyor;            

Demek ki dünyâ bunu, elbet böyle biliyor;              

İşin başı îtikât ve dahi O’nu sevmek;     

Rabbim O’nu seviyor, bunu böylece bilmek…

KAYIKÇ’Ali sözün hak, aksini demez bunak;

 ‘Lâ ilâhe illallah’, Yaratan’a bir ‘sunak’;       

 ‘Muhammed Resûlallah’, küfürlü kalbe ‘yunak’;

İşin başı îtikât, ve dahi O’nu sevmek; 

Rabbim O’nu seviyor, bunu böylece bilmek.

<><><><><><><><><><><><><> 

‘Hem Okudum Hem de Yazdım’ serisinin ikinci kitabı da aynı ölçüde ve 304 sayfadır. ‘Terör olayları ve Suriye’ konulu köşe yazıları ve yazılarla bağlantılı şiirleri ihtiva etmektedir.  Bu ciltteki 111 adet şiirli köşe yazılarının başlıkları:

Önsöz, Adı Yeşil Olmuş, Firavun Kafeste, Hıyanet-i Vataniye Sonrası, Bu Sürmez Böyle, Teröre Bak Teröre, Milyar Dolarlar Sisi’ye, Temel Başkan Diyor Ki, 5 Bin Varil Bombası, Hesabını Ver, Kaynaklar/Kimler, Kan Eden Kandan Gider    , İsa Abanoz/SAYDER Başkanı, Esad’a Bak, Dosta Bak, Terör Merör Dediler, Gitti Ha Gitti Esad, Kısasta Hayat Vardır, Vampirler Hep Kol Kola,            Ya Sıtma Diyorlar, Kurtlar Sofrasında Suriye, Başbağlar, Başı Bağlar, Bir Zâlim Ölmüş Diyeler, Tefe Vurmuş Kandilspor, Bir Beyanname K…, Pilli Vekil Bunlar, İnsan Denen Şu Zalimler, Dalga Dalga Ergenekon, Zalime Yardım Edenler, Kesilen Kol Bizimdir, 40 Yıl Oldu Aşıyor, Millet İçin Var Olmak, Adam Olup Adam Gibi, Vay Benim Dertli Başım, Danimarka, İç ve Dış Düşman, AİHM Demiş Ki…, Dostlara Bak Dostlara, Söyle Goldstone, Ben Sana Dost Dersem, Avrupa Sevmez Bizi, Tuzaklardan Tuzak Beğen, AB’miz var AB’miz, Tâviz Tâviz Üstüne, Ey AB Hayranı Uyuma   , Ne Tanzimatı- Hayriyye, AB misin Nesin?, İnsan İnsanlığı İle, Etme AB, Gitme AB, Hani Biz Hür Ülke İdik? Duydun mu Ey Şehit? Bir Dâvâ Ki, Gözün Aydın ABD, Fettullah’tan Önce, Gözün Aydın PKK, Dikkat Dikkat Aranıyor, Dün Altun’a, Bugün, Ümitvar 01 Türkiye’m, Ulu’l Azm’e Sevgi Seli, Lidere Bak Lidere, Eksen Kaydırmacası, Yakınma Bir Leş-leşmiş, Ne Duydum? Asrın Hasta Adamı: BM, Çok Yalvardık Sana, Hani Sizde Frank Vardı, Bizler miyiz, Nakba Olayları, Kim Demiş Fâil-i Mechûl, Bitmeyen Sürgün, Cilvegözü-Reyhanlı, Yetiş Pîr-i Türkistan, Vurmak Daha Güzeldi, Dost’a(!) Bak, Dağlıca Katiline/1, Dağlıca Katiline/2,  Fransız Tiyatrosu, Son Fransız Aksiyonu, Yandın Mükellefim, Peres’e Bak, Barışa Bak, Fener Işığındaki…, Karıştır ki…, Lâfa Bak, Vekile Bak,       NATO’yu Dost Belliyorsun, Hay Ağzına Sağlık, İstemem Ben Demokrasi, Oğula Bak Oğula, Ezanlar Okunurken, Bil Bakalım Neresi, İlk Farkımız Duâlarımızda, Bu Fırtına Dinmeli, Gelsin Yeşil Dolarlar, Şifâ Bulmamış Yaralar, Yuh Olsun Yuhlar Olsun, İdamlar Geri Gelsin, Çoğunluk Kim, Şehit Kimdir, Şâhit Kim? Bu Olacak İş midir? Can Bedene Emânettir, Bir Rüya ki, Ayniyle Vaki, Dünya Huzuru, Hastalık Var, İlâç Var, D-8’e Bin Hasret, Gafil Olma, Bu Nasıl Zafer Böyle, Neler Gördü Bu Dünya, Cevher’lere Ağıt, Allah’ın Emrine Uyulsun, IŞİD Çıktı Piyasaya, Küfür Tek Millettir, Birileri Fidan Demiş, Tüm Dertlere 4 Devâ,   Davam İle Son Söz.        

