18.8 C
Kocaeli
Pazar, Eylül 28, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1210

Şeyh Sait, Dersim ve PKK; İsyan Üçlemesi

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu “Tarih Gelecektir” adlı kitabında “Öyle bir coğrafyada bulunuyoruz ki; dünyanın hiçbir bölgesinde bu kadar çok medeniyet kurulmamıştır. Bu şu anlama gelmektedir. Yaşadığımız coğrafyada çok devlet kurulmuş ve çok devlet yıkılmıştır. Dolayısıyla bölgede ayakta kalabilmek için, tarihin engin tecrübesinden faydalanabilmek ve buna bağlı olarak hassas dengeleri gözetebilmek gerekir. Bunun için geçmişi iyi bilmek lâzımdır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “TARİH İHTİYATSIZLAR İÇİN MERHAMETSİZDİR.” dir sözü, coğrafyamızın gerçeklerine tam olarak uyar.” demektedir.

“Tarih Gelecektir” sözü üzerinde çok düşünülmesi gereken ve bir çok şeyi ifade eden bir deyimdir. O sebeple bugün gelişen olayları dün meydana gelenlerle irtibatlandırarak yorumlamak, gelecek hakkında bizi doğru sonuçlara götürecektir.

Balkan Yarımadası tarih boyunca çoğu zaman dünya gündemini belirleyen olayların yaşandığı bir bölge olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderi ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkışını hazırlayan şartlar bu coğrafyada saklıdır.

Bu nedenle Cumhuriyet Döneminde meydana gelen isyanları anlamak için Balkanlarda meydana gelen Sırp, Bulgar, Yunan ayaklanmalarını iyi bilmek ve başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın aldığı pozisyonları iyi belirlemek gerekir.

Örneğin Sırp Ayaklanması 19. yüzyılda Balkanların, Avrupa ve Osmanlı tarihinin en önemli siyasi olaylarından biridir. Berlin Antlaşması ile tamamlanmış gibi görünen bu bunalım Bulgar ayaklanması, Sırbistan ve Karadağ’la ve nihayet Rusya ile yapılan savaşlarla tamamlanır. Ayaklanma çıktığında bunun çok ciddi boyutlara ulaşacağını, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’nın geleceğini belirleyeceğini neredeyse hiç kimse tahmin edemiyordu. Tıpkı Turgut Özal’ın Eruh ve Şemdinli’yi basanları “bir avuç eşkiya”  olarak nitelendirmesi gibi.

Bu gelişmeler ışığı altında bakılınca Şeyh Sait, Dersim ve günümüzde PKK isyanlarının mahiyet itibarı ile Sırp, Bulgar ve Yunan isyanlarından pek bir farklarının olmadığı görülür.

Balkanlarda meydana gelen isyanlar öncelikle Osmanlı İmparatorluğunu yıkmaya dönüktü. Balkanları Türklerden  arındırmayı ve Balkanları Ortodoks hıristiyanlığına terketmeyi ve çoğunluğu Slavlaştırmak amacını güdüyordu. Nitekim Balkanlar, Rus yayılmasının planları için önemli bir coğrafya ve Slavların büyük koruyucusu da “Anne Rusya” idi.

Cumhuriyet Dönemindeki Şeyh Sait isyanının arkasında İngiltere’nin olduğu su götürmez bir gerçektir. Misakı Milli sınırları içinde yer alan Irak Türkmen bölgesinin Türkiye’ye bağlanması konusunda uluslararası  çalışmalar sürerken, Türkiye’yi bu vatan parçasından mahrum etmek ve bir petrol ülkesi haline gelmesini önlemek için bazı kürt aşiretleri kullanılmak suretiyle Şeyh Sait isyanı çıkartılmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti Şeyh Sait isyanını bastırmak için mücadele ederken, Musul ve petroller üzerindeki haklarından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bu ihanet günümüzde yaşayan 73 milyon insanımızın refahını ve güvenliğini etkilemiştir.

Günümüzde Irak’ın toplam nüfusunun % 16’sı kürt ve % 11 Irak Türklerinden oluşmaktadır. Ancak değişik propaganda yöntemleri ile Irak’ta yoğun bir kürt nüfusunun yaşadığı konusunda dünya kamuoyu üzerinde büyük bir ikna kampanyası yürütülmektedir. Tıpkı Türkiye’de yoğun bir kürt nüfus yaşadığı kampanyası gibi. Bu gün Irak, önemli ölçüde nüfus azlığına rağmen kürt kökenli idareciler tarafından yönetilmektedir. Aynı şekilde TBMM’de ve hükümette de kürtlüğünü ifade eden ve nüfusa göre çok büyük bir temsil imkanı yakalayan insanlarımız mevcuttur.

Aslında ülkemizdeki gerçek tarihçi Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun “araştırmalarımızda şunu gördüm ki; pek çok kürt dediğimiz insanlar Türk asıllı” sözlerinde saklıdır. Bu aslında planın ileri aşamalarında uygulanan “ötekileştirmek” kapsamında yer almaktadır. Sadece Şeyh Sait ve Musul’un kaybını ifade ederken bir not olarak belirtmek istedim.

Dersim İsyanının arkasında da Fransa vardır. İsyan döneminde Hatay ilimiz, Fransa Mandası altındaki Suriye’den Türkiye’ye bağlanmak üzeredir. Avrupa devletlerinin Osmanlı Devlet döneminde uyguladığı yöntemlerden birini Fransa Dersim’de  işbirlikçileri ile sahneye koyar.

Amaç Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıf düşürmek ve Hatay’ın anavatana ilhakını önlemektir.

Cumhuriyet Döneminde 1984 yılındaki Eruh ve Şemdinli baskınları ile başlayan isyanın temel amacı da, Türkiye Cumhuriyetinin kalkınmasının engellenmesi ile bölgede ekonomik ve siyasi güç olmasına set çekilmek istenmesidir.

Bilal Şimşir, Kürtçülük II adlı eserinde, PKK isyanının alt yapısının ABD, Almanya, Fransa, İsrail, İngiltere, Hollanda, İsveç ve daha bir çok ülke tarafından nasıl hazırlandığını çok güzel bir şekilde anlatmaktadır.

Şeyh Sait, Dersim ve PKK isyanlarının ileri hedefi “ötekileştirmek”, “yabancılaştırmak ve başkalaştırmak” ve nihayet “asimile” etmektir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti topraklarında başka bir millet yaratılacak ve ülkenin bir bölümü bunların kontrolüne verilerek bölünecektir. Bu Türkleri böl, parçala ve yut hedefinin uygulamaya sokulmuş küçük bir kısmıdır. Esas plan bu coğrafyadan Türkün varlığına son vererek izini silmektir. Günümüzdeki PKK isyancıları ve siyasi yandaşları bu planın taşeronlarıdır.

