Aşk Nedir Bilen Var mı?

175

Türkiye’nin her tarafı, özellikle de İstanbul’un her yanı aşk çünkü.

Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça “Ey güzel İstanbul sen benim yârimsin” derken dersaadetin ağaçlarını, denizini, toprağını, gökyüzünü, tepelerini, kuşlarını, çiçeklerini, insanlarını yani her şeyini kastediyor. Aşkta bir şey eksik olmayacak. Sen onu, o seni kucaklayacak, kuşatacak.

Diplomat, milletvekili, sanatçı Yahya Kemal Beyatlı “Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde/ Sen nerdesin ey sevgili, yaz günleri nerde? Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde/ Sen nerde, o fecrin ağaran dağları nerde?” derken sanırım bunu kastediyor. Şekip Memduh Bey de onun için besteliyor. Şekip Memduh Bey (1885-1933) ise devrinin dışişleri bakanı Vezir Şekip Paşa’nın torunu, diplomat Memduh Şekip Beyin oğlu. Dilerim günümüze yansır, kopyalanır.

Böyle bir fotoğraf düşünün günümüz için!

Falan bakanımızın veya genel müdürümüzün oğlu güftesini yazıyor, feşmekan bakanın yahut üst bürokratımızın oğlu-kızı da besteliyor.

Aman Allah’ım ne müthiş bir resimdir böyle olanı.

Ancak bu; bir temenni, bir hayal, belki de rüya gibi bir şeydir.

Herkeste bir “dünyevilik” hat boyutta; dairesine daireler, arabasına arabalar, imkânına imkan, unvanına unvanlar katmak isteyen bir hal var toplumda, yöneticilerde.

Kibir zirvede.

Tebessüm bile hak getire.

Böylesine bir gurur ve enaniyet.

Rekabet olunca da “niçin kaybettik” diye sorgulamaktan geri durmuyor.

Aşk Medeniyeti Tetikler

TURİNG’teki musikimizin ustalarından ve yüz akı sanatçılarından Bekir Ünüataer’in “Geçen Yüzyıl” adlı konserinde düşündüm bunları.

Geçen Yüzyıl’ın savaştan çıkmış, yorgun, bitik, mecalsiz ancak, insanlarında bir heyecan var, bir aşk var, bir ümit var, adeta dünyaya yeniden gelmiş gibi taptazeler. Aralarına giren yabancılar da böyledir üstelik. Bu halkın arasın yaşayan ve isimlerini İstanbul’un değişik mekanlarına verdiğimiz iki Fransız yazar Piyet Loti ve Cladue Farrare-Klodfarer de onların arasında, hayranlıkla onlara yani Dersaadet insanlarına benzemeye çalışmışlar. İstanbul’da Edirneli Ahmet Çelebi’den Türk Müziği, Tanburi Angeli’den tanbur öğrenen Romen Prensi Dimitrius Kantemir de öyledir. Yaşadıkları dönemde İstanbul halkının arasında onlardan bir şeyler bellemek ve yansıtmaya çalışmışlardır.

Bekir Ünlüataer’in konseri Kandemiroğlu’nun(1673-1723) sazkâr, peşrev, havi’siyle başladı ve Tab’i Mustafa Efendi’nin üç eseriyle devam etti. Tab’i Mustafa Efendi (1705-1765) şöyle diyordu günümüz algısıyla eserinde “İşim daima, dilde söz ve elde sazdır. Musikiye başlarken nağmeleri tartmak, üzüntüleri dağıtır. Rast makamından ayrılan zencir usulündeki bu bestem sevdayı-aşkı bilenlere armağandır.” Bitmiyor devam ediyor Tab’i Mustafa Efendi “Sevgilim, gel ki senin boyun posun, can bahçesinde fidanımdır. Güzel yüzünün parlaklığı, benim batmayan güneşimdir. Ey servi boylu, senin aşk bahçende ben öyle bir kuşum ki kainat baştanbaşa kanadım altındadır.”

Zaman değişse de aşk dünyevileşmekten ve cinsellikten ayrı, aynı kalır her dönemde; aşk aşktır. Hiç değişmiyor.

Her Şeyi Aşkla Gerçekleştirmek

Bestekar Mısırlı İbrahim Efendi’nin (1872-1933) asıl adı Avram Levi’dir. Kendisi bir Osmanlı Cihan Devleti mensubudur. Mehterhanede hocalık da yapmıştır. Sazına hakim, icrası kuvvetli, güzel sesi ve özel okuyuşundan dolayı “Hanende İbrahim Efendi” olarak bilinir, Avram Levi olarak değil. Ahmet Refik Altınay’ın güftesindeki “Semalardan güneş hala inmiyor/ Gönlüm mahzun, gözümden yaş dinmiyor/ Ada sensiz yüreğime sinmiyor/ Gel de biraz gözlerini göreyim/ Mimozadan sana çelenk öreyim” dizesi aşkı bestesine yansıtarak yaşıyor.