İnsanları, iyiye, doğruya ve güzele yönlendiren kolay okunan, kolay anlaşılan yazılardan herkesin alacağı dersler, öğreneceği yeni bilgiler bulunmaktadır.

Eserin arka kapak yazısı:       

Bilgilerin doğru olması kâfi değil. Esas olan yazarıdır. Yazarının rûhâniyyeti satırların arasında dolaşır. Yazan ihlâslı birisi ise, okuyan istifâde eder. İhlâslı değilse, fâsıksa, habis rûhu kitâba aks eder. Okuyan zarar görür de haberi bile olmaz. İşte, Müslümanlar böyle kitapları okuyunca kalplerinde bir kararma meydana gelir. Kitabı yazan, yazdığından daha mühimdir. Temiz su, temiz borudan geçerse temiz olur. Temiz su, pis borudan geçerse temiz olur mu?

Pis borudan akan sudan şifâ olmaz.

Mübârek Hüseyin Hilmi Işık (rahmetullahi aleyh) Efendi (1911-26.10.2001 Eyüb/İstanbul) Hazretlerinin bu güzel tespitleri ışığında bilgilerin doğruluğuna çalışırken bir yandan da hep ihlâslı olmaya gayret gösterdik ki Siz Saygıdeğer Okuyucularımız, bizden yana herhangi bir mânevi kayba uğramasın… Diyoruz ve hepinizi kalbî sevgi ve saygılarımız ile selâmlıyoruz.

<><><><><><><><><><><><><> 

Hem Okudum Hem de Yazdım serisinin Üçüncüsü, diğerleriyle aynı ölçüde, 488 sayfadır. Dil ve kültür konulu şiirli köşe yazılarını ihtiva etmektedir.  Bu ciltte de yüz55 şiirli makale vardır. Müellifi Ali Kıyıkçı, Havasını teneffüs ettiği, suyunu içtiği Samsun’u anmak ve hatırlatmak maksadıyla 55 rakamını sıkça kullanıyor.

Eserin ‘Bismillâhirrahmaânirrahîm’ kelimesiyle başlayan ilk sayfasında, kitapta yer alan makalelerden seçilen cümleler, yazarlarıyla birlikte veriliyor:

*Oku! Seni yaratan Rabbinin adıyla. Oku! O, keremine nihâyet olmayan Rabbindir, kalem ile yazı yazmayı öğreten de O’dur. O, insana bilmediği şeyleri öğretti. Sakın okumazlık etme; çünkü insan, kendini nasîhate ihtiyacı yokmuş görmekle muhakkak azgınlık eder!

                                         (Kur’ân-ı Kerîm; Alak Sûresi, âyet 1-7’den)

*Bazı şiirler, elbette apaçık bir hikmettir. Hikmetli söz müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa, hemen alır.’ ‘Büyüleyici sözler gibi, hikmetli şiirler de vardır…’, ‘Şâir Hassan’ın sözleri, düşmana ok yarasından daha tesirlidir…’, ‘Şiir, bir söz ki, güzeli daha güzel, çirkini daha çirkindir…’   

(Hz. Muhammed (sallailahü aleyhi vesellem)

‘Bizce şiir, mutlak hakîkati arama işidir… Mutlak hakîkat Allah’tır…’, ‘Şiir, Allah’ı sır ve güzellik yolundan arama işidir… Şiir, türlü tecelli yoluyla Allah’tan gelir ve bütün bu perdeleri devirerek Allah’a yol açmaya doğru gider…’, ‘Şâir odur ki; renk, çizgi, ses, ahenk, hacim, pırıltı, ışık, buud, hareket, edâ, mânâ, her tecelliyi şiir, şiiri de Allah için bilir…’, ‘Renk renk hâtıralarım, oda oda silindi/Anne kokan bir Türkçem vardı, o da silindi.’

(Necip Fâzıl Kısakürek-Çile)

‘Şiir, nesirden bambaşka bir hüviyettedir. Şiir duygusunu lisan hâline getirinceye kadar yoğurmak, onu çok toplu bir madde hâline sokmak, o kadar ki, mısra güyâ hissin ta kendisi imiş gibi okuyucuya samîmi bir vehim vermektir’.      

(Yahya Kemâl Beyatlı)

Bugünden sonra; divanda-dergâhta, bargâhta, mecliste-meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya!..’           

‘Karamanoğlu Mehmet Bey-12 Mayıs 1277)

‘Türk demek, dil demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim, diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka, Türkçe konuşmalıdır.’

(K. Atatürk-17 Şubat 1931)

‘Millî dil, sâdece yaşayan nesillerin dili değildir. O, geçmiş ve geleceği ile bir milleti kucaklar. Onun için, milletler ve devletler, millî dil politikalarım’sâdece yaşayan nesillere göre değil, geçmiş ve geleceklerini de düşünerek plânlamak zorundadırlar. Halk, yaşayan dille konuşur ve yazar, fakat aydınlar, hiç olmazsa kendi sahalarında en geniş mânâsı ile millî dilini anlamak mecburiyetindedirler.’          