Örneğin Amerikalılar “Vahşi Kürdistan’da” adlı bir film hazırlamışlar. Bunu 28 Ekim 1966 yani Cumhuriyet Bayramından bir gün önce Rüsselsheim Opel Fabrikasında çalışan ve adresleri önceden saptanmış olan ve özel davetiye ile çağrılan Türk işçilerine bir gece düzenleyerek izlettirmişlerdir. Bu gece için salonu Rüsselsheim Belediyesi sağlamıştır, Türk işçilerine “siz Türk değil Kürtsünüz, ülkeniz Türkiye değil Kürdistandır, Türkçe konuşmayın Kürtçe konuşun” denmiş ve bu çalışmalar günümüze kadar sürüp gitmiştir.

Yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere Şeyh Sait, Dersim ve PKK isyanları arasında  birbirini silsile yolu ile takip eden kuvvetli bağlar vardır. En azından dış destekçileri aynıdır ve hedefleri benzerdir. Öyle anlatıldığı gibi bir halk ve hak arama hareketi değildir. Birinci önceliği Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmak ve bu coğrafyada Türk Milletinin varlığına son vermek suretiyle izini silmek amacını taşıyan bu isyanlar ile bu isyanların siyasi ve fikri yandaşlarına, her türlü desteği vermek, onları medya eliyle baştacı etmek, kamuoyu oluşturmak, Türk milletini yanlış yönlendirmek, bunlara tavizler verilmesine yardımcı olmak gibi davranışlar içerisinde olanlar Türk Milletine karşı yapılan ihanetin ortağıdır.

Yazımızın sonunda bu isyanlara hümanist bir hava ve insan hakları boyutunda verilmek istenen görüntüyü Türk Milletine yedirmek isteyenleri buradan bir kez daha uyumadığımız konusunda uyaralım ve sizleri de tarihi olaylar arasında irtibat kurarak başımıza gelenler hakkında düşünmeye davet edelim. Biliniz ki bu isyanları hangi nedenle olursa olsun meşrulaştırmak isteyenler size kurulan tuzağın bir parçasıdır.

Eroğlu Sana Diyorum, Davutoğlu Sen İşit

Kıbrıs’ta Talât ve fon arkadaşları kaybettiler; Türkiye’nin savunma stratejisi kazandı. Sınırları ikide bir müdafaa mecburiyetine düşmemek için taarruzî simülasyonların haricinde 5.kol faaliyeti olarak işlev görecek sivil toplum mekanizmaları da kurgulanmalıdır.

‘Kıbrıs Girit Olmasın’ kitabının yazarı Denktaş’a Girit’le ilgili plan veya oluşumları olup olmadığını sormuştum. Cevaptan tatmin olmayan biri olarak Türkiye’nin jeopolitik anlamda elini kolaylaştırmak bâbında ve dahi ‘Stratejik Derinlik’in yazarı mevcut Dışişleri Bakanı’mıza hem ufuk hem de pazarlık payı olması bakımından muhtelif çap ve markada sivil oluşum hizmete sunulmuştur.

Savunma hatlarımızı sınırlarımızın dışında kurmalıyız ve her çöplükte öten horozlar yetiştirmeliyiz. Alternatif dernek üreten herkesi bu yeni zihinsel konsepte davet ediyoruz:

1.      Korsika Dayanışma Derneği

2.      Giritliler Vakfı

3.      Ortodoks Türkler Birliği

4.      Selânik Göçmenleri Derneği

5.      Makedonya İsmini Yaşatma Derneği

6.      İrlanda Tarihî Dostluk Derneği

7.      İsviçre Kantonlarını İzleme Komitesi

8.      Teselya Sevenler Derneği

9.      Avrupa’daki Kuzey Afrikalılar Derneği

10.İskoç Halkıyla Dayanışma Derneği

11.Kuzey İtalya Bağımsızlık Derneği

12.Katalon – Karadeniz Kardeşlik Komitesi

13.Bavyera Ülküsünü Yüceltme Derneği

14.Macaristanlı Hunlar Birliği

15.Dünya Pomak Konseyi

16.Britanya İnsan Hakları İhlâllerini İzleme Komitesi

17.17 Kasım Elele Derneği

18.Çingene Konfederasyonu

19.BASK Bölgesi Tanıma ve Tanıtma Derneği

20.Deliorman Spor ve Kardeşlik Kulübü

21.Epir İçin Mücadele Derneği

22.Endülüslüler Yardımlaşma Fonu

23.Sami ve Taterleri Koruma Derneği

24.Eskimo Kültür ve Dayanışma Derneği

25.Avrupa Kraliyetle Mücadele Komitesi

26.Valon Dostluk Derneği

27.Sicilyalılar ve Sicilya Sevenler Vakfı

28.Tuna Nehri Halkları Birliği

29.Breton Dayanışma Derneği

30.Leh – Türk Tarih ve Dostluk Derneği

31.Almanya Türk İşadamları Derneği (ATİAD)

32.Avrupa Türk Sporcuları Sendikası

33.Alp Dağları Erenleri Dağcılık Kulübü

34.Falaşa’larla İşbirliği Komitesi

35.Ukrayna Türk Soyadları Araştırma Kulübü

36.Ural – Altay Dilleri Konseyi

37.Meluncanlar Dayanışma Derneği

38.Afro – Amerikalılar Yardımlaşma Örgütü

39.Kızılderili – Türk Kardeşlik Komitesi

40.Ucuz Çin Mallarıyla Mücadele Derneği

41.Anti Nazi Kardeşlik Gurubu

42.Jirinovski’ye Tükürme Derneği

42.Lihşenştayn – Karabük Kardeşlik Antlaşması

43.Avusturya’da Irkçılığı Engelleme Komitesi

44.Avrupa’da Türk Adlı Köyler ve Beldeler Birliği

45.Andorra Parlamento Dostluk Gurubu

46.Malta Camilerini Koruma Derneği

47.Grönland’ın Bağımsızlığı İçin Mücadele Derneği

48.Atilla Kültür Platformu

49.Avrupa’daki Müslüman İşadamları Derneği (EUMWO)

50.Yeni 12 Ada Muhtariyeti Partisi

51.Slav Soykırımlarını Unutturmama Derneği

52.Ruhr – Zonguldak İşgücü Komitesi

53.Osmanlı İzlerini Yaşatma Derneği

54.Avrupalı Müslümanlar Federasyonu

55.Alsas – Loren Kültür ve Dayanışma Derneği

56.Bosna Katliamını Anma ve Anıtlaştırma Derneği

57.Sömürge Ülkelerinden Özür Dileme Platformu

58.Arap Asıllı Portekizliler Derneği

59.İngiliz Aristokrasisine Karşı İnsanlık Onuru Derneği

60.Avrupa Kökenli Müslümanlar Tanışma ve Kaynaşma Derneği

61.Flaman – Felemenk Birliğini Kurma Derneği

62.İspanya Müslümanlarının Katliamını Anma Derneği

63.ATAKA Partisiyle Mücadele Derneği

64.Yangın ve Kundakçılığa Karşı Tazminat Fonu

65.TURK Adaları Turizm ve Tanıtma Derneği

66.Dünya İnsan Haklarını Hukukî Takip Gurubu

67.Qubec İçin Bağımsızlık Destek Komitesi

68.SSCB Dönemi Mağdurlarının Haklarını İade Vakfı

69.Kölelik Utancını Amerikan Halkına Paylaştırma Derneği

70.Çok Uluslu Şirket Kapitalizmine Karşı Millileştirme Birliği

 

Kutlu Doğum – 2

Demek ki inanç renkten de, dilden de, ırktan da önce gelirmiş.

