Eskilerin
önem verdiği iki kavram vardır; biri ilm-i siyaset diğeri ise ilm-i kıyafet.
İlm-i siyaset çok kapsamlı bir kavram onu kısaca “karşıdaki insana kişisel
özelliklerini nazara alarak hitap etmek suretiyle ikna etme” şeklinde
tanımlayabiliriz. İlm-i kıyafet ise dış görünüşten karakter tahlili yapmak
demektir. Burnu uzun olan kişinin karakteri şöyle olur, gözü şöyle olan kişide
şu huylar bulunur gibi aslında pek de bilimsel olmayan bir yöntemdir. Erzurumlu
İbrahim Hakkı’nın Marifetname kitabında bu tarz bilgiler yer almaktadır.
Salt dış görünüşe bakarak karakter
tahlili yapmak ön yargılı olmak gibi büyük bir yanlışa meydan vereceğinden pek
tavsiye edilmez. Durum bu olmakla birlikte eskilerin ilm-i kıyafetle asıl kast
ettiği hususun beden dili okuma olduğunu zannediyorum. Çünkü beden dili,
insanların farkında olarak veya olmayarak karşıdaki kişi/kişilere en güçlü ve
en etkili mesaj verdikleri dildir. Karşıdaki insanın beden dilinden ne
anlaşılması gerektiği bazen çok açıktır bazen de o mesajı anlayabilmek için bu
konuda eğitim almak gerekmektedir. Beden dili konusunda Ahmet Şerif İzgören’in “Dikkat
Vücudunuz Konuşuyor” kitabını şiddetle tavsiye ederim. Yine İzgören’in aynı
isimdeki derslerini YouTube’da da izleyebilirsiniz.
Bu satırların yazarı da yaşı genç
olmasına rağmen kâh çok farklı şehirlerde yaşamanın getirdiği hayat
tecrübesiyle kâh beden dili konusunda azıcık eğitim almış olmanın verdiği
özgüvenle beden dili okuma konusunda birazcık iddialı olan kişilerdendir. İlm-i
siyaseti beceremez ancak ilm-i kıyafette azıcık iyidir.
Ayasofya’nın Tekrar Camiye Çevrilmesi Usulündeki
Tuhaflıklar Silsilesi
Uzun bir girizgah yaptıktan sonra
şimdi asıl konumuza yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya’nın tekrar ibadete
açılmasına dair yaptığı konuşmayı tahlil etmeye çalışalım. Ancak tahlile
başlamadan önce yine uzun bir açıklama yapmaya gerek var.
Öncelikle konu hakkında şahsi
görüşümüzü aktaralım. Lafı hiç eğip bükmeden, Ayasofya’nın vakt-i zamanında
camiden müzeye çevrilmesinin yanlış bir idari tasarruf olduğunu belirtelim. Bu
konuda amasız fakatsız düşüncemiz budur. “Efendim Atatürk’ün amacı şuydu buydu”
gibi görüşlere bu konuda itibar etmiyorum. İlanihaye Atatürk de bir insandır ve
her insan gibi O da hata ile maluldür. Ayasofya neden müzeye çevrildi, dış
baskı mı söz konusuydu, uluslar arası arenada bir hesaplaşmanın konusu muydu,
yoksa doğrudan doğruya iç politikaya bakan bir yönü mü vardı inanın hiçbir
bilgim yok. Hangi saikle Ayasofya’nın camiden müzeye çevrildiği konusunda bilgi
sahibi değilim. Bu konuda cehaletimi itiraf ediyorum ancak bu cehaletime rağmen
cehalette vites yükselterek amasız ve fakatsız olarak Ayasofya’nın müzeye
çevrilmesinin hata olduğunu düşünüyorum. Şahsi görüşümdür ve hakakniyet içeren tamamen
bilimsel metotlarla yanlışlanabilir.
Ayasofya’nın tekrar camiye
çevrilmesi doğru olmakla birlikte işlemin usulünde bir tuhaflıklar silsilesi
söz konusu. Bu tuhaflıklar silsilesini de kısaca arz etmeye çalışalım.