(S. Ahmet Arvasî-Size Sesleniyorum)

<><><><><><><><><><><><><> 

Şâir ve yazar Ali Kayıkçı’nın, aynı ölçü ve görünümdeki ‘Hem Okudum Hem de Yazdım’ isimli serinin üçüncü cildi, Bin beş yüz 55 adet basılarak okuyucuya sunuldu.

Kitabın ‘Önsöz’ yazısı:

Saygıdeğer Okuyucularımız!..

Peygamberimiz Efendimiz Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ‘İlmin kapısı’ diye niteledikleri Hz. Ali (Radiyallahü anh) hazretleri, ‘Öldükten sonra yaşamak isterseniz, ölmez bir eser bırakınız!’ derken ‘Oku!’manın ne kadar önemli olduğuna işâret buyurmuşlar ve ilim tâliplerince de bu âdeta bir vâsiyet olarak benimseyip yaşanmış ve hilâfeti döneminde de ülkeden ülkeye bu emri duyurmuşlardır…

Bilindiği üzere “Kültür Bakanlığınca 1992 yılı ‘Okuma Yılı’ olarak ilân edilmiş ve açılan ‘Halk Şâirleri Arası Kitap Sevgisi ve Okuma’ konulu ‘şiir yarışması’nda da ‘Oku Dedikçe’ başlıklı destan/şiiri ile Âşık Gümanî (İmsak Kılıç), giriş dörtlüğü ile bütün dünyâya şöyle seslenmiştir:

‘Kelimeyi seçtim, heceyi seçtim/Annem babam bana, oku dedikçe; Nasılı-niçini, niceyi seçtim/Annem babam bana, oku edikçe’

Demek ki, öldükten sonra yaşamak ve kalıcı/ölmez bir eser bırakmak için ‘Oku!’malı; okurken de ‘Rabbinin adıyla/besmele’ ile başlamalı ve ‘iyi ve güzel, hayırlı ve faydalı’ şeyler okumalı, yoksa Apo denilen malûm şahıs gibi üniversite kapısından çıktıktan sonra dağın yolunu tutarak, iç ve dış şer güçlere âlet olarak kan dökmeyi, terör estirmeyi, zâlimlerle kol-kola yaşamayı değil, ‘sâlih ameller’ işlemeyi ve Cenâb-ı Allah’ın huzuruna ‘mümin bir kul’ olarak varmayı gâye edinmelidir…

Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye’nin müellifi ve ‘Mektûbât’ kitabının da mütercimi olan, ayrıca dinî ve ahlâkî konularda yazılmış pek çok eseri bulunan Hüseyin Hilmi Işık (1911-2001) ‘rahmetullahîaleyh’, İlmihâl’in ‘Önsöz’ünde özetle şöyle demektedir:

‘Târih gösteriyor ki, yalnız kendi rahatlarını, keyiflerini düşünen krallar, dînsiz, ateist diktatörler; ellerini kana boyayıp, memleketlere hâkim olmuş, zulüm ile fesad ile insanları inleterek cinâyetlerini hıyânetlerini gizleyebilmek ve yalanlarına herkesi inandırabilmek için korkutmuş iseler de çabucak yıkılmışlar ve yıllarca lânetle anılmışlardır.

……………………

Bizler, İbrâhîm-i Ethem ‘küddise sirrüh’ hazretlerine vâki bir suâle cevâben buyurdukları gibi; ‘Allahü teâlâ (Ey kullarım! Benden isteyinizl Kabul ederim, veririm) müjdesine karşı bizler ‘itâat edici, Peygamberi ‘sallallahü aleyhi ve sellem’i tanıyıcı ve O’nun sünnetlerine uyucu, Kur’ân-ı Kerîm’in yoluna gidici olalım ki, duâsı kabûl edilenlerden ve bunun netîcesinde de huzur ve güvene kavuşanlardan sayılalım’ diyor ve ‘Hem Okudum Hem de Yazdım’ ‘Köşe Yazısı Konulu Şiirler’ adını verdiğimiz bu çalışmamızın 3. cildinde, ‘Dil ve Millî Kültür’ konularıyla tekrar karşınıza çıkmanın sevincini yaşıyoruz…

………………………….

Bu eserimiz için de yazmayı lütfeden Cenâb-ı Allah’a; arzın ağırlığı, arşın yüksekliğince hamd-ü senâlar eder, Siz Saygıdeğer Okuyucularımızdan da teveccühlerini esirgememelerini diler, Samsun Yazarlar Derneği SAY-DER’e ise, yayın desteklerinden; ht Matbaa’na ise titiz ve örnek bir tasarım ve baskıyı gerçekleştirmiş olmalarından dolayı teşekkürlerimizi sunarız…

Kalbî sevgi ve saygılarımızla…

<><><><><><><><><><><><><> 

Ali Kayıkçı’nın yukarıdaki 3 kitapla aynı ölçülerde, 478 sayfalık ‘Asrın Soykırımı/Gazze Destanı’ isimli eserinin 1. Baskısı Nisan 2024’te, 2. Baskısı 12 Eylül 2024 târihinde yayınlandı. Eserde herbiri şiir takviyeli yüz55 adet makale bulunuyor. 