Her değişim başlangıç itibarıyla sancılı olur.

Mevcut düzeni kuran yâ da o düzenin kaymağını yiyenler elbette ki kendileri için içerisinde kaymak olmayan yeniliklere kapalı olacaktır.

Statüko yalnız bu gün değil tarihin her döneminde olmuştur.

Gelelim biz mevzuumuza

Kutlu doğumdan ne anlıyoruz

Peygamberi günümüze nasıl taşımalıyız.

O’nu günümüze taşımadan yapılan her iş yavan kuru ve anlamsız kalır

Zaten biz peygamber gibi olamayız

O’nu analım ama bildiğimizden de (hatalarımızdan da) vazgeçmeyelim

Sakal, sarık, cübbe zaten bunlar tarihte kalan şeyler.

Günümüzde de bazı cemaatler bunları yapıyor.

Bizde bir iki program düzenledik mi bu iş tamam.

Günümüz Müslümanlarının kahır ekseriyetinin peygamber ve kutlu doğum anlayışı budur.

Peygamberimizi doğru anlamak ve anmak nasıl olur.

Şöyle ki:

Her şeyden önce Peygamber bir eştir

O’nun hanımlarına karşı davranış tarzı bizler için ideal bir örnek olabilir.

Peygamber bir baba ve dededir.

O’nun çocuklarına ve torunlarına karşı davranış tarzı bizler için örnek alınamaz mı?

Peygamberimiz camide imam idi görevini hiç aksatmazdı

İmamlarımız ve diğer din görevlilerimiz için bu durum örnek alınamaz mı?

Peygamberimiz toplum içerisinde yaşayan biri idi. Beşeri münasebetleri ( insani ilişkileri)  komşuluk anlayışı vardı.

O’nun bu özelliği bu gün uygulanamaz mı?

Sahi sizin komşularınızla çocuklarınızla çevrenizdeki insanlarla aranız nasıl?

Peygamberi sadece sakal, sarık cübbeden ibaret saymak çok eksik ve de yanlış sakat bir anlayıştır.

Peygamber hayatın her alanındadır.

Cami dedir, Bedir’de, Uhut’ta, Hendek’tedir.

Heyetleri kabul eder ihtilaflı mevzuları çözer.

Kamu menfaati için suçluları cezalandırır.

Bunu yaparken de kızım Fatma da aynı suçu işlese aynı cezayı veririm anlayışıyla hareket eder.

Sizde mazlumun yanında zalimin karşısında olup da aynı anlayışla hareket ederseniz Peygamberi anlamış yaşamış ve günümüze taşımış olursunuz.

Yoksa benim partimden, benim cemaatimden, benim memleketimden, eş-dost akrabayı talukat gibisinden adam kayırırsanız işiniz yoksa kutlu doğum kutlayınız.

Bu anlayışla biz peygamberimizi anlayamayız, anlasak ta yaşayamayız, yaşamayınca da günümüze taşıyamayız.

Geriye ne kalır lafı güzaf

Peygamberimiz henüz peygamber olmadan önce ticaretle uğraşıyordu, bir ticari ahlakı ve ticari anlayışı vardı.

O’nun ticari ahlakından esnafımızda, orta yâda büyük ölçekli işverenlerimizde ne kadar vardır yâda var mıdır?

Peki, bu imkânsız mı?

Peygamberimiz henüz Peygamber olmadan önce O’na ‘Muhammed’ül Emin’ diyorlardı.

Günümüz Müslümanları ne kadar güvenilirdir?

İmam cemaate, cemaat imama.

Aynı safta omuz omuza duran Müslümanlar birbirlerine; baba evlada kardeşler, eşler birbirlerine, ne kadar güvenebilir.

Parası olduğu halde borç vermeyen Müslüman, merhametinden dolayı borç verdiği için aylarca yıllarca parasının peşinden koşarak mağdur olan Müslüman, iyilik yapanı bin pişman eden cami cemaati, peygamberin hangi yönünü ne zaman örnek alacak?

Peki, dürüst ve güvenilir olmak imkânsız mı?

Peygamberimizin bu insani yönlerini biz Müslümanlar bugün örnek alamaz mıyız?

Eğer bunları yapamazsak yâ da yapmazsak kutlu doğum etkinlikleri düzenlemek düzenleyene de konuşana da dinleyene de bir fayda sağlamaz.

Bu kadar yeter daha fazla uzatarak sizi yormak istemiyorum.

Gerçek manada Peygamberi anlamak, yaşamak ve O’na layık ümmet olmak temennisiyle…

Yavuz’un Mektubu

Rahmetli kardeşim Yavuz’un 21.04.1980 tarihinde vefatında 40 dakika önce tamamladığı ancak postaya veremediği mektubunu, mektubun muhatabı olan değerli dostumun tavsiyesi üzerine sizlerle de paylaşmak istedim.  

Yavuz Büyükkanber (Rahmetli)

Yavuz Büyükkanber (Rahmetli)

21.04.1980

Euzü Besmele ile Esselamü Aleyküm

Kıymetli kardeşim Aydın, mübarek mektubun geldi. Allah razı olsun, biz fakiri çok sevindirdin.  

Allah-ü Teala, bize ve size başarılar versin! Dünya hayatı çok kısadır. Sonsuz azablar buna karşılıktır. Bu zamanı, lüzumsuz, boş şeylerle geçirmekte kullanmaktan ve böylece sonsuz acılara yakalanmaktan Allah (c.c) hepimizi korusun (Amin).  

Allah-ü Teala’ya sonsuz hamd olsun ki, bizleri müslüman olmakla şereflendirdi. O doğru yolu göstermeseydi, kim bulabilirdi? Allah-ü Teala’nın, insanlara Peygamberleri “aleyhimüs salevatü vesselam” göndermesi en büyük nimettir. Bu iyiliğin şükrü, hangi ağız ile yapılabilir? Hangi kalp, onları göndermenin iyiliğini kavrayabilir?   Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’in Vel-Asr süresinde şöyle buyuruyor   “Andolsun asra, ki, muhakkak insan kati bir ziyandadır. Ancak iman edenlerle, güzel amellerde bulunanlar, birde Hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edenler böyle değil (onlar ziyandan müstesnadırlar).  

