Bir Başka Açıdan Atatürkçü Düşüncede Çağdaşlaşma (9)

103

5. Yurtta Sulh Cihanda Sulh

“Çağdaş uygarlığa ulaşmak için uzun bir barış dönemi içinde yaşamanın arka arkaya devam eden uzun savaş döneminin sonuçları yüzünden lüzumlu olduğu bilinmektedir.

“Bin bir facia yaprakları arasından doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin huzur ve sükûn dolu günlere olan ihtiyacı, ancak yurtta barış ile mümkün olacağı, faydalı bir yol olarak benimsendi. Barışın ulusları refah ve saadete eriştiren en iyi yol olduğunu belirtmiştir.

“Savaşın zarurî ve hayatî olması ile ancak mümkün olduğunu işaretlemiştir. Balkan ve Sâdâbâd paktları da cihanda barış için yaptığı paktlardır.” (a.g.e. s. 215-216)

“(Çünkü) muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani insanın sosyal hayatını temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve insanın sosyal hayatını alt üst eden düşmanlık, her şeyden ziyade nefrete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve zararlı bir sıfattır.

“Husumet ve düşmanlığın vakti bitti. İki harbi umumî düşmanlığın ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı göründü.

“Öyle ise, düşmanlarımızın kötülükleri tecavüz olmamak şartıyla, düşmanlığımızı celbetmemeli. Düşmanlığın ehemmiyetsiz sebeplerini, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir divaneliğe düşmemeliyiz.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, İstanbul-1960, s.44, 45)

Kısaca “Yurtta Sulh Cihanda Sulh.” umdesinden bizce anlaşılması gereken husus, herkesin muhabbet fedaisi olması ve husumete vakit bulamaması gerçeğidir. Zira “Aslah tarîk musâlahadır.” (Bediüzzaman said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, İstanbul-1960, s.26) Yâni en sağlam ve selâmetli yol ancak barış ve sulh yoludur.

“(Nasıl ki) zamanı saadette bir büyük din inkılâbı vücuda geldi. Bütün zihinleri din noktasına çevirdiğinden, bütün muhabbet ve düşmanlığı o noktada toplayıp muhabbet ve düşmanlık ederlerdi. Onun için gayri müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki medenî ve dünyevî acîb bir inkılabdır. Bütün zihinleri zapt ve bütün akılları meşgul eden nokta-i medeniyet, dünyada ilerleme ve gelişmedir. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar bağlı değildirler. Binaenaleyh onlarla dost olmamız, medeniyet ve tekniklerini beğenerek iktibas etmektir / almaktır. Ve her dünya saadetinin esası olan asayişi muhafazadır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Münazarat, İstanbul-1960, s.27)

“(Kaldı ki artık) medenîlere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar / zorlama ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz. Husûmete vaktimiz yoktur.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, İstanbul-1960, s.78) Çünkü bu asırda ve akıl, ilim ve fen hükmettiği istikbalde, ancak aklî delile dayananlar hükmedecektir.

6. Millî Birlik ve Beraberlik

“Atatürk, Millî Birliğin gücündeki tılsımı görmüştü. İstiklâl Savaşı bu tılsımın ilk zaferidir. Millî birlik ve beraberlik ile Türk milletinin her türlü güçlüğü yenebileceğini ispat etmiştir. Millî varlığımızın temelini Millî Birlik’te görmüştür.” (M. Orhan Bayrak, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, İstanbul-1990, s.215)

Anadolu Selçuklu Devleti’nin (1077-1308) dağılmasından sonra Anadolu, bölük pörçük olmuş, her tarafta tavaif-i mülûk dediğimiz Beylikler türemişti. Bu şekilde Bizans’a tek tek yem olunacağının şuurunda olan sadece Osmanlı Beyliği idi. Osmanlı’nın 1300’lerde Anadolu’yu bir bütün hâline getirme yâni merkezî bir devlet olma yolunda başlattığı şuurlu harekât ancak Yavuz Sultan Selim’in (1466-1520) Çaldıran (1514) ve Mercidabık (1516) zaferleriyle gerçekleşti. Ve bugünkü millî sınırlar ancak iki buçuk asırlık, sürekli ve zorlu bir maddî-manevî mücadele sonunda hakikat oldu.

 

 

Önceki İçerikYar Olamadık!
Sonraki İçerikYargıya Güvensizlik
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.