Muhteva itibâriyle dikkat çeken makalelerden bâzılarının başlıkları:

Kurgulanmış Reziller, Ne Diyorlar İyi Bak! , Munis Dendi/Tekin Dendi; Aldandık!,  İmdât! İmdât! Desek/Kim Duyar Bizi? Şu Gâvur Hayranlığı Yedi Bitirdi Bizi!,   İkiyüzlü Gâvurlar Siyonizm Zulmüne Kör!, Siyonizm Bir Kanserdir, Conihom Büyük Uru!, Ayak Üstünde, 22 Yalan,  Çâre Değil, Ak’la Yol Bulmak Gerek!, Bâtıl Batı, Yine Zâil Olacak! Yeni Bir Canlı Türü: Cife Netanyahlar Var!, Çocuk-Kadın, Yaşlı-Hasta Demeden, Ağlıyoruz Filistine, Lânet Olsun Sîzlere! Batasıca Batı/Hep Aynı Değil! Yoklar Diyarında Varlar! Küfür Tek Millettir, Uyuma Uyan! İftirâdır, Bühtân Olur Bu Sözler! Vladi Kazıklı İdi, Netanyahu: Bombacı, Terörist İsrailde Sapık Yol/İnanışlar, Siyon Mikropları Var, Dilimize Bulaştı/Az Kaldı ABD, Sona Yaklaştı! Ana: Ağlar, Çocuk: Ağlar, Han: Ağlar! Tevrât ve de Kur’ân’da, Kısâs Var mı? Elbet Var!, Âdil Bir Dünyâ mümkün! İsrail Ve ABD, Artık Gazze Kasabı, Çocuklar ve Kadınlar Öldü, Kalanlara Sürgün Var! Yahûdi  Allah’a Giden Yolu Tıkayandır! Akıl-Fikir Arama! Susar Bu Batı Susar! Aziz Gazze / Can Gazze! İnsan Müsveddeleri, Oniki Şehidimiz Yürekleri Dağladı, Mossad Salmış, Enikleri Yurduma! ‘Yalanın En Büyüğü”, Artık Gazze Yalanı, Arz-ı Mev’ud Masaldır! Gazze Kasabı, Gürültü Yapmayın, Millet Uyuyor! Siz İftarı Beklerken, Biz Aç… Aç Öleceğiz! Firavunu Geçti, Katil Netanyahu. Son Asrın Vampiri, Şu Bu Hakkı Yok Artık, Siyon Menfaati Var! Hevâ Adamı İsen Elbette Dâvâ’n Olmaz! Gazze: Karabağ’ın Aynası Sanki!

Yukarıdaki 4 kitabı edinmek isteyenler için iletişim kanalları:

ALİ KAYIKÇI (Âşık Derebahçeli) ht Matbaa. Hançerli Mahallesi, Atatürk Bulvarı Nu: 112/A İlkadım / SAMSUN Telefon: 0.535-218 84 41 / e-posta: alikayikci55@gmail.com 

Konudan Konuya  (48)

     – Ağaçların her tarafa doğru dalları büyürken, belli uzunlukta simetrik olarak kalmaları; biri kısa biri uzun olmamaları, tepeye doğru her iki yanda büyürken, yine gövdeden aynı uzaklıkta fakat kendilerinden öncekilere nazaran, gittikçe kısalarak bir koni teşkil ederek tepede noktalanmaları; onların başına buyruk olmadıklarının, bir emir tahtında / altında büyüyüp geliştiklerine, asla tesadüf eseri gelişmediklerine ve Yüce Allah’ın varlığına apaçık bir delildir.

     – Duvara raptedilmiş saatın çalışırken çıkardığı seslerle “Ne diyor?” diye, kendi kendimize bir soru soracak olursak; alacağımız cevap, herhalde “İnsan İnsan!” olacaktır. Çünkü onu yapan, onu kuran ve onun nasıl çalışacağını tayin eden İnsan’ın adını zikrediyor.

     – Bir kitabı, sadece okuyanlarını dinleyerek; o kitap hakkında bir fikir edinebilir miyiz? Şüphesiz ki hayır. Çünkü kitabı okuyan, yeterince veya doğru anlamamış olabilir. Öyleyse okunacak kitabı bizzat kendimiz okumalı ve anlamaya çalışmalıyız. Unutmayalım ki, “Elden gelen öğün olmaz. O da vaktinde bulunmaz.” deyişini bir de bu husus için hatırlıyalım.