Bu sureyi Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kur’an tefsirine göre biraz açıklamaya çalışırsak; Allah-ü Teala;

“Hususiyle Ahir zamanda bulunan bütün insanlar hüsrandadırlar” buyuruyor. Burayı çok iyi tesbit etmeliyiz. Günümüzü gün etmek için dünya zevklerinin bataklığına dalmışların hüsran derecelerini ölçmek elbette zordur. Ömürden geçen her geçen saat her bir saniye, alınan nefes bir işe sarf edilmiştir. Eğer hayırlı işe sarf olunduysa bir taatdır. Ama şer işe sarf olunduysa hüsrandır. Bu ikisinin arası, yani mübah bir işe sarf olundu ise boşuna olur ki, müslüman için.  

İnsanın Allah-u Teala hakkındaki ilmi ne kadar çok olursa haşyet ve taatı o nispette çok olur. Bunu yapamadığı zaman da elbette bir ziyandadır. Öyleyse bugünün insanı bu hüsrandan berimidir? Hiç de öyle olmasa gerek….. Hakiki saadet olan ahiret hayatı, dünya hayatına tercih edilmedikçe, hüsrandan beri olmak düşünülemez. Dünya muhabbetlerinin acı felaketleri kaplamıştır günümüz insanını. Bu hüsran ve felaketlerinden kurtulanları da Cenab-ı Hakk aynı sürede beyan buyuruyor.

“İmanları yalnız gönüllerinde ve dillerinde kalmamış, bütün hislerine, akıllarına, mevcudiyetlerine nüfus ederek iradelerine sahip olamamışlar da, yaptıklarını Allah’ın ahkamı ile tanzim edenler.”  

Bütün gayretleri, Hakk’a yönelmiş, iman, amel ve kavilleri de Hakk’a yönelmiş olanlar.   Hak ve hayır yolunda sabrı tavsiye edenler. Zamanın acaibliği, dünyanın iğfali, nefislerin temayülleri ve şeytanın taarruzuna rağmen, Hakk’a yönelip, Hakk’a tavsiyede bulunmak, birçok acıları, zorlukları sabırla göğüslemek, bu yolda mücadele etmek, maddi sıkıntı ve meşakkatlara katlanmak elbette ki hüsrandan beri olmak halleridir.  

İşte bu müstesnalar, öyle zor günlere müşkil ahvale rağmen yılmadan, bıkmadan, zaaf göstermeden, gerek amelde ve gerek şehevata karşı açık bir kapı bırakmadan sabrı tavsiye edenler kurtulmuştur. Sabır bir nefis düşmanıdır. Çünkü, sabırla meşakkatlara katlanmak ashabın nail oldukları muvaffakiyetler olduğunu da unutmamalıyız. Lezzet ve şehevata karşı sabretmenin de haramdan, sonu fena olan aldatıcı, tehlikeli, maddeten veya manen başka hoş görünen muzır şeylerden korunmak demektir.     

Bu vecize şeklinde günümüze kadar gelen “İlmin başı sabırdır. Sabrın sonu selamettir” terimleri sabrın ehemmiyetini ifadede yeterlidir.  

İzahına çalıştığım sabır, Hak yolundaki sabırdır. Yoksa bir zillet ve meskenet ifadesi olarak, küfre karşı, batıla ve fenalığa karşı boyun eğmek, atalete ve sukuta gömülmek duygusuzluktur. Bu sabır olamaz. Burada ölçümüz “Sizden her kim bir münker, bir biçimsizlik görürse onu eliyle değiştirsin. Ona gücü yetmeyen diliyle, ona da gücü yetmeyen kalbiyle buğzetsin ki bu imanın en zayıfıdır. Emr-i Nebevisidir. Ama bu hallerde telaş ve çılgınlıkla hareketten öte basiret ve şuurla hareket edilmesi gerektiği de yine emr-i Nebevi’dendir.  

Ve Hakk’a iman etmekle beraber,,Salih amellerde bulunup, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin saadetlerini müjdelemek, Ayet-i kerimeye göre yerinde olacaktır.   Babamın, Annemin, Yılmaz Abimin, Cahit Abimin çok çok selamları var. Bende muhabbetle kucaklar, Allah’a emanet ederim.   Esselamu Aleyküm verahmetullahi ve berekatuhü…  

Duana muhtaç kardeşin,
Yavuz.

Mektubun orijinal el yazılı metni için link http://www.box.net/shared/r8ba0mx441

Suya Sabuna Dokunmak

0

“Suya sabuna dokunun; hastalıklardan korunun.”, reklam cümlesi dikkatimi çekti. Eskiden, “suya sabuna dokunmak”, kişilere önerilmez ve insanlardan suya sabuna dokunmadan yaşamaları istenirdi. Bu, iyi vatandaş olma özelliğiydi. Ne oldu da bu anlayış değişti?

Deyim, hem gerçek hem mecaz anlama sahip. Biz, buna “kinaye” diyoruz. Reklamda sözcüklerin gerçek anlamı öne çıkarılmış; ancak deyim anlamı da hissettirilmiş. Tam bir laf ustalığı ya da cambazlığı.

El temizliği için, suya sabuna dokunmak gerekiyor, yoksa temizlik olmuyor. Sosyal olaylarda da durum bundan farklı değil. Suya sabuna dokunmayan, fincancı katırlarını ürkütmekten korkan insanlar; toplumların gelişmesi, ilerlemesi adına hiçbir eser ortaya koyamıyor. “Onu söyleme; yanlış anlaşılır, buna dokunma kırılır.” anlayışı, ne kişiye ne insanlığa katkı sağlayabiliyor. Hastalıklardan korunmak için nasıl, suya sabuna dokunmak gerekiyorsa sosyal gelişme için lafın doğrusunu söylemek, yanlış iş yapanları uyarmak ya da uzaklaştırmak gerekiyor. Toplum olarak bu konuda iyi bir sicile sahip olduğumuzu söyleyemem.

Biz bir çelişki kültürü içinde yetiştik, gençlerimizi de bu kültürle yetiştiriyoruz. Bir yandan “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” diyen dine mensup olduğumuzu söylüyoruz, bir yandan da “Minareli köye aptessiz girilmez.” atasözümüzün mesajı doğrultusunda, girdiğimiz toplumlara ayak uydurmayı insanımıza öğütlüyoruz. Bir yandan, çocuklarımıza tarihi yönlendiren kahramanları, liderleri örnek gösteriyoruz, bir yandan da “Öne geçme; ezilirsin.” ya da “Erken öten horozun boğazı kesilir.” telkininde bulunuyoruz. Birileri bu toplumu uyuturken, farkında değiliz, atı alan, Üsküdar’ı geçiyor.

