Ben Üçüncü Dünyada Yaşamak İstiyorum

100

Irak’ta Amerika ile beraber en az bir milyon insanın öldürüldüğü Körfez Harekatı’na öncülük etmemiş olsaydı İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’ın “Kaybettiğimiz günah duygusunu yeniden kazanmadıkça, topluma gerçek kurtuluş yolunu önermiş olmayacağız.” cümlesindeki samimiyetini hiç sorgulamayacaktım. Sözden çıkarılan mesaj ile yapılan eylem arasındaki çelişki, tam bir çağdaş hastalık örneği.

İnsanlar, tutarlılığın yanında “günah duygusu”nu kaybetmiş görünüyorlar. Kaybedilen bu duygu, başka değerlerin yitirilmesi sonucunu doğuruyor. Saygı, güven, emniyet, adalet, sevgi, merhamet, hoşgörü, paylaşma gibi temel değerlerden veya meziyetlerden yoksun bir alemin piyonu olmuşuz, bunun farkında değiliz. Bunun farkına varanlar da çaresizlik içinde. Adını koyalım: Dünyaya medeniyet pompalayan Batı kültürünü oluşturanlar ve yaşamını buna göre tanzim edenler eksen kaymasına uğramış durumdalar. Uzaklaştıkları eksenin adı, İnsanlık.

Batı kültürünü enjekte etmekle kendilerini medeni yaptıklarını iddia eden sömürgecilere, Siyuların reisi Oturan Boğa, muhtemelen, bütün yerlilerin meramını dile getiren şu sözlerle isyan ediyor: “Beyazların uyduğu hangi anlaşmayı bozdu Kızılderili? Hiç. Beyaz adam bizle yaptığı hangi anlaşmaya uydu? Hiç. Ben bir çocukken Siyularındı dünya; güneş onların topraklarında doğar ve batardı; savaşlara on bin kişi gönderirlerdi. O savaşçılar neredeler şimdi? Kim katletti onları? Topraklarımız nerde? Hangi beyaz adam, onun toprağını yahut parasını çaldığımı iddia edebilir? Yine de benim hırsız olduğumu söylüyorlar. Hangi beyaz kadın, ne kadar yalnız olursa olsun, tarafımdan esir alındı yahut onun onuru kırıldı? Yine de benim kötü bir Kızılderili olduğumu söylüyorlar. Hangi beyaz adam beni sarhoş gördü? Kim yanıma aç geldi de doyurulmadı? Kim beni karılarımı döverken ya da çocuklarıma kötü davranırken gördü? Hangi kanunu çiğnedim?” Dünya, tam bir tahterevalli. Tahterevallinin bir ucunda Tony Blaire, diğer ucunda Oturan Boya. Ancak, tahterevalli tek uçlu çalışıyor. Kumanda, Tony Blair’ın elinde.

Bu modellemede sizin yeriniz neresi? Yoksa kendinize üçüncü bir yer mi hedeflediniz? “Hem o, hem öteki olsun” demek mümkün değil, “Ne Tony Blair ne Oturan Boğa” diyebilirsiniz.

Blair, kendini dünyanın en asil milleti gören İngiliz kültürü ile yetişti. Aynı zamanda sosyal demokrat siyasetin öncüsü. Evrenselci, hümanist bir anlayışa sahip; ancak “günah” inancından yoksun. Konforlu bir dünyada yaşıyor, ultra lüks imkanlara sahip; fakat günahsız insanların öldürülmesinde tüyü kıpırdamıyor. Arkasından, her nasılsa, günah çıkartan “Kaybettiğimiz günah işleme duygusunu yeniden kazanmalıyız.” diyor. Oturan Boğa, sanki bizden biri, daha insancıl. Onun teknolojisi, füzeleri, nükleer bombaları, konforlu bir hayatı yok; günlük yaşıyor, topraktan yetiştirdikleriyle, ormandan kestikleriyle besleniyor. O, fıtratını kaybetmemiş, toprağa daha yakın. Onun, sözde medeniyetin temsilcisi beyaz adamı tanıyıncaya kadar kimseyle sorunu olmamış. Sarhoşluğu, çocuklara ve kadına kötü davranmayı beyaz adamda görmüş. Aç kalanlara yardım etmiş, kimsenin toprağına göz dikmemiş. Beyaz adamla yapmak zorunda kaldığı anlaşmalara uymuş; ancak beyaz adam kendi anlaşmalarına uymamış. Bu ahlaksızlığı da Oturan Boğa, beyaz adamdan öğrenmiş. Bütün bunlara rağmen, beyaz adamın mülkiyet hırsının önüne dikildiği için Kızılderili diye aşağılanmış.

Yaşanılan hayattaki büyük uçurum, sözlerdeki yaman tutarsızlık; günümüz insanını mutsuz ediyor. Yeni bir dünya kurmak gerek. Ne Blair’in dünyasındaki kadar insanlığımızdan uzaklaşalım ne de Oturan Boğa’nın dünyasındaki kadar yoksul yaşayalım. İnsan kalalım, insanca yaşayalım. Her gelişim, insan merkezli, insana hizmet anlayışlı olmalı. Kazanma hırsı ve tahakküm anlayışı bizi insani değerlerimizden uzaklaştırıyor. Öze dönmek gerek. Yaratan, toprağın gen kodlarıyla, insanınkilerini aynı kılmış. Bunu keşfedip buna göre bir yaşam kurmak yeterli.

Ben bu üçüncü dünyada yaşamak istiyorum. Herkes yerini seçsin!