Öncelikle Ayasofya Camii, bir
Bakanlar Kurulu kararıyla yani bir idari işlemle müzeye çevrilmişti. Bakanlar
Kurulu Kararları mutlak şekilde bağlayıcı değildir. Her hükümet kendi siyasi
iradesini ortaya koyarak daha önce verilmiş bir Bakanlar Kurulu Kararının
aleyhinde yeni bir karar verebilir. Mevcut sistem Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemi olduğu için artık bakanlar kurulu yok, Cumhurbaşkanı tek başına karar
verip Cumhurbaşkanı Kararı düzenleyebiliyor. Buradaki ilk tuhaflık Sayın
Cumhurbaşkanının böyle bir yetkisi olmasına rağmen Ayasofya’nın camiye
çevrilmesi için gerek Başbakanlık yaptığı dönemde Bakanlar Kurulu Kararı
çıkarmaya gerekse Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde bir Cumhurbaşkanı Kararı çıkarmaya
yanaşmamış olmasıdır. Sayın Cumhurbaşkanının Ayasofya’nın camiye dönmesi
konusunda bir irade ortaya koymaması ve topu yargıya atarak Danıştay kararını
beklemesi gerçekten tuhaftır. Hâlbuki Danıştay ne karar verirse versin Sayın
Cumhurbaşkanı’nın tek başına vereceği kararla Ayasofya’yı camiye çevirme
yetkisi zaten vardı ancak Sayın Cumhurbaşkanı bu yetkisini kullanmadı.
Ayasofya’nın tekrar camiye
çevrilmesi usulündeki ikinci tuhaflık ise Danıştay kararının hukuka aykırı
olmasıdır. Bu hususu da şöyle açıklayalım. Bir mahkeme kararının hukuka
uygunluğu iki yönden incelenir; usulden ve esastan. Yani mahkeme kararları hem
şeklen hukuka uygun olmak zorunda hem de içerik olarak hukuka uygun olmak
zorundadır. Danıştay, Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi konusunda esasen
doğru bir karar vermiştir. Ancak bu karar usulen hukuka aykırıdır.
Çünkü ilk olarak 1934 yılında
verilen bir Bakanlar Kurulu Kararının iptali için 2016 yılında yapılan başvuru
esasa hiç girilmeden süre yönünden (hak düşürücü süre) reddedilmeliydi.
İkinci olarak aynı konuda daha önce
Danıştay’da iki defa dava açılmış ve her iki dava da reddedilmiş. Dolayısıyla
bu dava da kesin hüküm nedeniyle reddedilmeliydi. Doğru istikamete yanlış
yoldan ulaşılmaz. Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi gibi doğru bir işlem
hukuka aykırı bir mahkeme kararıyla gerçekleşmemeliydi. Tekraren ifade
edeceğimiz üzere Cumhurbaşkanı’nın tek başına çıkartacağı bir Cumhurbaşkanı
Kararıyla bu işlem gerçekleşmeliydi. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı bu olayda risk
alan cesur bir siyasetçi gibi davranmadı, bilakis sorumluluktan kaçan ve
sorumluluğu başka mercilere atarak kaçak güreşen klasik bir devlet memuru gibi
davrandı. Kendisi sorumluluk almaktan kaçarak topu Danıştay’a attı. Sayın
Cumhurbaşkanı’nın bu hamlesinin hem sebebini hem de sonucunu ileride göreceğiz.
Ama bu şekilde bir tavır sergilemesi normal değil. Tanıdığımız asla çekinmeyen,
risk alan Tayyip Erdoğan profiline uymayan bir tarz bu.
Ayasofya’nın
tekrar camiye çevrilmesi usulündeki üçüncü tuhaflık, davalı Başbakanlık’ın
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi talebinin ve yukarıda saydığımız son derece
hukuki ve sağlam argümanlarla davanın reddini talep etmesidir. Halbuki dava
açılış tarihi 2016 yılıdır. 2016 yılında 15 Temmuz darbe girişimi Ak Parti
iktidarının elini kuvvetlendirmiş ve yaptığı her faaliyeti sorgulanamaz hale
getirmişti. Böyle bir ortamda istediği her şeyi elde eden Ak Parti’nin
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi konusunda direnmesi ve 15 Temmuz’un kendisine
sağladığı fırsattan Ayasofya konusunda istifade etmeye çalışmamış olması
gerçekten ilginçtir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaklaşık bir
sene önce 19 Mart 2019 tarihli bir TV programında “Ayasofya’nın cami olmasının
bir götürüsü var. Ayasofya’nın açılmasını isteyenler, yurt dışındaki
camilerimizin başına ne gelir düşünüyor mu? Bunlar dünyayı tanımıyorlar. Ben bu
oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim” şeklinde açıklamada bulunmuştu.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamasını üstte bizim yaptığımız izahatla tevhit
edince Ayasofya’nın camiye çevrilmesi konusunun Sayın Cumhurbaşkanı’nın
tasarrufuyla gerçekleşmediği ortaya çıkmaktadır. Yine Sayın Cumhurbaşkanı’nın
Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi konusunda yaptığı konuşmadaki tavırları
da bu iddiamızı doğrular mahiyettedir. Şimdi sıra Sayın Cumhurbaşkanı’nın beden
dilinin tahlilinde.
