Kenan Mutlu Gürses’in hazırladığı 8
ciltlik eserin 694 sayfalık üçüncü cildinde 1600 – 1879 yıllarında Erzincan’da,
Türkiye’de ve çevre coğrafyada yaşanan gelişmeler yer alıyor. İçindekiler bölümü ise 38 sayfa.
Dikkat çeken
bölüm başlıklarının bazıları: *Celâlî Ayaklanması sırasında Anadolu yağmalandı
ve nüfusun büyük bölümü ölümler, göçler sebebiyle zayi oldu.
Müellif, bu
başlık altında şu bilgileri veriyor:
1603 yılında
Ahıska’da sağ gurebâ (garipler) ağası Yusuf Ağa, altı-bölük sipâhilerine hükmetmesi
sâyesinde, bütün o havalinin hâkimi kesilmişti. 1602’de Deli Hasan üzerine
gitmek için Hüsrev Paşa’nın emrine yollandığı zaman, bütün Erzurum çevresindeki
kulların başında bulunan Yusuf Ağa, Erzurum’a geldiğinde, sipâhilere izin
vererek bu vilâyette büyük bir soygunculuğa sebep olmuş; Erzurum, Bayburt,
Kemah, Erzincan tarafları Celâlî istilâsına mâruz kalmışçasına hasar görmüştü.
Hattâ Divriği’nde, Hüsrev Paşa’nın ordusuna geldikleri zaman ‘Celâlî Hasan ref’
olursa bize de rağbet olunmaz. Celâlî Hasan’ın kuvveti bizim devletimize
sebeptir’ diye kapıkullarını tahrik ederek Celâlî seferinden geri döndürmeye
muvaffak olmuştu. Hâlihazırda, Ahıska’da ‘Celâlî Tarzında’ hareket ediyordu.
Beylerbeyine ve kadılara ait hususları tamamıyla kendisi görmekteydi.
Eserin 8, 9 ve
10. sayfalarında Kuyucu Murad Paşa hakkında bilgiler yer alıyor. Hakkında olumlu
– olumsuz pek çok söylentiler vardır.
Kuyucu Murad
Paşa (1535-1611), Sultan Birinci Ahmed döneminde 11 Aralık 1606 – 5 Ağustos
1611 târihleri arasında sadrazam olmuş bir Osmanlı devlet adamıdır. 1607-1608
yılları arasında 100 yıllık celali isyanlarını sona erdirmiştir.
Bosnalı
Katolik bir âileden gelir. Devşirme olarak Enderun mektebine girmiş, oradan
çıkmasından sonra çeşitli saray hizmetinde bulunduktan sonra saraydan çıkıp
diğer devlet işlerinde vazife aldı. 1554’te Mısır valisi olan Mahmud Paşa
yanında kethuda olarak çalıştı. 1554’te Mısır’a sancakbeyi oldu. Bu görevindeki
başarısından dolayı Mısır emir-haçlığı görevine getirildi.
1571’de Koca
Sinan Paşa ile birlikte Yemen Seferi’ne çıktı. Büyük yararlıklar gösterdi.
1576’da Yemen Beylerbeyi oldu. Dört yıl kaldığı bu görevde Yemen’de önemli imar
faaliyetleri gerçekleştirdi. Fakat bu faaliyetlerden dolayı ve aleyhtarlarının
bu ülkede büyük kazanç ve servet kazandığı söylentileri yaymaya başlamaları
sebebiyle 1580’de bu görevden azledilerek İstanbul’a çağrıldı. Burada bir
müddet Yedikule Zindanı’na hapsedildi.
Çok geçmeden
affedilip Şarki Karahisar Sancakbeyi olarak İstanbul’dan ayrıldı. Ardından
Trablusşam vâlisi, sonra da Karaman Beylerbeyi oldu. Bu görevde iken kendi eyâlet
askerinin başında olarak Özdemiroğlu Osman Paşa serdarlığı altında İran
Seferi’ne katıldı. 1585’te Tebriz yakınlarında Hamza Mirza komutanlığı altında
bulunan Safevi güçleri ile yapılan muharebe sırasına atının ayağı sürçüp bir
kuyuya düşünce İranlılar tarafından kurtarıldı ve esir alındı. Rahmetli Mehmet
Niyazi Özdemir, ‘kuyucu’ lâkabının
buradan ileri geldiğini yazmış ve söylemiştir. Önce Kahkaha Kalesi’nde
tutuklandı. İngiliz Elçisi Lallo hatıralarında Kuyucu Murad Paşa’nın üç yıl
savaş esiri olarak İran Şahı yanında kaldığını belirtmektedir. 1578-1590
Osmanlı-Safevî Savaşı’nın 1590’da imzalanan Ferhat Paşa Antlaşması ile sona
ermesinden sonra 1590’da İstanbul’a döndü.
