At Gözlüğüne Değil, At Gözüne İhtiyaç Var

73

Fires veya feres, at gözü demek. Bu kelime dilimize
“feraset” olarak yerleşmiştir.

Atın gözü, oldukça yeteneklidir; hem önü hem arkayı
görebilir, üç yüz altmış derece görüş açısına sahiptir. “At gözüyle bakmak”
deyişi, olay ve olgulara her yönüyle, ilerisi ve gerisiyle, içiyle dışıyla,
zahiriyle batınıyla bakabilmek demektir. At gözüyle bakan, bütün ayrıntıları
nazara alacağından dolayı kararlarında da isabet edecektir.

Bir iş ya da yarış sırasında, atlara gözlük takılır. İstenir
ki at, bir noktaya odaklansın, çevresiyle ilgilenmesin, sadece gideceği
istikameti görsün. “At gözlüğü takmak” deyimi bu işlevden türetilmiştir. At
gözlüğü takan kişi, düşüncelerinde sabit, olay ve olgulara tek cepheden bakan,
ayrıntıları görme yeteneğinden yoksun kişi, demektir. Siyasi algılarımız,
hırslarımız, öfkelerimiz, megaloman yapımız, kibir, diğerlerini küçümseme;
birer at gözlüğümüzdür. At gözlüğüyle bakanlar, tek düze bir bakış açısına ve
düz mantığa sahip olacağından kararlarında isabetsiz, ilişkilerinde iticidir.
Bu tür insanlarla diyalog kurmak, onların iç ve düşünce dünyalarına ulaşmak çok
zordur.

Hedefe kilitlenmenin, bir işe yoğunlaşmanın, bir düşünceye
odaklanmanın gerektirdiği durumlarda at gözlüğü takmak, başarmanın ön
koşuludur. İlgi, düşünce, dikkat dağınıklığı; başarının prangalarıdır. Ancak at
gözlüğünü takmamız ve çıkarmamız gereken durumları doğru ayırt edemezsek
kararlarımız isabetsiz, emeklerimiz ziyan olur. Bu durumda hayal kırıklığı
kaçınılmazdır.

Öğretmen, sınıfa girdiğinde bütün öğrenciler ayağa kalktığı
halde, arkadaki bir öğrencinin ayağa kalkmadığını görür. Bu olay birkaç ders
tekrarlanınca öğretmen öğrenciye hakaret eder. Niye ayağa kalkmadığını sorar.
Öğrenci, “Benim iki ayağım da kesik.” deyince öğretmen, derin bir mahcubiyet
yaşar.

Bir siyasi figürün sözünden hareketle eğitim üzerine bir
yazı yazmıştım. Yazımda konuşmanın içeriğine katıldığımı ancak söylenenlerin
pratik değerinin bulunmadığını, eksik taraflarının olduğunu yazmıştım. Bunun
üzerine yazılarımın takipçisi okuyucum, siyasi kişinin baskın karakterinden
etkilendiği için yazıma eleştiride bulunmuştu. Hâlbuki ben, onun eleştirdiği yönü
vurgulamış, tenkit etmiş; yazımda eksiklerle ilgili tekliflerde bulunmuştum.

Öğretmenin saygı anlayışı veya öğrenciden beklediği saygı temelli
davranış, okuyucumun siyasi kişiyle ilgili ön kabulleri, kendileri için birer
at gözlüğüymüş. Denebilir ki hiçbirimiz at gözlüklerimizi yanımızdan
ayırmıyoruz. Olay ve olgulara dar açılı, tek yönlü bakabiliyoruz.

Baba, amir, vali, devlet başkanı gibi karar verici makam
veya noktada bulunanlar at gözlüğü takma hakkına sahip değillerdir. Olması
gereken, at gözüyle bakmalarıdır.

İnsanı ibadet aşkıyla sevip ona değer verenler, adaletli
olmak için sabır pınarından beslenenler, zulmetmekten korkanlar, hakkaniyetin
meşalesini taşıyanlar, varlıkların tefekkür ve sorgulamasını yapanlar; at
gözüyle bakanlar yani feraset sahibi insanlardır.

Feraset sahibi olabilmek için müneccimliğe, gaipten haber
almaya ihtiyaç yoktur. Bizi biz yapan iç cevherimizi keşfetmek, varlığımızı ve
varlık sebebimizi idrak etmek yeterlidir.

Yaya, yolda rastladığı yaşlıya dağ arkasındaki köye kaç
saatte varabileceğini sorar ancak, yaşlıdan cevap alamaz. Bir miktar ilerleyen
yolcunun arkasından yaşlı adam, “Üç saatte varırsın evladım.” diye bağırır.
Yaya, niçin az önce cevap vermeyip arkasından bağırdığını sorunca yaşlı adam,
“Yürüyüşünü ancak gördüm evladım.” der.

Yıllarca ortaklık yapan iki arkadaş, ortaklığı bitirip
ayrılmaya karar verirler. Alacakları malları bir türlü bölüşemezler, her biri
kendisini haklı çıkaracak gerekçeler ileri sürer. İş, tatsızlaşır. Bir bilge
kişiye giderler. Bilge onları dinler, bakar, iş karışıktır. “O zaman peygamber
usulü yapacağız.” der. “Nedir o?” dediklerinde bilge, “Biriniz bölecek, biriniz
tercih edecek.” der. Biri malların bölüşümünü yapar, diğeri de sonunda bir
parçasını tercih eder. İş tatlıya bağlanır.

Feraset; tecrübedir, hayat gerçeklerini iyi
gözlemleyebilmek, sebep ve sonuçları doğru okuyabilmektir. İyi niyetli, çözüm
odaklı, yapıcı olmaktır. Eşyanın, olayların künhüne vakıf olabilmektir.

Uygulanan eğitim sistemi, içine hapsolduğumuz medyanın
propagandası nedeniyle, istemesek de, esiri olmaktan kurtulamadığımız, hatta
içselleştirdiğimiz maddeci, seküler, çıkarcı, dünyacı bakış açımız,
ferasetimizi köreltmiş durumda. Anlık tepkiler, düşüncesizce verilen kararlar,
derinliksiz konuşmalar, birer ferasetsizlik örnekleri değil midir? Başkalarına
hayat hakkı tanımamak hep kendini haklı görmek; akıl, vicdan, bilgi yerine duygularını
karar ve eylemlerinde ölçü olarak kullanmak, ferasetsizlik değil midir?

Birlikte olacağımız dost ve arkadaşlarımızın feraset
seviyesine, alacağımız eğitimin bize katacağı feraset kat sayısına dikkat
etmeliyiz. Arkasından gideceğimiz siyasi liderin, kanaat önderinin feraset
derecesini mutlaka iyi incelemeliyiz. Kargayı kendine kılavuz edenlerin
gideceği yer bellidir.

Kişinin ferasetini geliştirmeyen, yükseltmeyen bir eğitim,
beyhude bir uğraştır. Feraseti ihya etme amaçlı bir eğitim sistemin, insanın ve
insanlığın yücelişine, kurtuluşuna yol açacağını düşünmekteyim.

At gözüne sahip olmadan at gözlüğü takan öncülerin,
liderlerin, yöneticilerin dominant olduğu bir devirde yaşıyoruz. Gidişat, hoş
değil. Kendimizi tenkit ve tahlil etmek zorundayız. Teklifimiz, belli: Feraset,
feraset, feraset…