“Bir Nükte Bir Işık”

60

Mülkiye Mektebi’nin ilk çıkardığı mezunların birincisi olup ilkin kâtiplikle saraya alınan ve sonraları Bükreş, Washington ve Roma elçiliklerinde bulunan Hüseyin Kâzım Bey’in mabeyin hizmeti esnasında, bir gün Sultan Hamit; Yıldız’ın büyük havuzunda motorla gezmeye çıkarken fevkalâde bir iltifat olmak üzere onu da yanına alır. Haricî mes’elelerden söz açan Padişah; Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük devletlerden bir menfaati bulunması ihtiyacı üzerinde durarak, bunların her biriyle ittifak mes’elesini incelemeğe koyulur. Fakat her devletle ittifak bahsini incelerken bu ittifak’ın mahzurlarını bir bir sayıp dökerek işi o derecede karışık ve halli imkânsız bir hale sokar ve muhatabını söylemeğe sevkettiği her fikri de o derecede çürütür ki sabrı tükenen Hüseyin Kâzım Bey:

– Ecnebi devletlerin, der, ittifakından çekinmekte hakk – ı şahâneleri var. Şu hâlde Efendimiz Milletinizle ittifak buyurun. (Tarihe Mâlolmuş Fıkralar, Nükteler, Toplayan: Mehmet Zeki Pakalın, İstanbul – 1946, s. 277)

X

Bu günlerde, AB’den çok, milletiyle ittifaka
Ne çok ihtiyacı var, zat-ı devletlerin vifaka

Geç kalmadan bakınız, en yakın tarihe bir an evvel
Yoksa fırsat vermeyiverir ibrete, tarihsel ecel

X

Evet, bugün de AB’den çok, milletiyle ittifaka, bazılarının ne çok ihtiyacı var. Geç kalmadan bir an evvel.

X

Abdülhamit bir gün, aynı zamanda hususi doktoru olan Etfal Hastanesi Sertabîbi İbrahim Paşa’yı Yıldız’da bir odaya götürdü. İbrahim Paşa’nın o vakte kadar görmediği bu odanın duvarının bir tarafında Mithat Paşa’nın öbür tarafında da Namık Kemal’in resimleri asılı idi. Abdülhamit, Paşa’ya bu resimleri göstererek: “Tanıdın mı?” dedi. Vaziyetin vahâmetini takdîr eden İbrahim Paşa esmayı (isimleri) üzerine sıçratmamak için: “Hayır!” demeğe mecbur oldu. Hünkar: “İyi bak!” deyince: “Bunu tanıdım: Namık Kemal!” dedi. Ötekini tanıyamadığını söyledi. Abdülhamit: “O da Mithat Paşa’dır.” Dedikten sonra şunu ilave etti: “Hürriyet’e çalışanlar içinde bu ikisi samimî idi. Ziya Paşa ve diğerleri menfaatperest adamlardı.” (A.g.e.

s.286)

X

Değerli okur! Güzel konuşmak kolay. Konuştuğu gibi olmak zor. Herkes güzel konuşabilir belki; ama konuştuğu gibi olmak; işte bu zor. İşte Yahya Kemal. İşte Mehmet Âkif. Biri inandığı gibi yazmış. Diğeri hem inandığını yazmış, hem de inandığı gibi yaşamış.

Demek ki, bilmek kolay, olmak zor. Böylelerine zülcenaheyn yani iki kanatlı denir. Bunlar madde ve mânâyı şahsında cem etmiş / toplamış kişilerdir. Nitekim Ziya Paşa , böyleleri için boşuna dememiş:

 

“Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz
Görünür kişinin rütbe-i aklı, eserinde.”

