Bile Bile

115

Hani sinir uçlarına dokununca insan bir
tuhaf olur, kan beynine sıçrar ya. Arada bir toplumun da bütün sinirleri ile
oynanıp duruyorlar. Birileri çıkıp mensubu olduğu diyaneti ve bu cumhuriyeti
kuran iradeye
karşı, gargara yapar gibi ağız dolusu kin kusuyorlar.
Adeta lanetleyerek küfrediyorlar. Neden ve niçin? anlamak zor. Hani işsizlik,
hayat pahalılığı, sağlık, eğitim ve diğer kronik problemleri “gömmek”
içinse, bu çok ilkel bir yol. Buna gerek yok, mesela;“Jupiter’e ultra hızda
ulaşım”dan, ya da “Van denizi altında -1200m’de organik tarım”dan söz etsinler,
“Ağrı dağı tepesinde dünyada görülmemiş maden yatakları var” falan desinler.
Hazır ütopik hayâl kurmayı seven bir kitle de varsa (ki var) işte sıfır
maliyetli bir siyasi rant. Bir müddet idare eder. Atatürk’le nedir dertleri
bilelim. Adını duyunca bir karın ağrısıdır başlıyor ki, sormayın. Bu aşamadan
sonra “bu ülkenin gelecek kuşaklara onurlu ve bağımsız ulaşmasından başka hangi
kötülük(!) etti?” diye sormanın da zamanı değil. Faydası da olmaz. Osmanlı
tükenişe nasıl geldi diye kurcalamanın da. Nitekim, Ortadoğu kültürünün baskın
olduğu bir coğrafyadayız. Genelde nakli esas alan, duydukları ile yetinen ve el
yordamıyla yön bulan bir toplumda bu sorular kısa vadeli bir cevap bulamaz.

Artık ülkeleri fethetmek, ya da “İlayı
kelimetullah”ı cihana yaymak yöntemi çok eskilerde kaldı. Teknolojik anlamda
gelişen ülkeler için sahip olunan “kutsal değerler” bile fazla önemli
değil. Onlar için ticari kazançtır önemli olan. Fetih olarak da bakılırsa;
satın aldığınız ve ürettikleri her teknoloji, surlarda açılan yeni yeni hasarlar
demek. Borçlanarak aldığınız her ürün ile, o “dış güçler”in fethettiği binlerce
mağdurdan birisiniz artık. Bu çağda güç ve itibar; bilimle, teknolojiyle,
üretimle olduğunu bilmeyen mi var. Paranızın değeri kadar, dış pazardaki
payınız kadar gücünüz var. Bu bir gerçek. Batılı sektörler parayı bastırıp
“istediği kadar mülk” almıyor mu, alıyor. Yalan mı?. Nerde “milliyetçi duruş”,
gören var mı?.   Son otuz yıldan beri bu
dış yatırımcılar işletmeleri, limanları, fabrikaları, kurumları satın almadı mı,
aldı. Ve artık bütün bu kaynaklar yabancıların mülkiyetinde. İşte Atatürk o
dönemde gasp edilen işletmeleri yeniden -değeri mukabilinde- millileştirmiştir.
Görülmemiş bir kalkınma sağlanmıştır. Dönemin en büyük iktisadi kalkınması
sağlamıştır. Eğitimde, sağlıkta, tarımda, sanayileşmede çığır açılmıştır. Uluslararası
diplomaside ciddi ve ağırlığı olan başarılar sağlanmıştır. Bugün bile dillere pelesenk
olan mason dernekleri o yıllarda kapatılmıştır. Demokratik evrensel
haklar ve hürriyetlerde bazı batılı ülkelerden önce uygulanmıştır. İnkâr
edilemez bu gerçekleri bütün dünya biliyor. 
Öyleyse nedir bu zırvalıklar.

 

Sövmek ahlak ile de bağdaşmaz. Mü’min insan
önce “ahlaklı” olmalıdır. Lisanı incitici olmaz. Bütün canlıların ve özellikle
insanın hukukuna saygı gösterilir. Vahşice sözler ve eylemlerden uzak durulur.
İslam barış demek. Savaşmak ise, daha çok “savunma” amaçlı tercih edilir. Hz. Peygamberimiz
yaşamı boyunca güzel ahlakı yaşam tarzında göstermiştir. Hiç kimseye
sövmemiştir. Kötü söz söylememiştir. Kırmamıştır, incitmemiştir.

Peki bu nobranlık niye? Bu kirli
hitabet
ve saldırganlık kime ne kazandırır? 
Daha açık söylemek gerekirse; ne kadar saldırılırsa kat-be-kat
fazlasıyla Atatürk’e rahmet ve dua erişiyor. Kaldı ki, Atatürk kimsenin
korumasına da muhtaç değil. Hayatta olsaydı, hakkındaki koruma kanununu falan
da kabul etmezdi. Onu anlamak için önce insaflı olmak lazım. Ayrıca araştırmak,
belirli bir birikime erişmek de gerekiyor. Çok okumak lazım, çok.