Alâadddin Korkmaz ZİYA GÖKALP’in Din Anlayışını Anlatıyor.

51

Oğuz Çetinoğlu: Ziya Gökalp’in; eşine ve kızlarına yazdığı mektuplarında ve makalelerinde belirttiği, din ve İslâmiyet ile ilgili görüşlerini, esaslarını belirlediği Türkçülük düşünce sistemine yansıtmadığı iddialarını değerlendirir misiniz? (‘Kendisi dindar olabilir. Mektuplarında, yazılarında böyle görünebilir. Fakat oluşturduğu doktrinde din olgusuna yer vermemiştir.’ Deniliyor.)

Alâeddin Korkmaz: Evvela, Gökalp’ın ‘doktrin oluşturduğu’ doğru değildir. Gökalp’ın çabası, ‘içtimaiyat’ adını verdiği ilmin metod, teknik ve verilerini kullanarak Türk Milliyetçiliği’ni sistemleştirmeye çalışmaktan ibarettir. İlim ve fikir adamları, onun yaptığını tarif ederlerken daha çok ‘Gökalp Sistemi’ terimini kullanmışlardır. Yanlış anlaşılmasın, Gökalp, sosyolojik birtakım araştırmaların neticesi olarak bir ‘Türkçülük’ kurmuş değildir. Bu ilmin metodlarından da istifade ederek, bizim milletimize mahsus bir milliyetçilik anlayışı geliştirmiş ve bir program ortaya koymaya çalışmıştır.

(Türkçülüğü Esasları’nın ilk bölümü Türkçülüğü tanıtmakta, ikinci bölümü de ‘Türkçülüğün Programı’nı göstermektedir.) Bütün yazdıkları gibi, pek tabiidir ki, bu son eserinde yazdıkları da dokunulmaz değildir, tartışılabilir, tenkit edilebilir ve esasen bazı hususlar da ilmî zeminde tartışılmıştır. Özellikle rahmeti Erol Güngör’ün Gökalp’a getirdiği eleştiri ve düzeltmelerinin üzerinden kırk yıl geçmiştir.

‘Oluşturduğu sistemde din olgusuna yer vermediği’ külliyen8 yalandır. Kulaktan dolma sayıklamalardır bunlar. Karşımızda Arapça, Farsça ve Fransızca bilen ve İslâm’ın ilk elden kaynaklarını daha lise yıllarında okuyup bilginlerle tartışabilecek seviyedeki ilim ve irfan zeminine sahip bir düşünür var. Yakın zamanda, Felsefe Dersleri neşredildi. Yayımlanana kadar bu eserin ‘esaretteki aydınlara ortalama bilgiler veren bir basitlikte olabileceği’ tahmin ediliyordu. Hayretle gördük ki, Malta esaretinde verilen bu ‘ders notları’ bile O’nun tefekkür zemininin ne kadar derinlerde olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle Malta mektuplarında, Gökalp’ın ‘dindar’ yönünün büyük bir içtenlikle gözlemlendiği doğrudur. Hayatını milletine vakfeden, bu uğurda ailesini bile ihmal ettiği düşünülen ve yazdığı her kelime ile amelî (pratik) bir netice elde etmeye çalışan bir idealist insanın, esaret altında daha çok kendi ‘iç’ine doğru yönelmesi ve çocuklarını uzaktan da olsa terbiye etmeye çalışarak başka bir vazifesini daha yerine getirdiğini düşünmesi tabiî değil midir?

İslâm, hem ferdî hem de içtimaî hayat bakımından biz insanlardan neler bekliyor ve istiyorsa, Gökalp, sisteminin içinde bunları temel hedefler haline getirmiş, İslâmî terbiye ve ahlâkını esas alarak bir toplum ve yönetim modeli oluşturmaya çalışmıştır.

