Araştırma Görevlisi KÜRŞAT YILDIRIM ve eşi Doktora Öğrencisi ELVİN YILDIRIM’ın Birlikte Gerçekleştirdikleri İPEK YOLU Seyahatinden İzlenimler: Çin’de Bir Cami ve Çinli Müslümanlar

76

Oğuz Çetinoğlu: İpekyolu gezinizi anlattığınız röportajımızın ilk bölümünün sonunda Çin’in eski başşehri Şian’a ulaşmıştınız. Sonraki menzilde neresi vardı?

Kürşat Yıldırım: Eşimle birlikte çıktığımız gezide, Şian hızlı tren istasyonuna indiğimizde bizi otele götürecek taksi şoförüne Dunhuang treni için bilet almaya yardımcı olup olamayacağını sorduk. Duyduğumuza göre bu adamların bilet rezervleri vardı ve bilet satış yeriyle anlaşmalı bir şekilde küçük bedeller karşılığında bilet temin edebiliyorlardı. Luoyang’da birkaç defa sormamıza rağmen bilet kalmadığını söylemişlerdi. Çinliyle beraber istasyon içindeki satış yerine gittik ve yirmi dört saatlik yolculuk için sert koltuklu vagonlardan iki bilet bulabildik. Gerçekten de Çin’de paranın açamayacağı kapı yoktu. Çinli bize trene bindikten sonra fark ödeyerek yataklı vagon biletiyle değişim yapılabileceğini de söyledi. Bu işi hallettik ve yarım saatten fazla bir yolculuktan sonra bizi Şian’ın tam göbeğindeki, bir hostele (1) götürdü.

Çetinoğlu: Şehirde neler gördünüz?

Yıldırım: Tarih Müzesi’ne gittik.

Müze belli sayıdaki ziyaretçiye ücretsizdi. Müzeye ulaştığımızda üçerli sıra olmuş Çinliler adım adım turnikelere yürüyorlardı. Bu kadar muazzam bir kalabalık Türkiye’de ancak derbi futbol müsabakalarının oynandığı stadyumlar önünde görülebilirdi. Pasaportumuzu gösterip ayrı bir yerden ücretsiz biletlerimizi alarak içeri girdik. Müzede Türk ve Çin tarihine âit bir sürü malzemenin fotoğrafını, aşırı kalabalık yüzünden binbir güçlükle çekebildik. Çoluğu çocuğu, yaşlısı genci, kucağında bebeği olan anneler, tekerlekli sandalyelerdeki engelliler hepsi ilgi ile müzede sergilenen eserleri inceliyorlardı.

Sonra Büyük Yaban Kazı Pagodası’nı (2) görmeye gittik. İçeride bir Budist ayinini tâkip etme fırsatı bulduk. Bir sürü rahip, Buda heykelinin önünde diz çöküp ilahilerini okudular. Ziyaretçilerden de katılanlar oldu. Şian’ın sembolü olan Büyük Yaban Kazı Pagodası 657 yılında yapılmış ve iyi muhafaza edilmiş binadır. Budistler için mukaddes bir yerdir. Burada 17 yıl devam eden seyahatte, 100 ülkeden toplanan Budizm’e ait kitaplar toplanmıştır.

Bu seyahatle ilgili ‘Büyük Tang Batıya Seyahat Kayıtları‘ isimli eser de burada kaleme alınmıştır. Eser Türkistan tarihinin ana kaynaklarındandır.

Çetinoğlu: Binayı anlatır mısınız?

Yıldırım: Büyük Yaban Kazı Pagodası, ilk inşa edildiğinde beş katlı ve 60 metre yüksekliğindeydi. Sonraları iki kat daha çıkılmış ve yükseklik 64,5 metre olmuştur. Bina dışarıdan basit ama büyük bir kare koni gibi görünmektedir. Kâgir ama yapısı çok sağlamdır. Pagoda içinde merdiven vardır.

Duvarlar Tang Hanedanı’nın tanınmış sanatkârı Yan Liben tarafından yapılan Buda heykelleriyle ince ince işlenmiştir.

Çetinoğlu: Büyük Yaban Kazı Pagodası adı nereden geliyor?