Sonra
sırasıyla Kıbrıs Beylerbeyi, 1594’te Şam; 1595’te Diyarbakır vâliliğine tâyin
edildi. Diyarbakır Vâlisi iken bu valilik üzerinde kalmak şartıyla 1593-1606
Osmanlı-Avusturya Savaşı’nın 1595 Avusturya Seferi’ne katılmak üzere ayrıldı.
Uzun yıllar
Macaristan cephesinde askerî hizmet gördü. 1600’de Kanije Seferi’nde Babofça
Kalesi’ni ele geçirdi. 1603’te Rumeli beylerbeyliği ile Budin Muhafızlığı
görevi verildi. 1605’te ‘Dördüncü Vezir’ rütbesi ile şereflendirilip kubbe
veziri yapıldı. 1606’da İran seferine serdar tâyin edilen Serdar-ı Ekrem ve
Sadrazam Sokolluzâde Lala Mehmed Paşa Macaristan cephesinden ayrılması
gerekince sadrazam, Kuyucu Murad Paşa’yı Macaristan cephesi serdarı olarak
görevlendirdi. Sokolluzade Lâla Mehmed Paşa tarafından Avusturyalılar ile
başlatılan barış müzakereleri Kuyucu Murad Paşa tarafından devam ettirildi. Bu
antlaşmanın son metnini hazırlanışında bulundu. 1606’da Zitvatorok Antlaşması
bu uzun savaşı sona erdirdi. Bu barış antlaşmasının Osmanlı Devleti’nin
imzalandığı en istifâdeli antlaşma olduğu kabul edilmektedir.
1606’da sadrazamlık
makamına getirildi. Sadrazamlık döneminde Anadolu’da çıkan Celâlî isyanlarına
karışan isyancıları idam ettirmesi ile tanınmaktadır. 1608 sonlarına kadar
Anadolu’da sefer yapıp Anadolu’yu Celâlîlerden temizleme operasyonlarını
yönetti. Yakaladığı isyancıların bir kısmını idam ettirdi. Bir kısmına küçük
cezâlar verdi. Bir kısmını da affedip taşrada görevlendirdi.
Belen Geçidi
güneyindeki Oruç Ovası’nda etrafında 40.000 kişilik piyade ve süvari
birliklerinden oluşan bir ordu toplayan Canboladoğlu ile muharebeye girişti. Bu
muharebeyi galip bitiren Kuyucu Murad Paşa, Halep’i ele geçirdi. Bağdat’ta
isyan etmiş olan Tavil Ahmetoğlu Mustafa isyanını bastırmak için Çağalzade
Mahmut Paşa komutasında bir orduyu Bağdat’a gönderip bu isyancıyı öldürttü. Bu
sırada kendisine Ankara sancakbeyliği verilen Kalenderoğlu, şehir halkının kendisini
şehre sokmaması üzerine şehri kuşatmış, üzerine kuvvet gönderilmesinden sonra
geri çekilmiş, daha sonra isyan ederek Bursa ve civarında karışıklıklara sebep
olmuştu. Kuyucu Murad Paşa diplomatik yeteneklerini kullanıp diğer isyancıların
ona katılmasını önledi. Sonra onun üzerine yürüyüp Alaçayır’da yapılan bir
muharebeyi kazandı. Kalenderoğlu asi birlikleri ile birlikte İran’a sığındı.
Kuyucu Murad Paşa sonra Amasya ve Çorum civarlarında ayaklanan Tavil Halil ve
kuvvetleri üzerine yürüyüp yok ettikten sonra İstanbul’a döndü. Bu arada
çeşitli küçük kuvvetlerle isyan eden Celâlîleri ya güler yüzle affedici
tavırlarla affeder görünmüş; bazılarına da çeşitli mahallî idârecilik vererek
isyanlarını durdurmuştu.
Çok
soğukkanlı, çok gaddar ve acımasız olduğu bilinmektedir. Yaşa başa bakmadan;
erkek, kadın, Celâlî eşkıyasına destek verdiği kabul edilen herkesi
öldürtüyordu.
İstanbul’a
döndüğünde 1609 başında İran hükümdarı Şah Abbas’a karşı yeni bir İran seferi
serdarlığı görevi verildi. Sefer hazırlıkları için Üsküdar’da iken, devam eden
Celâlî isyanlarının elebaşlarını rütbe ve görev verme sözüyle kandırıp
Üsküdar’a getirip birer ikişer idam ettirdi.