Eğer, O’nun sisteminde, tamamen dünyevî bir yönetim aracı olarak kullanılan bir ‘din’ anlayışı arayanlar varsa, evet Gökalp’ta bu yoktur. Çünkü Gökalp, dinin, tamamen bu dünyaya ait (lâ-dinî)9 bir kurum olan devlet ve onun yönetimi ile ilgili alanlarda, yani siyasette bir görev ve rol almasını asla doğru bulmamıştır. Siyasî İslâmcıların dillerinin altındaki itiraz aslında budur. Hilmi Ziya Ülken’in tespitiyle, Gökalp, sistemini ‘İslâm fıkhı’ üzerine değil (Gökalp aynı zamanda bir ‘fakih’dir)10, sosyoloji ilmi üzerine bina etmiştir. ‘Dindar olsa bile sisteminde din olgusuna yer vermemiş’ sözlerinin temelinde galiba ifade edilemeyen bir, (egemenliğin kaynağını ilâhi temellere dayayıp, Allah adına birtakım kulların hüküm verdikleri, kanun yaptıkları ) ‘din devleti’ arzusu var. Gökalp’a bunun için kızıyorlar ve yanılıyorlar. ‘Kırmızı ışıkta duracaksın’ kuralının bile ‘İslâmî bir vesâyet’le düzenlenmesi demek olan bu anlayışın tartışılacak bir tarafı yoktur.

Çetinoğlu: İslâmî hassasiyeti olan kardeşlerimizin-dostlarımızın; Ziya Gökalp’in Türkçülük düşüncesinden etkilenen Enver Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları ve Hüseyin Nihal Atsız gibi isimlerin İslâmiyet’e mesafeli olduğuna ilişkin iddialarının sebebi sizce ne olabilir?

Korkmaz: Evvela, ‘İslâmi hassasiyet’ herkeste bulunmalıdır. Nitekim Enver Paşa, Ziya Gökalp, Atatürk (ve Cumhuriyetin diğer kurucuları) ve Nihal Atsız da dinî hassasiyetleri yüksek insanlardır. Bu itibarla, hepsi de ‘millet kahramanı’ olan bu insanlar ‘İslâmiyet’e mesafeli’ falan değillerdir.

Böyle yorumlanması, baştan beri anlatmaya çalıştığım gibi, ‘İslâm devleti’, ‘İslâm milleti’ gibi lafların son derece çekici birer soyut kavram olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Hâlbuki bu kavramların somut11 karşılıklarının bulunması gerekmektedir. Bir düşünür olarak Gökalp da, bir

eylem adamı olarak Enver Paşa da, ‘siyasi’ İslâmcılığı (ümmetçiliği) ciddî olarak denemişler, İmparatorluğun dağılmasını önlemek için, hiç olmazsa  ‘İslâm’ temelinde devam ettirmek adına bir ‘Türk-Arap Federasyonu’ kurmanın yollarını bile aramışlardır. (‘Türkçü’ Ömer Seyfettin’in ‘Tarkan’ imzasıyla,1914’de yayımlanmış ‘Amelî Siyaset’ risalesinde12, Gökalp’ın o günlerde ortaya attığı ‘Türk-Arap Federasyonu’ teklifi üzerinde durulur.)

Soyut13 kavramları idealize ederek, samimiyetle, bir ‘İslâm milleti, İslâm milliyetçiliği, İslâm devleti’ olabileceğine; İslâmiyet’in insan ve toplumun bütün ilişkilerini tanzim edebileceğine inanan ‘İslâmî hassasiyetleri olan kardeşlerimiz-dostlarımız’ şurada yanılıyorlar: Aslî kaynaklar (Kur’an ve

Hadis) dışında, on beş asırdır ‘İslâm’ adına birikmiş ne varsa ‘yorum’dur,’ kültür’dür ve dolayısıyla bunlar ‘din’ değildir. Bu ‘yorum’lar, pek tabii olarak İslâm toplumlarına göre farklılıklar gösterdiği gibi, kişilere göre ve devirlere göre de değişebilmektedir. Dolayısıyla ‘din’ üzerinden geliştirilmiş

yorumların eleştirilmesi, değiştirilmesi, yeni ve farklı yorumların getirilmesi, yani ‘asrın idraki’ne vurulması da gayet normaldir.