Yıldırım: Budistlerin kadim hikâyelerine göre Budizm’de iki mezhep vardı ve bunlardan birinde et yemek yasak değildi. Bir gün bu mezhep mensupları et bulamadılar. Gökte uçan yaban kazlarına bakarlarken içlerinden bir keşiş şöyle dedi: ‘Bugün etimiz yok. Merhametli Bodhisattva’nın bize vermesini ümit ediyoruz.’ Tam o anda bir kaz, kanatlarını kırdı ve yere düştü. Oradakiler çok korktular ve daha imanlı olmaları için Bodhisattva’nın ruhunu gösterdiğine inandılar. Bir pagoda inşa ettiler ve et yemeyi bıraktılar. İşte adının buradan geldiği söylenmektedir.

Çetinoğlu: Büyük mü?

Yıldırım: Büyükmüş. Bugün asıl sahasının yedide biri olan 32.314 M2‘lik bir yerde hâlâ ihtişamını muhafaza etmektedir. Tapınak alanının doğu tarafında Çan Kulesi ve batıda Davul Kulesi olmak üzere iki bina görülür. Çan Kulesi’nin içinde on beş ton ağırlığında demirden bir çan asılıdır. Sonra sırayla Mahavira Mabedi, Vaaz Mabedi, Büyük Yaban Kazı Pagodası ve Şuanzang Mabedi vardır. Mahavira Mabedi’nde Sakyamuni’nin üç oyma heykeli ve Şuanzang gibi on sekiz arhat (aziz) bulunmaktadır.

Vaaz Mabedi Budist şakirtlerin vaaz dinledikleri yerdi. Burada Amitabha’nın bronz heykeli durmaktadır. Pagodanın kuzeyindeki Şuanzang Mabedi’nde Şuanzang’ın emanetleri ve oturan bronz heykeli vardır. İçerideki duvarlara Şuanzang’ın hikâyesini gösteren resimler çizilmiştir.

Çetinoğlu: Şehrin diğer bölgelerini gezme imkânınız oldu mu?

Yıldırım: Tapınaktan ayrıldıktan sonra Şian şehir surlarına doğru hareket ettik. 1368-1644 yılları arasında hüküm süren Ming Hanedanlığı  ilk İmparatoru Zhu Yuanzhang, Huizhou’yu ele geçirdiğinde Zhu Sheng adlı bir münzevî O’na ‘yüksek duvarlar dik, yiyecek kaynaklarını muhafaza et ve imparator ol‘ diyerek ihtarda bulunmuştu. Böylece ele geçirdiği o şehirleri müstahkem kılabilir ve diğer devletleri birleştirebilirdi.

Ming Hanedanı’nın kuruluşundan sonra, Zhu Yuanzhang münzevinin ihtarına uyarak 618-907 yıllarındaki Tang Hanedanı  devrinde dikilen duvarı genişleterek şimdiki şehir surlarını inşa etti.

Genişletildikten sonra duvar 12 metre yüksekliğinde, üst genişliği 12-14 metre ve alt genişliği 15-18 metre oldu. Surların etrafında 13,7 kilometre uzunluğunda hendek vardır. Her 120 metrede, ana duvardan dışarı bir sur uzanmaktadır. Sur boyunca doksan sekiz kule dikilmiştir. Yine iki kule arasında surun her iki tarafına da ok atılabilecek mazgallar yapılmıştır.

Şehrin surlarının dış yüzünde duvarın dış tarafında kale duvarında 5.948 mazgal deliği vardır. Buradan düşmanı görebilir ve vurabilir. İç taraftaki korkuluklar askerlerin düşmelerini engellerdi.

Eski silahlar duvarı yıkamadıklarından düşmanın şehre girmesinin tek yolu şehrin kapısına saldırmaktı. Bu sebeple surların ortasında karmaşık kapı yapıları inşa edilmiştir. Şian şehir surları dört kapı içermektedir. Kapıların adları: ‘Ebedî âfiyet’, ‘Uyum ve barış’, ‘Ebedî uyum’ ve ‘Ebedî barış’.

Güney kapısı, en güzel tezyin edilmiş kapıdır. Bu kapı şehrin ortasındaki Çan Kulesi’ne çok yakındır. Devlet törenleri genelde güney kapısında yapılmaktadır.