Aşık olmayan galiba bu meselelere biganedir.

Bigane olması da normaldir.

Çünkü aşk bir ayrıcalıktır, özellikle de günümüzde sevgi bir imtiyazdır.

Dünyeviliğin tam zıddıdır.

Ali Rıfat Çağatay (1867-1935) Şark Musiki Cemiyeti’ni ve Türk Musikisi Ocağı’nı kurdu. 1924’de ilk kabul edilen acemaşiran makamında Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı’nı besteledi. Mehmet Akif’teki aşk, İstiklal Marşı’na yansımıştır. Ali Rıfat Çağatay’ın nihavend bestesi Orhan Seyfi Orhun’un güftesi olan “Sarahaten, acaba söylesem darılmaz mı? Darılmak adeti, Bilmem ki, çapkının naz mı?.. Desem ki (Ben seni pek çok) sakın gücenme e mi? Sakın gücenme, eğer anladınsa sevdiğimi” dizelere aşk ile yansımıştır.

Bu aşk olmasa günümüze gelmezdi zaten.

Başkent’e Sokulmayan Aşık

Ne diyor Aşık Veysel; Güzelliğin on para etmez/ Bendeki bu aşk olmaza!

Aşk, görme engelli Aşık Veysel (1894-1973) için de kutlu bir olgu.

Olmazsa olmaz.

Hatta her işte, her şeyde.

Bekir Ünlüataer’in konserinde bilmem kaç asır önce Anadolu dervişi Karacaoğlan’dan (1606-1679) “Ey benim bahtı yârim, gönlümün tahtı yârim/ Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yârim? Kalbinde aşk izi var, seni kim yaktı yârim”i Muhlis Sabahattin Ezgi’nin(1880-1947) bestesiyle bu aşkı yedi âlem duydu. Aşktaki bu kıskançlığı bile fark etti.

Eskiden aşk mı vardı diyenlerin ağzına biber sürmek gerek. Fetihler bile aşk ile gerçekleşmiş. Osmanlı yedi iklim dört kıtaya aşk götürmüş, sevgi yansıtmış.

Gençler Önde, Hem De Sanatla Beraber

Aşkı bize sanatçılar yansıtıyor.

Bekir Ünlüataer eserleri yaşayarak okuyor, vurguları hakkıyla yapıyor, ces ve mimiklerle dize ve notanın hakkını veriyor, güzel Türkçemizin örneklerini yaşatıyor. Bunda elbette saz sanatçıları Lütfiye Özer, Taner Sayacıoğlu, Murat Aydemir, Volkan Ertem gibi saz sanatçılarının ve Mehmet Hulusi Yücebıyık gibi yönetmenlerin emeği, katkısı, alın teri bulunuyor.

İşte bunun için salon dolu, boş yer yok. Üstelik %95’i üniversite talebesi, hem de değişik fakültelere mensup gençler. Üstelik tümü de aşk yaşında, aşk başında ve aşk yüreğinde delikanlılar. İki sıra da aksakallar var ama, onlar da öğrenciler gibi heyecanlı, tümü sanatçıyı alkışlamaktan yorulmadı bile diyebilirim. Geçen Yüzyıl deyince hangi isimler gündeme gelir? Bittabi ve hemen sayayım Vezir Ziya Paşa’nın oğlu Subhi Ziya Özbekkan (1887-1965), Sultan Abdülaziz’in başmabeyincisi sanatçı bir ailenin reisi Hurşit Bey’in oğlu Muhlis Sabahaddin Ezgi (1880-1947), kadın bestekarlarımızın en önündekilerden Başmabeyinci Hurşit Bey’in bu defa kızı, bestekar, piyanist, gitarist, tanburi Neveser Kökdeş (1904-1962), yabancı dilleri olan ve batı müziğini de iyi bilen Darüttalim Musiki Heyeti Sanatçısı Cevdet Çağla (1900-1988) besteleriyle sanatseverleri büyüledi. Güfteler ise Necdet Atılgan, Karacaoğlan, Neveser Kökdeş, Selim Aru’ya ait olup, birbiri ardından geliverdiler.

Sevdanın İpek Saçları

Program bitmesine rağmen, salonda alkışların ardı arkası kesilmeyince Bekir Ünlüataer son bir eser okumak durumunda kaldı; “Üç yıl beni sevdanın ipek saçları sardı”

Müzik aşkı yaşamanın, sevgiyi kuşatmanın ve sanatın kollarına sahip olmanın bir ayrıcalığını taşıyor.

Ülkemizde iyi ki Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu var, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü var, Türk Musikisi Vakfı var, TURİNG var.

Aşk dolu Medeniyetimizin musikisinden ayrı kalmak, kendinden ayrılmak, kendini dışlamak gibidir. Yaşasın sanat, yaşasın müzik ve yaşasın aşk.