İslâm’ın yorumlanması üzerinden birikmiş olan bu ‘kültür’ü de ‘İslâm’ sanarak, özellikle devlet idaresi ile ilgili bir ‘İslâmî devlet’ hayal etmenin; yani İslâmiyet’le, kazuistik14 usullerle sosyal ilişkileri düzenleyerek, siyasî bir cemiyet ve devlet teşkil etmenin ilahî bir temeli yoktur. Çok açık bir ifâde ile söylemek gerekirse: Allah’ın yeryüzünde herhangi bir ‘gölge’si veya vekili yoktur. Ne ‘Padişah’ (Cumhurbaşkanı veya Âyetullah) olarak, ne ‘ulemâ’ (âlim, şeyh veya hoca) ne de ‘icma’ (veya meclis)olarak. Peki böyle bir anlayış İslâmiyet’i dar bir alana (ibâdet) hapsetmek anlamına gelmez mi? Gelir. O yüzdendir ki, insan (fert) ve cemiyet için İslâm ne emretmişse hepsi, ilişkiler düzenlenirken dikkate alınmalıdır.

İyilik, doğruluk, adalet, ahlak, haram-helal’ ayırt etmek, haksızlığı gidermek, yalan söylememek… gibi kişisel değerler; veya aileyi, komşuluğu, vatanı sevmeyi öğütleyen içtimaî değerler; veya insanı sevme, ayrımcılık yapmama, herkesi eşit sayma… gibi insanî değerler özümsenip, benimsenip

(yani dinî bir referans olarak ve cehennemle korkutularak değil), yönetime ait ilişkiler düzenine yerleştirilse maksat hasıl olmaz mı? Bu konularda ille de dinî veya (kaynağını Allah’dan aldığını iddia eden) bir egemen otoritenin dediklerini ‘İslâm böyle emrediyor’ diye va’zetmek mi gerekiyor? ‘Din böyle emrediyor’ denilen alan ‘cemaat’ alanıdır. Vaiz, dinin kendi kurallarına uygun olarak, dini istediği şekilde yorumlar veya yorumlardan birine uyar ve bunu cemaate anlatır; din âlimi (ulema) araştırmalar yaparak bir sonuca varabilir ve tespit veya yorumlarını yayımlar. Müftü, bu yorumları hüküm haline getirir ve ‘fetva’ verir; hitap ettiği yine ‘cemaat’tir. ‘Cemaat’ten isteyen

onların yorumlarını kabul eder, isteyen etmez. Bu üç kaynaktan gelen yorumlardan birini ‘kanun’ haline getirir veya ‘nass (doğma)’ sayarsanız yaptığınızın dinle bir ilgisi yoktur. İslâm toplumlarının temel sorunu budur. Gökalp, bir terkip adamı olarak bu sorunu çözmeye kafa yormuş ve büyük ölçüde çözmüştür.

Çetinoğlu: Ziya Gökalp’in laiklik anlayışını yorumlar mısınız?

Korkmaz: Gökalp, ihtiyatla söylüyorum, ‘laik, laiklik’ terimlerini kullanmamıştır. Lakin sistemleştirdiği fikir tamamen dünyevî, yani laik bir sistemdir. (‘Dünyevi’ kelimesi Azerbaycan Türkçesinde tam da ‘laik’ anlamında kullanılmaktadır.)

Gökalp, bu dünyaya ait siyasî kurumların, bu cümleden olmak üzere ‘devlet’ organizasyonunun dinî kurallarla herhangi bir ilgisi bulunmaması gerektiğini düşünmüştür.

Çetinoğlu: Ziya Gökalp, ‘İslâmiyet’i, Türkçülük sisteminin içerisinde eritmek’ şeklinde bir düşünceyi, yazılı olarak açıklamış mıydı?