Çelişki örneklerine ekonomide, eğitimde, siyasette bolca rastlayabiliriz. “Eski komünistlerin kapitalist, eski mücahitlerin müteahhit olması”nı esprilerimize konu ediyoruz. Dün idam ettiklerimizi bugünlerde kahraman yapabiliyoruz. Bunu yaparken de yüzümüz hiç kızarmıyor. Düne kadar dışladığımız yasaların, bugün en sadık bekçisi olabiliyoruz. Bunu yaparken de insanları salak yerine koymaktan hiç utanmıyoruz. İnsanlara bir dönem dışkı yediriyoruz, köylerinden kovuyoruz sonra da onlardan özür diliyor, köylerine geri dönmeleri için para veriyoruz. İnsanları önce hapsediyoruz, sonra başbakan yapıyoruz. Yaptığımız şeylerden yarınlarda pişman olacağımızı bildiklerimizi, bugünlerde ısrarla yapmaktan hiç ama hiç yüksünmüyoruz. Statükocu olmayı erdem, ayrıcalık kabul ediyoruz, bir taraftan da çağdaşlıktan, yenilikçi olmaktan dem vuruyoruz. “Önce öldür, sonra yargıla, daha sonra yaşat.” ters mantığına en güzel örnekler, yalnız bizim gibi toplumlarda görülebilir.

Sosyal olaylar, matematik gibi değildir ve sonuçları açısından, bunların tek yüzü yoktur; ancak değişmeyen özelliği, olayların, insan merkezli olmasıdır. İnsan fıtratı, olayları kurgulamada ve uygulamada, samimi olarak, merkez kabul edilse bu çelişkilerin hiçbiri yaşanmaz. İnsan, hürdür ve onun değişmeyen evrensel nitelikleri, ihtiyaçları vardır. Yemek, içmek, inancını yaşamak, özgür olmak, kendini ifade etmek, neslini devam ettirmek gibi…

Dünyanın ve ülkemizin geldiği nokta, “kral çıplak” demeyi, “suya sabuna dokunmayı” gerektiriyor. Fincancı katırları ürksün artık. Ürken katırların ne yapacağını, ürkütenler değil, fincancılar düşünsün. Tarihimizde özgürlüğün sembolü olan “Ergenekon”un, niçin milletimize vurulmak istenen esaret zincirine isim olarak konduğu, “balyoz”un kimin kafasına indirileceği, “kafes”e kimin konacağı sorulmalı. Sorulmalı ki, bu toprağın insanı biraz nefes alsın, kendine gelsin.

Bugünden tezi yok, “Suya sabuna dokunalım, hastalıklardan korunalım.”

 

Deniz Baykal’ın Kutlu Doğum Haftası Konuşması

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın (14 Nisan 2010 günü) Kutlu Doğum Haftası Törenine katılması ve yaptığı konuşma çok önemliydi. Anayasa değişikliği tartışmaları, İşsizlik oranının tekrar yükselişe geçmesi, KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve nihayet Türkiye 1. Liginde kızışan şampiyonluk yarışı gibi gelişmelerin gölgesinde kalmaması gereken önemde ve güzellikte bir olaydı.

CHP Genel Merkezi bu konuşmanın yarattığı olumlu havanın hemen farkına vardı ve konuşmayı 10 bin CD ve 50 bin broşür bastırarak geniş kitlelere duyurmaya çalışıyor.

  • Baykal’ın konuşması gerçekten tarihi bir dönüm noktası olabilir. Cumhuriyet tarihimiz boyunca “laiklik” kavramı üzerinde yaşanan kavgalar ve mücadeleler bu konuşma ekseninde sağlanabilecek bir mutabakatla sona erebilir.

Baykal konuşmasında doğrudan hiç siyaset yapmadan, sadece İslam’ın zaman üstü evrensel kurallarını ortaya koyarak, geçmişte ve günümüzde yaşadığımız siyasi çekişmelerin çaresini gösterebildi. TBMM’nin açılışını dualarla, Kur’an-ı Kerim okutarak açan Cumhuriyeti kuran kadroyu dinsizlikle suçlayanların da; Batılılaşmayı kendi öz değerlerinden ve inançlarından vazgeçerek yapmaya çalışanlara karşı direnenleri gerici, yobaz suçlamalarıyla ötekileştirenlerin hatalarını da anlatabildi. Hem de bu olaylardan hiç bahsetmeden. “Türkleşmek- İslamlaşmak- Muasırlaşmak” formülüyle bu kavramların çatışma değil, bir mutabakat zemini olabileceğini gösterenlerin orta yolunu bulmuş bir bilge kişilik sergiledi.

Laik olmayı dinsiz olmakla eşdeğer gören” hem sol ve hem de sağ cenahtaki kişilere akıl – vahiy ilişkisini mükemmel bir sadelikte ortaya koydu. Bu konuda ortaya koyduğu şu tespitlere katılmamak mümkün mü? Vahiy, Akıl ile çelişki içinde değildir. Hazreti Muhammed şöyle der; “aklı olmayanın dini de yoktur.” Kur’an ısrarla insanların aklını kullanması, düşünmesi, ibret alması gerektiğini söyler. Yaklaşık 300 yerde Kur’an-ı Kerim’de ‘düşünmez misin, ibret almaz mısın’ şeklinde uyarılar vardır.” 

Dini hayatın dışına taşımak isteyenlerin nafile çabalarına, Baykal şu ifadelerle karşı çıktı: “Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in hayatı Kur’an-ı Kerim’in bizzat bir tefsiridir. Böylece Hazreti Peygamber Kuran-ı Kerim’in yaşanılabilir olduğunu ortaya koymuştur. Ulaşılmaz, hiçbir kimsenin tümünü gerçekleştiremeyeceği afakî, soyut talimatlardan ibaret bir anlayışı sergilemediği, hayata geçirilebilir, uygulanabilir, yaşama dönüştürülebilir bir anlayışla Kuran-ı Kerim’in bezenmiş olduğunu hepimize göstermiştir.”  

Ancak Baykal, Kuran’ın ve Hazreti Peygamberin bir siyasi rejim, bir devlet modeli teklif etmediğini, bütün rejimlerin uyması gereken adalet, istişare, şura, işlerin ehline verilmesi gibi kavramlarla ifade edilen evrensel ve zamanlar üstü mesaj verdiğini de yine İslam’ın kaynaklarına dayanarak ifade etti. 

Baykal’ın dikkati çektiği ve İslam’ı iyi bilen dinleyici kitlesinden bol alkış alan diğer husus da şöyle idi: İslam’ın tavsiyelerine uyarak kişisel gelişimini sağlamış, “iyi niyet, yani ihlâs, sonra tövbe ve daha sonra da dua; en son olarak da amel-i salih, iyi davranmak, iyi yaşamak” suretiyle her bireyin Allah’ın rızasını kazanması mümkündür. “Kimsenin sana aracılık yapmasına gerek yoktur. Cennete ancak hak eden girer. Cennette hiçbir cemaate toplu rezervasyon yapma imkânı yoktur.”