     – Başkasına itimat etmeyen, nefsiyle teşebbüs etmeli. Yani bizzat kendisi girişimde bulunmalı, harekete geçmeli. Sonra da, kimsenin etkisinde kalmıyarak kabul veya reddetmeli. Fakat bu karar verişini aceleye getirmemeli. Önce biraz kuluçkaya yatırmalı. Okuduğunu içselleştirmeli. Hissî bakış, duyuş ve düşüncelerden uzak kalmalı.

     Okuduklarını akıl süzgecinden geçirmeli. Hattâ kitaba yapılan tenkitleri ve bunlara verilen cevapları da, mütalâa etmeli. Çok zor teslim-i silâh etmeli. Bir de kabul edince, ona sımsıkı sarılmalı. Artık tüm dünya tasvip ve tasdik etmese de, onun kitap hakkındaki kanaati asla sarsılmamalı.

     – Bazıları, “Dünyada görülen çeşitli yanlışlara, hatalara, kötülük, haksızlık ve zulümlere ve bu gibi nahoş / hoş olmayan hâdise ve olaylara; Hz. Allah niçin müdahale etmiyor, niçin fırsat veriyor? Vermese ya!” diyerek taaccüp ve şaşkınlıklarını dile getiriyor.

     Hepimiz talebe ve öğrenci olduk. Öğretmen yazılı imtihan / sınav yaparken, aynı zamanda sıralar arasında dolaşır durur. Bu sırada kimi öğrencilerin sorulara yanlış cevaplar yazdıklarını görür. Fakat onları ikaz edip uyarmaz. Aksi takdirde bu sınav sınavlıktan çıkar. Doğru yazan talebelerin de, çalışmalarını boşa çıkarır. Bir bakıma çalışan talebe cezalandırılmış olur.

     Oysa öğretmen sonucu bildirmekte ihmal etmemiş, sadece imhal etmiş / zamana bırakmış olur. İşte dünya da, aslında bir imtihan salonu hükmünde. Suçlular hemen cezalandırılsa, dünyada kimseye rastlanmaz. Keza öğrenci de, bir kırık not aldı diye sınıfta bırakılsa, okulda öğrenci kalmaz.

     Hz. Allah kulların yaptıklarını hükme bağlamayı; doğru yolu bulsunlar diye, nasıl ki hayatlarının sonuna bırakıyorsa, öğretmen de talebenin sınıfı geçip geçmemesi kararını, sene sonuna bırakıyor ki, aklı başına gelsin. Ders yılı bitmeden toparlansın. İşte Yüce Allah’ın ihmal etmeyip, imhal etmesindeki hikmet; bizlerin düşünmesi, aklımızı başımıza bir an önce devşirmemiz için.

     Çünkü dünyada eşitlik değil, adalet asıldır ve her zaman asıl, esas ve temel adalet olmalıdır. Yani herkese müspet olsun menfî olsun, ancak hak ettiği verilmeli. Aksi takdirde ne doğruluğun ne de çalışmanın bir değeri kalır.

     Nitekim bunun içindir ki: “El-adlü esasü’l-mülk.” / “Adalet mülkün temeli.” denmiştir.

     – İnek, koyun ve keçilerin bakımlarıyla, yaz kış niye uğraşıp duruyoruz?

     Bilhassa sütleri için değil mi? Madem ki, bu hayvanlardan sütü, onlara ot ve saman yedirmekle elde ediyoruz! O halde niye bunların kahrını çekiyoruz?

     Öyle bir âlet yapalım ki, bir taraftan otu koyup, öbür taraftan sütü alalım!

     Ama öyle olmuyor işte! Bunca aklı ve zekâsıyla insan bunu yapamıyor ve öyle bir makine icat edemiyor! Peki öyleyse nasıl oluyor da, o muhteşem nimet olan sütü, aklı fikri olmayan hayvanlardan biliyor, onların yaptığına kaani oluyoruz?

     Halbuki bu, onların işi değil. Onlar sadece birer sebep. Sütü sebeplerin sebebinden, yani Yüce Allah’tan bilip, işi O’na havale edelim ve sen sağ ben selâmet diyelim vesselâm.

Muayenelerden Hastaneye – Özel Kocaeli Hastanesi (7)

Özel Kocaeli Tıp Merkezi; burası cerrahi tıp merkezi ruhsatı alarak yeni ortak hekim ve çalışanları, ameliyathanelerinde doğum dâhil küçük cerrahi müdahaleleri yapabilme imkanı ile 2016’ya kadar aynı yerde hizmete devam etmiştir. 2016’da ise Yenişehir Mahallesi Demokrasi Bulvarı’nın Kandıra Sapağındaki yeni yerinde çalışmalarını sürdürmüştür.

