Bak, Gör, Düşün!

169

Gözümüzle gördüğümüz kâinat, uçsuz bucaksız evren;

Aslında çok muazzam, çok büyük bir bürhan / delil. Hakikat ve gerçeğin;

Özellikle insanlara, müşahhas / somut bir sunucusudur.

Bakıp da görmediğimiz, duyup da işitmediğimizden ötürü,

Çok zaman farkında olmadığımız hâl dili olan gayb lisanı;

Görünen maddî âlemle muhteşem bir müsebbih, yani Allah’ı tesbih edici.

Ve bu hâliyle, O’nun bütün kusur ve noksanlardan uzak olduğunu, bizlere ilân edip durmakta.

Âdeta en mufassal / çok yönlü bir muvahhid olarak, Allah’ın birliğine inanmanın;

En büyük, en geniş ve en derin ifadesi.

Mânen kör, yani basiretsiz olan biz gâfil kulların, bıkmadan usanmadan dikkatini çekmekte.

Hem de bunu, Rahman ve varlıktaki Rahmetin sahibi olan Allah’ın birliğini

Zâkir / zikredici olarak yapmakta. Tüm mahlûkata, hâl diliyle ilân edip duyurmakta.

Evet, bütün hücrelerin zerrat / zerre ve atomları, bütün erkân / esas, kaide ve âzâlar;

Birer zâkir / zikredici lisan olup, “Lâ ilâhe illa Hüve.” /

“O’ndan başka ilah yoktur.” (Âl-i İmran: 18) demekteler.

Gerçi o dillerde tenevvü / çeşitlilik, o seslerde meratip / mertebeler var.

Fakat o zikir, o savt / o sesler bir noktaya parmak basmakta. Allah’ın tek ve bir olduğuna.

Kâinat büyük bir insan hükmünde. Küçük büyük bütün âzâ ve organlarıyla,

Yani tüm mevcudatiyle Allah’ın isim ve sıfatlarına âyinelik / aynalık yaptıkları gibi,

Aynı zamanda, onların lisanı hâlle ettikleri; Allah’ı anış zikirlerine de tercüman olmaktalar.

Nitekim âlem, hâl diliyle. Ruh sahipleri, zikir halkaları içinde, Nur’un / mânevî ışığın maşrık’ı /

Doğduğu yer olan Kur’an’ı okuyarak “Lâ ilahe illa hüve.” zikriyle kendilerinden geçiyor.

Çünkü bu şanı yüce Furkan / Kur’an, o tevhidi dile getiren, muazzam bir bürhan / bir delil.

Bütün âyetleri sâdık birer lisan. O âyetlerin şua ve ışınları, imanın birer parıltıları.

Eğer kulağını yapıştırsan Furkan’ın sinesine, derinden tâ derine; sarîhan /

Açıkça işitirsin bir sadâyı ki der: “Lâ ilahe illa hüve.” / “O’ndan başka ilah yok.”

O sestir gâyeten / son derece ulvî / yüce, nihayet derece ciddî, hakikî pek samimî;

Hem nihayet mûnis / cana yakın ve mukni / ikna edici, akla uygun.

Hem de, bürhan / delille mücehhez / techiz edilmiş, donatılmış.

Şu nurlu delilin, altı ciheti / altı yönü şeffaf. Üstü münakkaş / nakışlarla süslü.

Müzehher / çiçeklerle donanmış mucizeli sikke içinde, parlayan bir hidayet nûru:

Tevhidi / Allah’ın birliğini, daima söyler durur.

Altında nescolmuş / dokunmuş zarif, ince ve nazik mantık ve bürhan / delil.

Sağında aklı istintak eden / konuşturan, her tarafı mürefref / ince ve zarif.

Ezhan / zihinler “Sadakte.” / “Doğru söyledin. (Seni tasdik ederim).” Der: “Lâ ilahe illa hüve.”

Yemin / sağ taraf olan şimal / kuzeyinde, vicdanı istişhad eder / şahit olarak gösterir.

Emamı / ön tarafında hüsn ve hayır / güzellik ve iyilik var.

Hedefinde saâdet. Onun miftahı / anahtarı, her dem söylediği tevhid.

Emam / ön taraf olan verası / ötesinde, ona mesnet / dayanak semavîdir ki,

Vahy-i mahz-ı Rabbanî / varlıkları yaratan, besleyen ve terbiye eden, sırf Allah sözü.

Bu şeş cihet / bu altı yön, ziyade / parlak ve ışıklı.

Büruc / burçlarında tecellî ettirir, zikreder tevhidi.

Evet, sârık / hırsız vesvese, vehim ve kuruntuyla kapıyı çalan şüphe,

Ne haddi var ki, o mârık / o dinsiz; girebilsin, bu bârık / bu aydınlık Kasr’a.

Hem şârık / nur saçan sûreler, sur gibi şâhik / yüksek ve yüce,

Her kelime bir nâtık / konuşan melek ki, der tevhidi.

O Kur’an-ı Azimüşşan / Şanı Büyük Kur’an, öyle bir tevhid bahri / tevhid denizi ki;

Bu gerçeği anlatmaya, fazlasıyla yeter, bir tek İhlas Sûresi.

Önceki İçerikEzanın Türkçe Okunması Hakkında
Sonraki İçerikAtatürk’ün “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” Vecizesi
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.