Baykal’ın İslami ve tasavvufi kavramlara hâkimiyeti dikkat çekiciydi. Sözlerindeki samimiyet adeta bütün cümlelerine sinmişti. Sadece şu sözlerindeki içtenlik bile O’nun inancını sorgulayanlara bir cevap olabilecek mahiyette olsa gerektir: “1400 yıl önce Hazreti Muhammed’in İslamiyet’in müjdesini vermeye başladığı günlerde, büyük bir içtenlikle Hazreti Muhammed’in yoluna girdiğini ifade eden, O’na iman ederek, çok büyük bir yolculuğa, cesaretle çıkan o ilk Müslümanların ruh halini, samimiyetini, içtenliğini, inancını ve imanını Allah’ın hiçbirinizden eksik etmemesini diliyorum.”

  • CHP Genel Başkanı Baykal Kutlu Doğum Haftası Kutlamalarına katılan ilk CHP Genel Başkanı oldu. “Kutlu Doğum Haftasının 23 Nisan’a alternatif oluşturma gayretinden doğduğunu” iddia eden 27 Nisan e-muhtırasının müellifi eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve AKP’nin kapatılması davasının iddianamesini yazan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın fikrinde olmadığını gösterdi. Bu iki zatın şahsında TSK ve Yüksek Yargı’ya karşı mütedeyyin insanların zihninde oluşan olumsuz izlenimin, CHP hakkında da yerleşmemesini sağlamış ve bu kurumları yönetenlerin hatalarını gözler önüne sermiş oldu.
  • CHP geleneğinde “dini siyasete alet etmeme endişesi” baskın bir özelliktir. İsmet İnönü’nün siyasi konuşmalarında Allah ismini telaffuz etmemek için gösterdiği aşırı özen hatırlardadır. CHP içinde namaz, oruç gibi ibadetleri yapanların oranı anketlere göre sağ partilerden düşüktür. Ancak bu ibadetleri yapan CHP’lilerin de “siyasete alet etme” endişesi içinde ibadetlerini çoğu zaman gizledikleri bilinir. Bu durum CHP içinde dini inançların cesaretle vurgulanmasını önleyen bir faktör olmuştur. Baykal, bu çok iyi hazırlanmış konuşmasındaki samimi üslupla, dini siyasete alet etmeden de inancın ortaya konulabileceğini göstermiştir. Bu tarzın diğer CHP’lilerce de benimsenmesi halinde mütedeyyin vatandaşlarımızla CHP arasındaki duvarlar yıkılacak, çözülemez zannettiğimiz başörtüsü ve katsayı gibi meselelerin çözümü söz konusu olabilecektir.
  • Konuşmanın derinliği ve samimiyeti sağ parti liderlerinden bile beklenmeyecek boyutta oldu. Aynı konuşmayı AKP lideri Erdoğan veya MHP lideri Bahçeli yapsaydı tesiri bu ölçüde olamazdı. (Hac ibadeti ve İslam Peygamberi hakkında yakışıksız sözleriyle hatırlanan) Önder Sav ve benzeri kişilerin olduğu bir partinin liderinin böylesine söz ve tavırları çok daha önemlidir.
  • Deniz Baykal’ın Türkiye’nin birlik, beraberliği ve özellikle dış ilişkilerde milli menfaatlerimizi koruma konusundaki hassasiyetini ve izlediği politikalarını genel olarak beğenirim. K.Irak’a tezkere, Kıbrıs, AB ve ABD ilişkileri, Ermeni konusu, terör vd konularda yaptığı politikaların Türkiye’ye çok şey kazandırdığının mütedeyyin vatandaşlarımızın çoğu da farkındadır. Ancak din ve dini simgelere karşı CHP’nin verdiği izlenim bu kitlelerin CHP’ye oy vermesine mani olmaktadır. Baykal’ın bu konuşmasında ortaya koyduğu samimiyet ve tavır, partisine yansırsa CHP bir türlü %25 i aşamayan oy oranın çok üstüne çıkabilir ve müzmin muhalefet olma kaderini değiştirebilir. Ancak bu süreç epey bir zaman alacaktır; samimi olmaları, buna halkı inandırmaları ve bu yüzden de sabırlı olmaları gerekir.

İstanbul

akşam,
ufkunda segah bir gün batımı yaşıyor.
sen,
yedi tepeye kurulu ihtişamınla
bin kat daha güzelleşen
cezbeden kadın.
sanki hayran olduğumuzu bilircesine
“Endülüs’te raks
Bizans’ta entrika” oluyorsun.
….
gecenin siyahı
sana matem olabilmek hayalinde.
yırtıyorsun geceyi,
siyahı
işveli, neş’eli kahkahalar misali
yedi iklime hayal olan ben!
geceye mahkum,
gündüze muhtaç olur muyum der gibi.

duygular otağ kurmuş
rüzgarlarında.
boğazın,
suya akseden mehtabı ile
tamburun tellerinde nota,
bestelerin mahreminde güfte oluyorsun.

biliyorum.
mısralarımın aczinde mağdur,
hakikatlerin azametinde mağrursun.

İstanbul..
sen,varlığında hayat bulduğumuz
ilahi bir sürursun..  

Bulut Teknolojisi üzerine(4 s)

Biraz felsefik yaklaşırsak “Cloud Computing” Bulut Bilişim IT(Information Teknoloji)’deki değişimde oluşan sorunların çözümüdür. Dolayısı ile değişen iş ihtiyaçlarının hızlı karşılanmasıdır, IT de yapısallaşmanın hız kazanmasıdır. Dış kaynak kullanımının esnek kurallara bağlandığı ve ” Kullandığın kadar öde veya kullandıkça öde” mantığına göre oluşturulmuş işletmedeki IT maliyetlerinin düşmesine zemin hazırlayacak bir sistemler bütünüdür.

Kısaca tarif edersek eğer “Cloud Computing” Bulut Bilişim; her türlü IT kaynaklarını, uygulamalarını, veri saklama , yedeklilik, , uygulama geliştirme , netwoking, birlilikte çalışabilirlik ve diğer IT kabiliyetlerini servis olarak sunma kavramına denir.

Bulut Bilişim” konusunu, parametrelerini sınıflanmalarını biraz açmaya çalışalım. En önemlisi bu hizmeti sunarken Paylaşılan bir alt yapı kullanılıyor. Burada hizmeti sunan kurum, her türlü altyapıyı yapıyor ve bu yapıyı müşterileri arasında paylaştırıyor. Bu kullanma işini müşteri Self  servis olarak alabiliyor. İhtiyaç hissettiğinde müşteri kendisine yarayacak kaynak ve servisleri, kişiye bağlı kalmadan alabiliyor. Müşterinin taleplerini hızlı bir şekilde sunabildiği için ve de müşterinin kaynakları kullandıkça, kullanabildiği kadar ücret öder. O Kaynağa ihtiyacı olamadığı zamanda bırakabilir. Bu şekilde müşteriye Estetik ve ölçeklenebilir bir hizmet sunar. En önemli özelliği olan Müşteri kullandığı kadar ücret öder ve maliyetini düşürür. Bu kadar büyük bir operasyonu yürütmek için Dinamik ve Sanallaştırllmış bir ortam kullanılırlar. Ancak bu sayede esnek ve ölçeklenebilir hizmet sunabilirler..