Bu tıp merkezinin ortakları 2018’de hastaneleşme şartlarının oluştuğunu düşünerek Yeniköy Merkez Mahallesi Teknopark Caddesi No: 3’de hastane olarak yapılan binayı kiralayarak Özel Kocaeli hastanesi adıyla hizmete sokmuşlardır. Bu hastanenin kurucu ortağı olan hekimler şunlardır:

Dr Yusuf Yazıcıoğlu; Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden 1996’da hekim, Kartal Lütfü Kırdar Eğitim Hastanesi’nden2002 de Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji uzmanlığını almıştır. Aynı yıl eş durumundan Kocaeli Devlet Hastanesi’ne gelmiştir. Dündar Rof iş merkezindeki merkez polikliniğinde Milrobiyoloji ve Enfeksiyon uzmanı olarak da çalışmaya başlamıştır. Daha sonra Kocaeli Tıp Merkezi’nin de sorumlu hekimi ve ortağı olmuştur. Ayrıca Özel Kocaeli sistem tıbbi tahlil laboratuvarı (kuruluşu 2011) ve sistem gıda laboratuvarının (kuruluşu2013) kurucu ortağı ve kendi branşındaki sorumlusudur. 2011de devlet hastanesindeki görevinden ayrılıp tam gün serbest hekim olarak çalışmasını sürdürmüştür. 2020 yılında Seka Devlet Hastanesi’ne geri dönmüş, 2024 yılında ise emekli olarak kurucusu olduğu özel

laboratuvarlarına geri dönmüştür. Özel kocaeli hastanesindeki ortaklığını hastanenin devriyle, Özel İlgi Çocuk sağlığı merkezindeki ortaklığını ise 2018’de sonlandırmıştır. Halen Sistem Tıbbi Tahlil ve Sistem Gıda Laboratuvarı’ında çalışmasını sürdürmektedir.

Dr Fuat Ayar: Trabzonlu olup 1989 yılında Trabzon Tıp Fakültesinden hekim olmuş ve Hereke sağlık ocağına gelmiştir. 1995’te kurulan körfez ilçemizdeki Marmara polikliniğin kurucu ortağı ve çalışanıdır.2010’da bu gruptan ayrılıp hyperbarik oksijen tedavi merkezi olan Oksimed tıp merkezi’ni kurmuştur. 2013’te ise buradan ayrılıp Kocaeli Tıp Merkezi’nin ortaklarından olmuştur. 2015’te buradan da ayrılarak estetik üzeri hizmet veren bir merkezin kurucusu olup halen bu alanda çalışmaktadır.

Dr İnci Çavuşoğlu: Hacettepe Tıp’tan 1993’te hekim, Ankara Zekai Tahir Burak Kadın doğum hastanesinden ise 1998’de uzman olmuştur. Eşi Dr. Şenol Çavuşoğlu İzmitli olup eş durumundan Önce Karamürsel’e, 2002’de ise Koceeli Devlet Hastanesinde kadın doğum uzmanı olarak atanarak çalışmaya başlamıştır. Aynı yıl Demiryolu caddesi Alemdar kavşağında muayenehanesini açmıştır. 2011 yılında Kocaeli Devlet Hastanesindeki görevinden ayrılıp tam gün muayenehanesinde çalışmaya devam etmiştir. Burada açtığı Lotus Gebe Eğitim Birimi gibi çalışmaları ile şehrimizin kendi alanında güvenilip aranılan hekimlerinden olmuştur. 2011’den itibaren Kocaeli tıp merkezi’nin ortaklarındandır. Bu ortaklık özel kocaeli hastanesiyle devam etmiştir. Hastanenin devrinden sonra yalnız muayenehanesinde hekimliğini sürdürmektedir.

Prof. Dr. Eray Çalışkan: 1976 Bulgaristan Kırcaeli doğumludur. Ailesi 1976’da Türkiye’ye gelmiştir. 1996’da Hacettepe’den hekimlik, 2002’de ise Ankara Etlik Kadın Doğum hastanesi’nden uzmanlığını almıştır. Aynı yıl Kocaeli Tıp Fakültesi Kadın Doğum Hastanesinde uzman olarak göreve başlamıştır. 2009 ve 2010 yıllarında tıp fakültesi ile kocaeli sağlık müdürlüğünün ortak bir çalışması şeklinde olan doğumdaki anne ölüm oranlarının sıfıra çekilmesi konusundaki çalışması ile Kocaeli gazetesince yılın doktoru seçilmiştir. Bu çalışması daha sonra Bakanlık Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’nce örnek proje seçilmiş ve uygulamada Dr Eray Çalışkan konunun danışmanlığını yürütmüştür. Aynı yıl Doçent olmuştur. 2011 yılında ise istifa edip muayenehane açarak serbest hekim olarak çalışmaya başlamıştır. Bu arada kocaeli tıp merkezine ortak olmuştur. 2018de ise özel kocaeli hastanesini kurucu ortaklarındandır. Halen İzmit Yahyakaptandaki muayenehanesinde hekimliğini sürdürmektedir. Ayrıca Kocaeli teknopark’ta genetik araştırmalar yapan bir merkezin kurucusudur. Uluslararası jinekoloji derneğininde başkanlığını yürütmektedir.