Her kapısının üç kulesi vardır.

Çetinoğlu: En çok ilginizi çeken neydi?

Yıldırım: Heybetli bir ananevi yapı olan Çan Kulesi, kadim payitaht Şian’ın tam ortasındaydı. Bu merkezden şehrin Ming Hanedanı devrinde inşa edilen doğu, batı, kuzey ve güney kapılarına doğrudan caddeler uzanmaktadır.

Bu kule, Çin’in kendine has ahşap mimarisini aksettirmektedir. İyi muhafaza edilmiş yapının yüksekliği 36 metredir. Burası 35,5 metre uzunluğunda ve her iki tarafta 8,6 metre yüksekliğinde bir tuğla kaide üzerinde durmaktadır. Ming Hanedanlığı sırasında, Şian Kuzeybatı Çin’in, büyüklüğü ve tarihî kökleriyle gerçekten önemli bir askerî şehir hâline gelmişti.

Çan Kulesi, çevredeki derebeylikler ve mahallî idarecilerin hücumlarını önceden haber alabilmek maksadıyla İmparator Zhu Yuanzhang tarafından 1384 yılında yaptırılmıştır.

Yapı üç saçaklıdır, ama sadece iki katlıdır. İçinde döne döne çıkan bir merdiven vardır. Kare taban üzerine gri tuğla çıkılmıştır.

Çatı saçaklarındaki koyu yeşil sırlı kiremit, altın kaplama ve altın yaldızlı işlemeler kuleyi rengârenk hâle getirmiştir. Üç katlı saçak yağmurun binaya tesirini azaltmaktadır.

İkinci katta, batı duvarında yer alan bir levha 1582 yılında kulenin yerinin değiştirildiğini kaydetmektedir. Kule ilk defa 1384 yılında inşa edildiğinde, şehrin orta ekseninde Şian Davul Kulesi yakınında dururdu ve Tang Hanedanı’ndan bu yana şehir merkezini belirlerdi. Daha sonra Beş Hanedan, Song ve Yüan hanedanları devrinde şehir gitgide büyüdü ve coğrafi merkez değişti. Bu sebeple, 1582 yılında, kule asıl yerinden 1.000 metre doğuya taşındı. Kulenin tabanı dışında bütün parçaları orijinaldir.

Başlangıçta, kulenin kuzeybatı köşesine Tang Hanedanı’ndan kalma meşhur Jingyun çanı yerleştirilmişti. Hiçbir şey olmamasına rağmen Jingyun çanı sonraları indirildi ve yerine bugünkü daha küçük çan konuldu.

Kapılardaki işlemeler Ming ve Çing devirlerinin süsleme tarzlarını aksettirmektedir. Tabanının her iki tarafında, 6 metre yüksekliğinde kemerli bir kapı bulunmaktadır. Geçmişte arabaların kemerden geçmesine izin verilirdi. Fakat şehrin trafik hacmi büyüyünce araç trafiği kulenin dört köşesinden işlemeye başladı. Aynı zamanda inşa edilen metro girişinden bu kuleye bir yol verildi. Kule geceleri ışıl ışıl parlamaktadır.

Çetinoğlu: Çin’de Müslümanların bulunduğu biliniyor.

Yıldırım: Şian’da tarihi, 7. yüzyıla kadar inen Müslüman Mahallesi’ne gittik. Müslüman Mahallesi, Şian’daki Müslüman halkın merkezi konumundadır.

Bu mahalle şehir merkezinde, Çan Kulesi’nden batı kapısına uzanan caddenin kuzeyindedir. Bu mahallede 20.000 kadar Müslüman yaşamaktadır.

Çetinoğlu: Camileri var mı?

Yıldırım: Var. Mahallede bulunan on caminin içinde en büyüğü Çin’deki en eski cami olan ‘Ulu Cami”dir. Birkaç istisna olmakla beraber Şian’da helal yemek yenebilecek tek yer Müslüman Mahallesi’ndeki lokantalardır. Burada birkaç Uygur lokantası da vardır.