X

Ermeni vakayii (olayları)nın cereyanı sırasında Sultan Hamid’e şiddetle muarız olan (karşı

2266

çıkan) ve hükümetine yazdığı raporla İngiltere Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Lord Salzbury’nin Türkiye aleyhinde icra ettiği teşebbüslerin ve nihayet parlamentoda söylediği şiddetli nutkun âmillerinden bulunan İstanbul’daki İngiliz Elçisi Sir Filip Küri’nin teşebbüsü neticesiz kalınca İstanbul’dan kaldırıldı. Vedanâmesini takdim için Hariciye Nezareti’ne tevdi ettiği huzura nailiyet istidası Padişah tarafından bilhassa uzatıldıktan ve binaenaleyh Sefir epeyce kızdırıldıktan sonra nihayet huzura kabul olundu.

Padişah elçiyi yanında uzunca müddet tutabilmek için vedanâmesinin takdîminden sonra bahçede bir gezinti teklif etti. Bu gezinti sırasında sözü Ermeni vakayiine naklederek cereyan eden hâli Sefir’e, anlayacağını tahmin ettiği bir şekilde samimî bir lisanla hikâye etti.

Saraydan doğruca Sirkeci garına gelen elçi, garda telaş ve teessür içinde bir aşağı bir yukarı dolaşırken, Sefaret İkinci Tercümanı Mariniç’e:

– Yazdığımız raporlarda, dedi, hatâ etmiş ve Padişah hakkında adeta iftiraya kadar gitmiş olduğumuzu kat’iyyen anladım. O sebeple ziyade müteessirim. Teessüf ederim ki, artık bu hatâyı tâmire imkân yok! (A.g.e. s. 294 – 295)

X

Güya büyük ve o nispette dessas ve hilekâr bir devlet olmasına rağmen; o yüzüyle görünmemeyi başarabilen İngiltere; nasıl olur da Ermeniler’in oyuncağı olur?

Düşündürücü ve düşünülmesi gereken bir durum. Sultan II. Abdülhamit gibi siyasî deha sahipleri en olmadık devletlere bile gerçeği anlatmasını biliyor ve onları sûretâ bile olsa, yaptıklarına nâdim kılabiliyor, pişman edebiliyordu.

İşte biz, bugün, böyle siyasî deha sahibi devlet adamlarından mahrum ve yoksunuz. Problemlerimizin kaynağı biraz da bundan kaynaklanmıyor mu? Ne dersiniz?

X

Hasan Fehmi Paşa, bir aralık hususî bir vazîfe ile Londra’ya gitmişti. İngiliz ricalinden biri ile vukubulan hususî mülâkatında İngiliz: “Osmanlı Devleti’nin dahilî ahvâlinin vahametinden bahisle bu gidişle bir müddet sonra işlerin fenaya varacağını” söyledi. Paşa müdafaada bulundu ise de İngiliz diplomatı: “Türkiye, Rusya politikasını takip ettikçe kendi binasının temellerini kendi elleriyle kazıp yıkmış olacaktır. Rusya’nın maksadı ise artık bütün cihana malûmdur” tehdidini savurdu. Hasan Fehmi paşa: “O halde biz âti (ve geleceği)mizden emin olabiliriz. Çünkü Rusya’nın emeli olsa olsa Karadeniz’e yayılmak, İstanbul’u almaktır. Siz İngilizler buna razı olabilir misiniz?” diye sordu. Bunun üzerine İngiliz:

– İşte, dünyada yalnız bu mümkün değil! Dedi. (A.g.e. s. 297 – 298)

X

Bugün de razı değil. Çünkü, doymak bilmeyen bir hırs içindeler.

Bu uğurda kendi ciddî devlet adamlarını bile harcamaktan çekinmiyorlar. Öldürtüyorlar. En son, İskoç asıllı, eski Dışişleri Bakanı’nı, dağdan düşerek öldü diye ilan etmediler mi?

Türkiye’yi, Irak’tan dolaşarak avlamak istemiyorlar mı?

Ama unutmasınlar ki, ava giden avlanır!

Önceki İçerikYeni Kent Merkezi MİA
Sonraki İçerikZana’nın İpiyle Kuyuya İnmek İçin Milletten Yetki Aldınız mı?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.