Dr Ayhan Arpacı: 1970 Denizli doğumlu olup 1995’te Eskişehir Osmangazi Tıp Fakültesi’nden hekim olmuştur. 2000 yılında Kocaeli Tıp Fakültesi ortapedi kliniğine asistan olarak girmiş, 2005 yılında buradan uzmanlığını almıştır. İlk uzmanlık çalışmasını İstanbul’da özel bir hastanede yapmıştır. 2007’de körfez özel marmara hastanesine gelmiştir. 2011’de ise kocaeli tıp merkezinin ortağı ve aynı zamanda ortopedi uzmanıdır. 2012 yılında hekimliği yanında siyasi çalışmalara MHP il başkan yardımcısı olarak katılmıştır. 2014 yılında ise MHP nin İzmit belediye başkan adayıdır. Bir dönem İzmit belediye meclis üyesi olarak hizmet vermiştir. Halen Özel Aktif Kocaeli Hastanesi’nin ortopedi uzmanı olarak görevini sürdürmektedir.

Özel Kocaeli hastanesi şehrimize gelip sağlık alanında çalışan bir kısım hekimin iş ve imkân birliğiyle açılan bir yerdir. Bu hastanemiz 2021 yılında pandeminin de etkisiyle oluşan zorluklar sebebiyle satışa çıkarılmış ve Yalova’daki sağlık alanında yatırım yapmış olan iki sağlıkçının aktif hastaneler gurubu tarafınca satın alınmıştır. Halen 45 hekimi, 300’e yakın çalışanı, 75 yatak kapasitesi ve Özel Aktif Kocaeli Hastanesi adı ile 7/24 hizmetini sürdürmektedir.

İyilik ve sağlık dileklerim ile…

Basın Bildirisi:

Aziz Türk Milleti

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey (1938-2000) diyordu ki: “Mustafa Kemal Atatürk’ün askeriyim” . Türk Ordusu erinden teğmenine, teğmeninden orgeneraline Atatürk’ün askeridir.

Tarihin imtihanları şahittir ki, Aziz Türk Milleti köylüsünden kentlisine, çiftçisinden öğretmenine tüm mensupları ile aynı duygu ve düşünceyi taşımıştır: Hepimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleriyiz

“Ne mutlu Türküm diyene”

Türkiye Cumhuriyeti

2023 Bağımsız Cumhurbaşkanı Adayı

Hilmi Özden

Halka Rağmen Çözüm Süreci

Millete işi gücü bıraktırıp bilmece çözmeye zorluyorlar. Cevabı merak edilen soru şu: Devlet Bahçeli “Öcalan açılımını” CB Erdoğan’a haber vermeden mi yaptı, yoksa birlikte karar verdikleri bir planı belli bir senaryoya göre uygulamaya mı çalışıyorlar?

Millet bu soruyla meşgul edilirken, Devlet Bahçeli Öcalan’ı Meclis’te konuşturma ve (terörü bitirme karşılığında) teröristbaşına af getirmek projesini her hafta tekrarlıyor. Erdoğan sanki bu fevkalade önemli sözler söylenmemiş gibi bu konudan bahis açmıyor.

Şimdi bir de her gün saat 15’te MHP’nin resmi hesabından Bahçeli’nin “Vakit Tamam” başlıklı şifreli mesajları yayınlanıyor. Milletin bütün dertleri unutulsun diye dikkatler siyasetin çelik çomak oyununa çekiliyor.

Neymiş efendim, “Bahçeli bu mesajlarla kime sesleniyor ve ne anlatmak istiyormuş?”

Devlet Bahçeli neden “Yalnız kalırsınız bazen en yakınınız bile anlamaz sizi” mesajı yayınlamış?

Milletin kaderini ilgilendiren bu kadar ciddi bir meselede ülkeyi yönetenlerin millete verdiği değere bakar mısınız?

Böyle şifreli mesajlar göndereceğine, Devlet Bahçeli ne demek istiyorsa ve kime demek istiyorsa açık açık söylese olmaz mı?

****

Bahçeli’nin “hesap adamıyım” diye başlayan eski şifreli sözlerini anlamasak da çok ciddiye almasak da şu gibi sözlerini gülümseyerek dinleyebiliyorduk:

Mesela MHP’nin 40. kuruluş yıl dönümüyle ilgili ilginç bir de hesap yapmıştı: “2009 yılındayız. 2009’un sıfırlarının üzerine çarpı koyun, atın. Ne kalır, 2 ile 9. 2 ile 9’u toplayın 11 eder. Şimdi de 29’la 11’i toplayın, 40 eder. Bunlar tesadüf olamaz…”

“3 bölge var İstanbul’da. Toplam milletvekili sayısı 98. 9+8 eşittir 17. Bugün 17 Mayıs ise Kadir gecesi. Bu tesadüf müdür?” gibi.