Davul Kulesi’nin kuzeyinde yer alan bu mahallenin ana caddesi güneyden kuzeye 500 metre uzunluğundadır. Cadde yaz aylarında ağaç ve bitki örtüsü ve koyu renkli taş zemin döşemesi ile insana ferahlık vermektedir. Caddenin her iki tarafındaki binalar Ming ve 1644 1911 yılları arasında hüküm süren Qing hânedanları devrinin mimarî usûllerini aksettirmektedir. Mahallede satılan bütün malların İslâm’a uygun olduğu söylenmektedir.

Mahalledeki Beiyuanmen Caddesi’nin uzun bir geçmişi vardır. Eski devirlerde Müslüman ülkelerden gelen elçiler ve tüccarlar bu bölgede yaşamaktaydılar. Bu kimselerin şehirdeki Çinli kızlarla evlenerek bu mahallenin esasını teşkil ettikleri ve bugünkü mahalle sakinlerinin bu neslin torunları oldukları söylenir. Mahallede yaşayan halk İslâm âdet ve geleneklerine bağlı olarak yaşamaya çalışmaktadırlar. Mahalle sakinleri dinlerini ve kültürlerini muhafaza etmek için umumiyetle kendi aralarında evlenmektedirler. Halkın dili Çincedir. Çin kültürü ve medeniyeti kültürlerinin mühim bir esasını teşkil etmektedir. Bununla beraber bazı Arap, Fars ve Türk ve bilhassa Uygur izlerini muhafaza etmeleri de pek tabiidir.

Dar ve kıvrımlı yollarda yürünürken her iki tarafta dükkânlar, lokantalar ve bu yerlerin önünde örtülü kapalı kadınlar ve takkeli erkekler görülür. Türklerin ‘Dungan’ da dedikleri Müslüman Çinlilerin helal olan yemek kokuları sokakları sarmaktadır.

Yine çok sayıda dükkân türlü türlü yiyecekler, kuru yemişler ve hediyelik eşyalar satarlar. Burada inek eti katılmış sulu erişte, koyun etinden güveç, mayasız ekmek, inek kemiğinden çorba ve elbette ki yağsız ve tuzsuz pilav en çok tüketilen yiyeceklerdendir.

Çetinoğlu: Ulu Cami nasıldı?

Yıldırım: Müslüman Mahallesi’nde bulunan ve Çin’deki en eski cami olan Ulu Cami, külliyesinin içindeki taş bir kitabenin kaydettiğinde göre 742 yılında inşa edilmiştir.

Cami, mahalleye gelen ve Çinli kızlarla evlenerek buraya yerleşen Müslümanlar tarafından inşa edilmiştir. Ananevi İslâm sanatı ile Çin sanatının bir terkibi olan cami, kültür temaslarının nasıl bir netice doğurabileceğine ve İpek Yolu’nun nasıl bir yol olduğuna misal olarak verilebilir.

Camiye girerken bilet almak gerekmektedir. Aldığımız bileti takkeli görevliye verirken ‘Selamünaleykum‘ dedik, görevli ‘Aleykum Selam‘ dedi ve şaşırarak Müslüman olup olmadığımızı sordu. Müslüman olduğumuzu söyleyince babacan bir eda ile biletleri iade etmemizi söyledi. Biz de öyle yaptık ve cami külliyesine girdik.

12.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulu olan Ulu Cami, 250 metre uzunluğunda ve 47 metre genişliğindedir. Külliyede dört avlu vardır. Bahçeler arasında içeriden geçişleri, sükûn havası, taş tezyinatları ve bitki örtüsü asıl namaz kılman yere ulaşana kadar insana huzur vermektedir.

İlk avlu ve 17.. yüzyıldan kalma sırlı çini kaplı ahşap bir kemer ihtiva etmektedir.

İkinci avlunun merkezinde, bir taş kemer her iki tarafta iki taş kitâbe durmaktadır. Birinci kitabe 960-1127 yıllarında hüküm süren Song Hanedanı devrinde  yaşayan Mi Fu ve diğeri ise 1368-1644 yılları arasında hüküm süren Ming Hanedanlığı devrinde yaşayan Dong Çichang adlı meşhur hattatların elinden çıkmıştır.