Şah Abbas seferinde
mevsim şartları sebebiyle başarılı olamadı, Osmanlı ordusu Tebriz yakınlarına
kadar geldi. Fakat İranlılar 1604’ten beri ellerine geçirdikleri Revan, Tebriz
ve Gürcistan ve yörelerindeki kazançlarını kuvvetlendirmeye koyulmuşlardı.
Osmanlı ordusu bu yöreleri geri alamadı. Kuyucu Murad Paşa Diyarbakır’a
çekildi.
1610’dan
itibâren İran elçileri ile sulh müzâkerelerini başlatıp ilerletti ise de
1612’de vefat ettiğinden Nasuh Paşa tarafından tamamlanıp imzalandı. . Kuyucu
Murad Paşa bu müzâkerelerin esaslarını oluşturacak görüşmelere katıldı. Fakat
müzakereler Nasuh Paşa tarafından bitirildi.
Kuyucu Murad
Paşa azimli, tecrübeli, sâdık, doğru ve cesur bir devlet adamıydı. Sultan Ahmed
Han kendisine ‘babacığım’ diye hitap
ederdi.
Üçüncü ciltte;
Ermeni göçleri, o dönemde İslâm âlemi için önemli bir şehir olan Ahlat hakkındaki
bilgilerden sonra Erzincan ve ilçelerinden Kemah, Tercan Alaybeylikleri ile
Erzincan’ın diğer ilçelerine ve Ermenilere geniş yer veriliyor. Bu arada;
Amerika’da köleliğin kaldırılması, İstanbul’da Edebiyat Fakültesi’nin açılması,
Dersim’de Kürt-Ermeni Özgürlük komitesinin kuruluşu, Büyük Ermenistan kurma
projesi gibi konular da işleniyor.
***
Eserin 4.
Cildi 552 sayfadır. 1880-1899 arasındaki 19 yıllık zaman dilimindeki olaylar
konu olarak alınmıştır. Sayfalara serpiştirilen belgelerin çokluğu dikkat
çekmektedir. Ağırlıklı olarak Ermeni meseleleri göze çarpmaktadır. Konu ile
alakalı başlıklar: *Eğin Ermeni Tenevvür Cemiyeti. *Eğin Ermeni Öğrenciler Derneği,
*İngiltere’nin Ermeni olaylarındaki rolü. *Osmanlı Ermenilerini isyana teşvik
için faaliyet gösteren Rus subaylar. *Ermeni ihtilal komiteleri. *Ermeni
ayaklanmaları. *Ermenilerin isyana ve Türk hâkimiyetinden kurtuluşa çağrılması.
*Ermeni-Kürt münâsebetleri. *Ermenilerin Erzurum vukuatı. *Ermenilerin işlediği
cinâyetler. *Ermeniler silâha sarıldılar. *Amerika’nın Ermeni faaliyetlerindeki
rolü. *Ermeni komiteleri. *Erzincan Ermeni İhtilâl komitesi. *Kemah Olayları.
*Erzincan ve Bitlis’te Ermeniler. *Himâye gören Ermeniler.
Bu ciltte
ağırlıklı olarak ele alınan ikinci konu Kürtlerdir. Kürt meselesi de Ermeni
meselesinde olduğu gibi, Türkiye’ye patinaj yaptırmak maksadıyla; İngiltere,
Almanya, Fransa, İtalya gibi batılı ülkelerin, ‘uzak batı’ olarak anılan
Amerika’nın sun’i olarak oluşturup geliştirdiği bir meseledir.
Doğu
bölgemizde bilhassa Pars emperyalizmi çok etkili olmuş ve menfi âmiller bu
istilâcılığın işini kolaylaştırmıştır. Farsçanın etkisiyle ‘kırma bir ağız’ doğmuş, Doğu’da Türkmen
halkları hem dilleri, hem ruhları ile devlete yabancılaştırılarak ‘Şah ve Iran hayranlığı’ almış
yürümüştür. Bâzıları Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzda yaşayan herkesi, sanki
târih boyunca hep Kürtçe konuşan kimseler gibi göstermeye çalışıyorlar. Onlara
bakılırsa bütün Şark, 5000 yıldan beri Kürdistan’dır. Oysa târih boyunca bölgede
Kürtçe konuşulduğuna ve konuşan kavmin Kürt olduğuna dâir en küçük bir belge
yoktur. Ne tablet, ne bir mezar taşı, ne de başka bir kayıt…
Kaldı ki
içinde ‘Kürt’ kelimesi geçen tek belge,
Yenisey’de bulunan anıt mezardır. Bu mezarın kitâbesi Türkçe olup Gök Türk
alfabesi ile yazılmıştır. Bölge halkı Tûranî olup Türk soyundan gelmektedir.