Eğer servis ve uygulama modellerinden bahsedecek olursak;

Sevis odaklı yazılım SaaS (Software as a Service); Internet bağlantısı üzerinden erişilebilen uygulamalar. Nedir bunlar Microsoft, Adobe, Google, Thinkfree ve benzer yazılımlar.

Servis olarak altyapı IaaS (Infrastructure as a Service) Müşteriler hizmet nitelediğindeki altyapı hizmetlerini ( veri saklama, ağ kaynaklarını, işlemci güçlerini, v.b) bir çok müşteriye paylaştırarak sunuyor olması kaynakların verimli ve ekonomik kullanmasını sağlıyor. Aynı zamanda son teknolojileri de kullanma imkanı sağlıyor.

Platform olarak servis PaaS (Platform as a Service) Müşteriler uygulamalarını geliştirebilecekleri bir platform oluşturulur.

Bulut Bilişim sınıflanmasına bakacak olursak;

Public Cloud : Herkese açık İnternet üzerinden verilen servisler. Google, GoGrid, Amazon v.b

Private Cloud : Bulut yapısından faydalanmak isteyen müşterilerin müşteriye özel kurulmuş yapıdır.

Community Cloud : Belirli bir kullanıcı gurubu tarafından kontrol edilen servislerdir. Sadece topluluk üyeleri verilen hizmetlere erişebilir.

Hybrid Cloud : Tüm bu çeşitleri içine alan melez bir yapı. Bazı servisleri hususi alırken bazı servisleri farklı alabiliyorsun..Tüm çeşitleri elinde bulunduran bir yapı.

Her türlü hukuki ve denetlenme mekanizmalarını da içine alacak şekilde oluşturulacak yeni standartlarla bu yeni sistem “Bulut Bilişim” hayatımıza kısa zamanda gireceğe benziyor. Çünkü İnsan bu sistemle her zaman, her yerden interneti bulduğunda farklı platformlardan da bilgiye erişebilecek ve onu işleyebilecek hale gelmiş olacaktır. Kısaca tüm IT(Information Teknoloji) hizmetlerini dışarıdan aldığınız (IT outsourcing hizmeti) ekonomik, ölçeklenebilir, en son teknolojiyi kullanabildiğiniz, ekonomik ve esnek bir yapı.

Zor Adam

Çevrende dürüst sen kalsan da,
Herkes şaşırdığında aldırmıyorsan.
Doğru bildiklerini söyleyip,
Bu yüzden on dokuz köyden kovuluyorsan.

İnsanlara itimadın azaldığı yerde,

Doğruluğun kitabını yazabiliyor,

Güvenini asla yitirmiyorsan.

İyi gün dostları zor gününde unutsa da,

O’nları hatırlayıp arayabiliyor,

Gördüğün iyilikleri unutmuyorsan.

 

Hayatın acıları seni ısırdığında,

Yalanın para ettiği zamanda.

Boyun eğmiyorsan on kuruşa,

Beş kuruş etmeyen bu dünyada.

Öfkeyle karşılık vermiyorsan nefrete,

Kin tutmuyorsan acı verenlere.

Nefretten donmuş yürekler,

Erisin diye damla damla.

Taş atanlara daha fazlasını atıyorsan.

En güzel sevgi çiçeklerinin.

 

Zenginken alçakgönüllü,

Fakirken onurlu olabiliyorsan.

Almayı değil vermeyi yeğleyip,

Bu uğurda mum gibi eriyebiliyorsan.

Karnın doyduğunda açları düşünüp,

Aç kaldığında kendine deva olup,

Kimseden bir şey beklemiyorsan.

En çıkmaz anlarda karamsar olmadan,

Bir ışık görebiliyorsan karanlıklarda,

İçini aydınlatacak.

Çoğu arayarak huzursuz olacağına,

Bazen az şeyle mutlu olabiliyorsan.

 

Hayalperest olmadan,

Gerçekçi düşler kurabiliyorsan,

Arzun herkesin huzur ve mutluluğuysa.

Servetin çok olsa da,

Tevazuun daha çoksa.

Ağzından dökülen sözcükler,

Kalplere merhem gibiyse.

İnsanların parası değil,

Yoksulların yarası kaygınsa eğer.

Kendi hüzünlerine sabredip,

Başkaları için ağlayabiliyorsan.

Herkesi engin bir sevgiyle kucaklayıp,

Kim olursan ol yine gel diyebiliyorsan.

 

Hayatın sürprizlerine hazır,

Dar günün sıkıntılarına dayanıklıysan.

Çıktığın zirveden düşsen de,

Tekrar yürüyebilmeye azimliysen.

Karanlıklara ışık tutabiliyor,

Yolunu yitirenlere rehberlik yapabiliyorsan.

Umutsuzluğun kol gezdiği günde,

Umut yine sen olabiliyorsan.

 

Hayat dediğin bir varmış bir yokmuş,

Ömür; dün bugün ve yarın.

Bir gün giderse bütün varın,

O gün bitecek tüm zamanların.

Bütün bunları biliyor,

Hayatının her anında,

Yaşıyorsan eğer adım adım.

Kirliliğin kol gezdiği dünyada,

Çağın çaresiz kaldığı yerde.

 Kirlenmemişse arzuların.

Yaşamaya değmez diyenlere aldırmadan,

Arzuyla iyi şeyler yapıp,

Yüreğin en derinden yıkıyorsa kötülükleri,

Huzurla müsterih olabiliyorsan.

 

Sözün, hoşgörünün bittiği yerde,

Yine de varsa yüzünde tebessüm.

Birilerinin pes doğrusu dediği anda,

Bulabiliyorsan dayanma gücü.

Herkesi gıpta ile baktırabiliyorsan kendine,

Bütün bunlardan kibir duymuyorsan.

Aklın zorlandığı yerde,

Güzel bir şeyler için deli olabiliyorsan.

Yüce duyguların ve değerlerin uğruna,

Feda olabilecek azmin ve kararlılığın varsa.

 

Hayatın her anında,

Her işinde her düşüncende.

Amacın insan yöntemin hoşgörü,

Evrene saçtığın hep sevgiyse.

Başkalarının ne yaptığı değil,

Ama dertleri umurundaysa.

Senin ne yaptığın neler yapabildiğin,

Kim olduğun niçin yaşadığın,

İnsanlık için çok önemliyse.

Kendince sıradan,

Başkalarınca önemliysen.

Bu yüzden sen sen olabilmişsen.

Adam olabilmişsen.

Adam gibi adam olabilmişsen.

İşte sen ZOR ADAMSIN.

Çocuklarınızı Ne İçin Yetiştiriyorsunuz?

Türk milletinin çekirdeğini aile yapımız oluşturur. Her ne kadar günümüz toplumu bireyi  ön  plana çıkarmayı hedef edinmiş olsa da ana, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile yapımız,  kendine has bir millet olmamızın en önemli sebeplerinden biridir.