Erdoğan’ın Ayasofya’nın İbadete Açılmasına Dair
Konuşmasındaki Beden Dilinin Tahlili
“Poker face” diye bir tabir vardır.
Pokerde ustalaşan kişiler rakiplerinin yüz ifadelerinden veya küçük bir
hareketlerinden ellerinin iyi mi kötü mü olduğunu anlayabilirler. Böylelikle
rakibinin blöf mü yaptığını yoksa elinin gerçekten iyi mi olduğunu anlar ve ona
göre hamle yaparlar. Daha usta pokerciler ise elleri ne olursa olsun hiçbir
tepki vermezler. Onların yüzlerinden ellerinin güçlü mü zayıf mı olduğunu
anlayamazsınız. İşte poker oyuncularına ait bu özellik zamanla diplomaside
aklından geçen düşünceleri karşı tarafa belli etmeyen diplomatlar için
kullanılmaya başlanmıştır.
Erdoğan, beden diline çok önem veren
ve bu konuda ciddi profesyonel eğitimler alan ama aynı zamanda son derece
duygusal olan bir lider. Aldığı eğitim ne kadar iyi olursa olsun, beden dilini
ne kadar iyi kullanıyor olursa olsun Erdoğan’ın bu duygusal yapısı O’nu “poker
face” olmaktan uzaklaştırıyor. Beden diliyle ve konuşma tarzıyla duygularını
bastırsa bile, gözlerinin içine baktığınızda aklından geçeni okuyabiliyorsunuz.
Erdoğan’ın seçim zaferleri sonrası
pek çok “balkon konuşmasını” dinledik. O balkon konuşmalarında sevincine ve
heyecanına şahit olduk. 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum sonuçları
açıklanmaya başlar başlamaz balkona çıkıp biraz da çocuksu bir muziplikle
söylediği “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözleri hala kulaklarımda çınlar. Ancak
Danıştay’ın 10 Temmuz günü verdiği karar sonrasında kameralar karşısına çıkan
Erdoğan’la o balkon konuşmalarını yapan Erdoğan arasında dağlar kadar fark var.
Erdoğan’a bakarken gördüğüm şey
tamamen donuk bakan gözler ve kaskatı bir yüz ifadesiydi. Kürsü hâkimiyeti
tamdı ancak yüz ifadesiyle kürsü hâkimiyeti birbiriyle çelişiyordu. Manevi
yönden bu kadar büyük ve sevinçli bir haber hatta işi siyasete çekecek olursak
seçmenini konsolide edecek ve düşüşte olan oylarını toparlayacak böyle bir olay
karşısındaki o heyecansız ve adeta hiçbir sevinç belirtisi taşımayan konuşma
tarzı gerçekten çok şaşırtıcıydı.
Genel olarak insanları özel olarak
da Erdoğan’ı az çok tanımışsam; konuşma esnasında Erdoğan’ın gözlerinden
okuduğum şey, istemediği veya tam olarak emin olmadığı bir işi yapan insanların
gözlerinden okuduğum şeyin aynısıydı. Kendi iradesiyle değil de başkasının
isteğiyle orada o konuşmayı yapan birinin gözlerini gördüm Erdoğan’da.
Ayasofya’nın tekrar camiye
çevrilmesi hem ülkemiz hem de bütün insanlık için hayırlı olsun. Ancak yukarıda
yazdığım tüm bu nedenlerden dolayı Ayasofya’nın camiye çevrilmesi konusunda bir
takım tuhaflıklar görüyorum. Tabi yazdığım tüm bu şeyler tamamen sübjektif ve
yanılıyor olma ihtimalim son derece yüksek. Bu işin sonuçları ne olur
bilemiyorum. Ama nihai sonuç ülkemiz için iyilik ve güzelliklere vesile olan
sonuç olsun.