Artık herkes anlamalıdır ki bugün Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan ve büyük
çoğunluğu Türkçe’den başka dil bilmeyen milyonlarca insanımızı sırf ‘Şarklı’dır
diye bir kalemde ‘âri ırk’ içinde göstermek mümkün değildir. 11. asırdan
itibâren gelip buralara yerleşen Artukoğulları’nın, Dulkadiroğulları’nın,
Akkoyunlular’ın, Karakoyunlular’ın, Karakeçililer’in ve daha nice… meselâ
Danişmendoğulları gibi Türkmen ve Oğuz boylarının ve beylerinin torunları nasıl
başka bir millet gibi gösterilebilir?
***
4. cildi
tamamlayan diğer konular: *Sasun olayları ve İngiltere’nin müdâhalesi. *Dersim
Kürtleri. *Kemah olayları. *Ermeni saldırıları. *Erzincan’daki Ermeni olayları.
*Erzincan ve Bitlis’te Ermeniler. *Dersim isyanı. *Ermeni câniler. *Eğin
isyanı. *Anadolu’da Amerikan-Ermeni Konsoloslukları. *Ermenilerin işledikleri
cinâyetler.
Müellif Gürses
ihtişamlı eserinin 5. cildi 451 sayfadır. 1900-1915 yılları arasındaki olayları
kapsamaktadır. Bu ciltte belgelerle birlikte Erzincan ve ilçelerinden cami,
köprü, kervansaray ve diğer sanat eserlerinin resimleri de bulunmaktadır.
Kitabın
muhtevâsını teşkil eden konulardan bâzıları: *Anadolu’daki Ermeni okullarının
sayısı 818’i buldu. *Bir Ermeni fesat komitesi. *Hamidiye alayları.
Ermenilerin 13
Haziran 1878’de Berlin Konferansı’na ‘Ermenistan’a
ilişkin Proje’ sunması ve bu projenin olumlu karşılanmasından sonra Osmanlı
Devleti sınırları içinde tedhiş ve katliam eylemleri hızlandı. Ermeni Hınçak ve
Taşnak örgütleri düzenli ordu hâline dönüştü. Rusya, Şark vilâyetlerine yönelik
emellerini açıkça ifâde etmekteydi ve işgal hazırlıklarına başlamıştı.
Abdülhâmid Han doğu meselesi adı altında, Avrupalı devletler tarafından
istenilen reformların, Hıristiyan tebaa için önce özerklik sonra bağımsızlık;
Osmanlı Devleti için de zayıflama ve parçalanma anlamına geldiğini düşünüyordu.
Bölgede asayişin temini, Ermeni şaki ve katillerin cezâlandırılması ve Rus
işgaline karşı halktan silahlı güçler oluşturmayı kararlaştırdı. Bu sebeple,
Doğu Anadolu’da bir Ermeni devletinin kuruluşunu engellemek amacıyla 1891
yılında Hamidiye Alayları’nın kurulmasını sağladı.
Hamidiye
Alayları ile Kürtleri Rusya karşısında güçlü bir askerî siper, İran’a karşı
saldırı aracı durumuna getirme maksadı yanında önemli hedeflerden biri de
Kürtleri Türk idârî makamlarının sıkı gözetimi altında durmaya alıştırmaktı.
Bununla birlikte, Hıristiyan millî azınlıkların, özellikle de Ermenilerin
yükselen bağımsızlık hareketlerine karşı kullanmak gibi hedefler de
bulunmaktaydı.
Bu iş için Dördüncü
ordu kumandanı Müşir Zeki Paşa vazifelendirildi. Paşa, kendisine Erzincan’ı
merkez olarak seçti.
40. Alay
Sivas’ta olup, Mihrali Bey tarafından Kars’tan Sivas’a yerleşen Karapapak
(Terekeme) Türklerinden teşkil edilmiştir. 1892 yılında kurulmuştur.
Sultan
Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra iktidara geçen İttihat ve Terakki
Fırkası, Hamidiye Alayları’nın teşkilatını lağvetti. Aşiret hafif süvari
alayları adıyla yeniden düzenlendi ve sayıları da azaltılarak 24’e indirildi.