Üçüncü avlu girişinde eski devirlerden kalma birçok taş kitabe vardır. Bu kısımda bir de minare vardır. Dördüncü avluda ise asıl namaz kılınan yer ve en eski cami yeri bulunmaktadır.

Caminin ahşaptan olan duvarlarının tamamına Kuran-ı Kerim hakkedilmiştir. Tavan ve mihrap işlemeleri tamamen İslâmî usulde olmakla birlikle bazı tezyinatta Çin tesirleri görmek mümkündür. Yine de ilk yapının çok az Çin tesirinde kaldığı hükmünü vermek yanlış olmasa gerekir.

İlk yapılan caminin hemen kapısında oturup Kuran okuyan, yaşlı Müslüman Çinliye içeri girip namaz kılmak istediğimi söyleyince dillerine yerleşmiş İslâm sözlerinden biri olan ‘abdest’ kelimesini kullanıp, abdestimin olup olmadığını sordu.

Bunların diline konuştukları Çincenin yapısına tamamen ters bazı dinî kelimeler yerleşmişti ki çoğu Farsçaydı; başta ‘namaz’, ‘oruç’ ‘abdest’ olmak üzere. Çince cümlemin içine ‘abdest’ kelimesini yerleştirerek ‘var olduğunu’ söyledim.

Yaşlı Çinlinin gözlerinin içi gülüyordu. Tarihî Türk – Çin çatışmasında Türklere karşı daima Çinlileri tuttukları ve hatta Türkleri defalarca arkadan vurdukları bilinen bu insanları ayıplamak belki de doğru değildir.

İnsan her şeyden önce milleti ile tanımlanır ve milletinin tarafını tuttuğu için de asla suçlanamaz; yine insanoğlu yaradılıştan güce meyyaldir ve maalesef güçlünün yanındadır. Bu Çinlilere Türkler ‘Dungan‘ veya ‘Döngen‘ ve diğer Çinliler ise ‘Hui‘ diyorlar.

Hem Türkçe hem de Çince kelimenin tam karşılığı ‘dönen‘ demektir. Gözleri dolan ve elindeki Çince mealli Kuran’ı kapatıp bana bakan yaşlı ‘dönen’in her iki tarafa da yaranamamaktan kaynaklanan bir öfke içinde olduğunu kestirmek zor değildi.

Hâlbuki Bağdat’tan gelen büyük dedesi dikmişti sırtını yasladığı ağaç sütunu. Şianlı utangaç bir kızdı, Horasanlı tüccara vardıktan sonra mihraptaki kilimi dokuyan büyük ninesi.

O devirde dünyanın en kudretli ‘zındık’ devletlerinden birinin kalbinde, Da-si-en Tapınağı’nın birkaç kilometre ötesinde açıyorlardı oruçlarını.

Çetinoğlu: Müslüman Çinlinin size karşı davranışları nasıldı?

Yıldırım: Uygurlarda bir söz var: ‘Dungan ile dost olursan ay baltayı koynundan ayırma.’ Yaşlı ‘dönen’, bu sözü de biliyordu galiba, sayfayı kaybetmemek için Kuran’ın arasına sıkıştırdığı işaret parmağını harekete geçirip Kuran’ı tekrar açtı ve aynı parmakla kapıdan içeriyi işaret etti, her şeye boş vermiş gibiydi. Ben de saygıyla selamlayarak içeri geçtim.

……..

Dışarı çıktığımda düşündüm: Şimdiye kadar gezdiğimiz Çin’in eski payitahtlarının ikisinde de  hemen her parke taşının üzerinde yüzyıllardır gidip gelen develerin ayak izleri vardı…

Ve “Kaybolanların İzi” hâlâ mevcuttu.

 

(1) Hostel: Dar bütçe ile seyahat edenler için ucuz konaklama imkânı sağlayan, çoğunlukla mutfağı da olan küçük otellerdir. Bu küçük otellerde odaların bir kısmında, ranzalı ve yataklar bulunur.

(2) Pagoda: Budistlerin dinî yapıları. Pagodalar çoğunlukla taştan, bazen tuğladan ve çok nadir olarak da tahtadan yapılır.

 

Önceki İçerikAhvalimiz
Sonraki İçerikMüzakere Yerine Mücadele Devam Edecek mi?
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.