“Bilge lider” matematik hesaplarının dışında yüzüğüyle, dosyasıyla, odasına koyduğu objelerle, dinlediği arabesk şarkılarla subliminal mesajlar vermeyi de seviyor. Bu tür mesajlarla zeki, bilge, derin düşünen bir devlet adamı portresi çizdiğini düşünebilir. Bunları siyasi bir taktik olarak anlayışla karşılayabiliriz.

****

Ama Türkiye’ye gerçek bir “beka sorunu” yaratabilecek, ülkeyi bölmeye veya federasyona götürebilecek, çok uç bir siyasi çözüm teklifi sunarken de aynı yöntemlere başvurmasını bir sade vatandaş olarak kabul edemiyorum.

Mademki CB Erdoğan’la Bahçeli arasında görüşme yapıldı. Görüşme sonunda Türk milletine ve Kürt ayrılıkçılara net mesajlar verilerek endişelerin ve merakların giderilmesi gerekmez mi?

Demokratik bir ülkede ülkeyi yönetenlerin -siyasete en uzak olanların bile anlayabileceği şekilde- sorunları ve çözümlerini vatandaşlarına anlatması görevleri değil midir?

Kapalı kapılar ardında esrarengiz mutabakatlar yapıldığı görüntüsü vermek ve Türk devletini teröre karşı yenilmiş ve terörün bitirilmesi için teröristbaşına muhtaç halde imiş gibi göstermekdevlet aklına” sığar mı?

****************************

Eski Komünist Başdanışmandan Bahçeli’ye Övgü

Yapılan anketler “Bahçeli’nin Öcalan açılımını” milletin desteklemediği, MHP’ye oy verenlerin bile yüzde 90’ının benimsemediği ortaya çıkardı. Sadece DEM seçmeninin desteklediği görüldü.

Böyle olunca Bahçeli’ye destek CB Başdanışmanı Mehmet Uçum’dan geldi. Eski Komünist Partili Uçum’un fikirlerinin sadece CB Erdoğan ile değil Bahçeli ile de uyumlu hale geldiği görüldü. Mesajdan anladık ki sadece uyumlu değil, meğer Uçum bir Bahçeli hayranı imiş. Bahçeli’yi ortaya koyduğu bu gelecek vizyonu” sebebiyle öve öve bitiremedi.

“Sayın Bahçeli, Terörsüz Türkiye hedefine ulaşmaya katkısı olması kaydıyla, Öcalan için umut hakkını dahi gündeme getirmeyi her şeyi göze alarak ifade eden eşsiz cesaret sahibi bir liderdir” dedi.

Başdanışmanı Uçum’un açıklamalarını CB Erdoğan’dan habersiz ve O’nun çizdiği sınırın dışında yapmış olması pek akla yatkın değil. En azından halkın büyük kısmı bu mesajları Erdoğan vermiş gibi algılayabilir.

Anlaşılan saray ahalisi için halkın görüş ve inançları önemsiz. Ya da o kadar kötü şeyler olacak ki alıştıra alıştıra söylemeleri gerekiyor. Fakat sadede gelemiyorlar. En sonunda zihinler alıştırıldıktan sonra “ölümü gösterip sıtmaya razı edecekler.”

Ama görünen o ki “Kürt Sorununa siyasi çözüm” talebine uygun bir şeyler pişmeye devam ediyor.

Tıpkı Türk devlet görevlileri ile PKK yöneticileri arasında yürütülen Oslo Görüşmelerini aş pişip yanmaya başladığında öğrendiğimiz gibi detayları çok sonra öğreneceğiz.

***********************************

Bitirdiğimiz Terörü Sonlandırmak İçin

İktidar yetkililerinden yıllardır “terörü bitirdik”, “dağdaki az sayıda teröristin ayakkabı numarasına kadar biliyoruz” gibi açıklamalar duyuyorduk.

Devlet Bahçeli’nin teröristbaşı Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması, Öcalan’ın TBMM’de DEM grubunda konuşması, “umut hakkı” diyerek af çıkarılması çağrısının şartı ne idi?  “Terörün sona ermesi.”

“Bilge lider”denilen zatın bu inanılmaz cüretkar teklifi yapmasının sebebi “Terörsüz Türkiye” hedefi için diye açıklanıyor.

Yani CB’nın, İçişleri Bakanının, M. Savunma Bakanının “bitirdik” dedikleri terörü tekrar bitirmeye ve bunun için Öcalan’ın yardımına ihtiyacımız varmış.

***********************************

Bir Sınav Sorusu

“Yalan söylediklerini biliyoruz / Yalan söylediklerini kendileri de biliyorlar / Yalan söylediklerini bildiğimizi de biliyorlar / Yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini de biliyoruz ama hâlâ yalan söylüyorlar.”  (A. Soljenitsin)

Bu özdeyişte ifade edilenler nerede ve kimler arasında geçiyor olabilir?