Anne ve babanın, geleneksel kültürden edindikleri  bilgi ve tecrübe ile uyguladıkları aile içi tedrisat, toplumsal yapımızın temelini oluşturur.

Böylece ebeveynler; aile içinde uyguladıkları metod ve verdikleri dini, milli ve kültürel eğitim ile hem çocuklarının hem de mensubu oldukları milletin geleceğini belirlemektedir.

Bu yüzden aile yapımız ile bu yapının mensubu olan çocuklarımızın gelişimi ve eğitimi, Türk milletinin ve devletinin istikbali açısından çok önemlidir.

Eğer ailelerin çocuklarını yetiştirmekte sorunları varsa ve bu sorunlar çocukları etkiliyorsa, dolaylı olarak millet yapımız ve geleceğimizde bundan etkileniyor demektir.

Günümüzde Türk milletinin içinde bulunduğu tabloya bakıldığında, aile yapımızda ve çocuklarımızın yetiştirilmesinde büyük sıkıntılarımızın olduğu anlaşılmaktadır.

Kanaatime göre insanların oluşturduğu topluluklarda  yozlaşma, ahlaksızlık, taassub, gericilik, yolsuzluk, gaflet ve ihanet gibi benzeri tutum ve davranışlar her daim görülmüştür.

Önemli olan bunların genele oranla hangi nispette bulunduğudur.  İçinde bulunduğumuz zaman diliminde şikayet ettiğimiz bu hususların Türk toplumunda ne yazık ki arttığını gözlemlemekteyiz.

Maalesef Türk  toplum yapısında önemli bir zaafiyet ve çözülme yaşanıyor. Bu da ailenin ve özellikle ebeveynlerin toplumu müspet yönde etkileme görevini yerine getiremediğini bizlere gösteriyor.

Haksızlıklar karşısında direnç, bireysel  ve toplumsal yanlışlara karşı eleştiri, kamunun haklarını koruma ve vatandaşlık görevlerini yerine getirme, yönetime katılma, doğruları söyleyerek doğru davranma, güçlü bir karakter sergileme vb. gibi hususlardan özellikle yeni yetişen neslin imtina ettiğini görüyoruz.

Kendi gemisini kurtaran kaptandır, sana dokunmayan yılan bin yaşasın, benim memurum işini bilir, köprüyü geçinceye kadar ayıya  dayı demek lazım, yavaş kuzu iki meme emer  gibi yanlış fikirler doğru imişcesine anne ve babalar tarafından çocuklara aktarılıyor.

Anne ve babaların, bu gibi anlayışları çocuklarına empoze etmelerinin yegane sebebi, çocuklarının dünya hayatında sıkıntı çekmeden maddi bir rahatlık içinde yaşamalarını temin etmektir.

Türk millet yapısının içinde anne ve babalar, çocuklarını her şeyden sakınarak onlar için azami düzeyde fedakarlıkta bulunur. Onları en iyi yerde okutmak, evlendirip başgöz etmek, başını sokacak bir ev almak, arabasını kapının önüne çekmek yetmedi bir yazlık hediye etmek;  imkanı olan anne ve babalar için vazgeçilmez görevlerdir!!!

Anne ve babaların çocukları için bitmez ve tükenmez istekleri  sebebiyle değişik para kazandırıcı sektörler doğmuştur. Bunlara örnek olarak anaokullarını, özel okul ve üniversiteleri, dershaneleri, lisan okullarını, yaz kamplarını, mobilyacıları vs. gösterebiliriz.

Peki bu anne ve babaların çocuklarına iyi bir gelecek temin etmek için bu yaptıkları yeterlimidir? Bana göre bu sorunun cevabı çok kısa ve nettir: asla!!!

Siz çocuklarınıza milli ve dini hayatı öğretmezseniz, onları kültürlerinden ve tarihlerinden habersiz bırakırsanız, milli bir şuur veremezseniz; bütün yaptıklarınızın tek başına onların geleceğini kurtarmaya yetmeyeceği büyük bir ihtimaldir.

İnsanın ferdi olarak bir yaşama gayesi ve mensubu olduğu milletin sonsuzluğa kadar sürecek ortak bir hedefi yoksa,  siz çocuğunuza hangi fedakarlıkla ne yaparsanız yapın hepsi boşa gidecektir.

Vatan elden gitmişse toprağın üstüne diktiğiniz dört duvar evin bir değeri yoktur, düşman askeri çizmesi ile yurdun dört bir yanını ezerken çocuğunuzun tahsilinin bir hükmü olmaz, kendi öz yurdunda parya olanın arabasının ve yazlığının yerinde yeller  eser,  ezan susar bayrak inerse ana ve baba olarak çocuğunuza yaptığınız yatırımların hepsi uçar gider ve dahası mezar taşınızı bile kimse koruyamaz.

Bunların hepsi yakın sayılabilecek bir tarihte Anadolu topraklarında yaşanmış ve Türk devletinin çekildiği vatan topraklarında da halen yaşanmaya  devam etmektedir.

Rusların Ermenilerle işbirliği yaparak Erzurum ve Van’ da, Fransızların Antep, Urfa ve Çukurova’da, İtalyanların Antalya’da, Yunanlıların İzmir’den başlayıp Polatlı önlerine gelişlerinde, İngilizlerin piyonlarını kullanarak İstanbul ve Anadolu coğrafyasında neler yaptıklarını unutmayınız. Çok taze bir örnek olan Irak’ın Amerika tarafından işgali ile birlikte yaşananlar Hitler’e rahmet okutacak boyutlara ulaşmıştır. Onun için sakın ola bize bir şey olmaz demek gafletine düşmeyin.

Çocuklarınıza mutlaka yaşamın ana gayesini ve Türk milletinin büyüklüğünü en az onlara yaptığınız dünyevi  katkılar kadar anlatın ve hissettirin. Bu çocuklarınızı gelecekte her türlü tehlikeden koruyacaktır. Sizde öyle olsun istemiyormusunuz?

Türkiye’ye ve Türk milletine karşı yürütülen planlı oyunlara karşı duracak yegane ve en büyük güç; tuzağın farkına varmış olan anne ve babalar ile onların yetiştirdiği  çocuklardır. Bundan dolayı anne ve babalar, çocuklarını ne için yetiştirdiklerinin farkına varmalı ve bu sorunun cevabını doğru bir şekilde vermelidir.

Çocuklarını; Türk milletini ebediyen var etmek amacı uğrunda yaşamak için yetiştiremeyenler başımıza gelecek akıbetin başlıca hazırlayıcısı olacaktır. Bunu keşfedenler; küresel  güçlerin  planı, desteği ve parası ile Türk aile yapısını bozarak çocuklarımızı mankurtlaştırmaya çalışıyor.

Anne ve babalar yol yakın iken yanlışları var ise bundan dönmeli ve Türk milleti elbirliği ile düzlüğe çıkarılmalıdır. Aksi halde dünya nimetlerine boğduğunuz çocuklardan ne size ne de Türk milletine bir hayır gelecektir.