Doğuda meydana gelen Ermeni isyanlarında önemli faydası görülen bu alaylar,
Balkan Savaşı’nda yerinden oynatılmadı.
1913 yılında,
alaylar yeni bir teşkilatlanma içerisine sokularak ‘İhtiyat Süvari Alayları’
adı altında, iki fırka hâlinde, merkezi Erzurum olan Dokuzuncu Kolordu’ya
bağlandılar. Birinci Dünya Savaşı’nda doğuda dinç ve zinde olarak Ruslara karşı
çarpışan bu alaylar, Rus birliklerini geri çekilmeye zorladılar.
Kenan Mutlu
Gürses, Erzincan’ın mahallî kültürü hakkında, ‘Erzincan Düğünü’ başlıklı yazı ile bilgi veriyor:
Erzincan’da
evlenme işi Erzurum ve İstanbul’dakine benzemez. Erzurum’da halk davul zurna
ile seçkin insanlar ince sazla ve faytonla gelin götürürlerdi. Erzincan’da ise
ilâhiler söylenerek gelin götürürler. İlâhi, sesi güzel birkaç erkek tarafından
düğün alayının önünde okunur. İlâhiciler nöbetleşe okuyarak giderler. Bunların
arkasında gelin faytonu vardır. Gelin faytonunu hanım faytonları izler. Düğün
yemeğine ne kadar çok hanım dâvet edilmişse o kadar çok araba sıralanır. Gelin
faytonu arkasından giden hanım arabası sayısı yemeğin büyüklüğünü gösterir.
Erzincan düğünlerinde yaşlı erkekler gelin alayının önünde faytonla, gençler
atlarla giderler. Düğünün şânını atlılar artırır. Bunlar süvari bölükleri gibi
düzgün gitmezler. Gelişigüzel at oynatır, at koşturur, geniş meydanlarda cirit
oynayarak alayının zaman zaman yanında, zaman zaman arkasında giderek
arabalardaki hanım ve genç kızlara caka satarlardı. Her düğün alayı kesinlikle
müşirlik dâiresi önünden geçerdi. Gelin güveyi evine gittikten sonra alay
dağılırsa da iş bitmezdi. O gün koltuk töreni yapılırdı. Bir önceki gece
kadınlar kına gecesi yaparlar, bu gece güveyi içeri verildikten sonra delikanlılar
sabaha kadar eğlenirlerdi. Bu gibi düğünlere subayları çok dâvet ettiklerinden
birçok düğünde ben de bulundum. Yalnız ikisinden biraz söz edeyim: Hacı
Abdullah Bey’in küçük oğlu Fahri Bey’in nişanlısı Fırat’ın sol tarafındaki
Ürekli idi. idi. Gelini getirecek ekibe
katılmak için bir Çarşamba günü öğleden sonra tabur komutanından izin aldım.
Sağlayabildiğim bir ata bindim. Tabur arkadaşlarımdan genç teğmenlerle Ürek’e
gittik. Köyün delikanlıları bizi köylerine bir-iki kilometre kala atlı
karşıladılar. Kırlarda at koşturdular. Bizimle cirit oynamak istediler. Kasaba
gençlerinden karşılarına çıkan oldu. Ama subaylardan kimse cesâret edemedi.
Çünkü at cirit oynamak çok idmanlı olmayı ve eğitimi gerektiriyordu. Subaylar
arasında cirit oynamış kimse yoktu. Ben çocukluğumda çok cirit oynadığım için
iyi cirit atıyordum, Çıplak atın üstünde nasıl cirit atılacağını bilmiyordum.
Bundan başka atın da cirit oyununa alışkın olması gerekirdi. Sözün kısası kız
tarafı, biz erkek tarafını yenilmiş saydı.
Bizim
için ayrılmış odaya geçer geçmez yemekler geldi. Karnımızı doyurduk. Bir saat
geçmeden ikinci bir yemek geldi. Zorladılar. Onun için bir-iki lokma daha
aldık. Arası bir saat olmadan üçüncü yemeği önümüze sürdüler. Yatıncaya kadar
belki her saat başı yemek getirdiler. Gece güzel yataklarda yattık. Ertesi
sabah kaymaklı, keteli, çörekli bir kahvaltı yaptık. Artık Erzincan’a dönme
hazırlığı yapıyorduk ki bir yemek daha getirdiler. Gelin alayı güçlükle hazır
oldu. Yalvarmalar ve vaatlerle gelini arabaya aldık. Gelişte atlı delikanlılar
bizi karşıladıkları gibi dönüşte de yolcu ettiler. Birçok da çörek ikram
ettiler.
(DEVAM EDECEK)