Korkmaz: Doğrusu Gökalp’ın böyle bir ibare kullanıp kullanmadığını hatırlamıyorum. Ama Gökalp bunu, yani ibarenin içerdiği işi yapmıştır. Yani, İslâm’ın bu dünyada inşa etmeyi amaçladığı ‘insan (fert)’ ve ‘cemiyet’ tipini, sisteminin içine açık bir şekilde yerleştirmiştir. Bunu ifade edebilecek doğru kelime ‘massetmek’tir. (Yukarıda buna işaret ettim.) Dolayısıyla böyle bir ibare kullanmış ise, bundan anlaşılması gereken budur. ‘İslâmiyet’i, Türkçülük sisteminin içerisinde eritmek’ ibaresine, eğer ‘İslâmiyet’i yok edip, onun yerine Türklüğü koymak’ gibi bir saçma anlam

yükleniyorsa,’ edeb yâhû!’ demekten başka ne söylenebilir. Böyle bir saçmalık olabilir mi?

Çetinoğlu: Ziya Gökalp, genç yaşından itibâren siyasetin içinde olmuş bir insan. Fakat farklı bir siyaset yapıyor. Yorumlar mısınız?

Korkmaz: Gökalp, yaşadığı döneme göre son derece atak bir politik gençlik yaşamış ve adım adım ülkenin kaderini ele alacak olan kadronun en üst seviyedeki idarecileri arasına yükselmiştir.

Dehâ seviyesinde bir zekâ sahibi olduğu, şüphesiz bir gerçektir. Hayatında kendisi veya sevdiği birisi için, maddî veya manevî herhangi bir şey talep ettiğini söyleyen tek bir fert yoktur. Ne yapmışsa inandığı şeyler ve vatanı için yapmıştır. Gökalp’ın her şeyden evvel bu hasbî15 yönüyle

değerlendirilmesi gerekmektedir. Gökalp’ın siyasi hayatında esas olarak iki devre vardır: Birincisi, esasını eylemciliğin teşkil ettiği gençlik devresi ki İttihat ve Terakki Partisi’nin Merkez-i Umumi Azalığı’na seçildikten sonra bittiği söylenebilir. İkincisi, 1910’dan ölümüne kadar geçen on dört senelik mürşitlik16 devresi. Bu iki devredeki siyasi şahsiyet birbirine tamamen zıt gibi görünmektedir. Birinci devredeki sert, atak ve mücadeleci genç, ikinci devrede yerini utangaç, sıkılgan, yazdıklarına imzasını atamayacak kadar mütevazı bir insan hâline gelmiştir.

Çetinoğlu: Bunun sebebi ne olabilir?

Korkmaz: Sebep aslında basit ve açıktır: On üç yaşında, verilen bir tahrir vazifesini istibdâdı17 hicvedecek kadar ustalıkla kullanan zekâ kemâle ermiş ve kendine, herkesin kolaylıkla yapabileceği işlerden daha zor bir şey bulmuştur: İlim ve tefekkür. Bu vadide ilerlemiş ve bugün herkesin

hatırladığı yönüyle âlim, fikir adamı, hatta filozof olmuştur. Fakat bir gerçek vardır ki, onun ilim adamlığı, bir an bile politikanın dışında kalmadan teşekkül etmiştir. Bu bakımdan da başka bir benzeri yoktur.

Çetinoğlu: İlim adamı‘ dediniz. İlim adamlığı ile siyaseti nasıl bağdaştırmış?

Korkmaz: Yaşadığı devrin fenalıklarını da düşünerek Gökalp’ı niçin siyasetin içinde kaldığı yolunda tenkit etmek mümkündür, esasen edilmiştir de. Bu soruyu soran talebesi Baltacıoğlu’na verdiği cevap şöyledir: ‘Ben politikaya politikacıların fenalıklarını tahdit18 için girdim.’

Çetinoğlu: Tahdit görevini tam olarak yapabildiği söylenebilir mi?

Korkmaz: Şüphesiz hayır. Yapmaya çalışsaydı, esas yaptıklarını icra imkânı da bulamayacaktı.

‘Gözlerimi kaparım / Vazifemi yaparım’ düsturu ile esas nazarlarını teceddüt19 davasındaki kendi yerine, kendi misyonuna20 çevirmiş bulunması, başka hiçbir kimsenin başaramayacağı işleri başarmasını temin etmiştir.

Çetinoğlu: İlmi, siyasete âlet ettiği şeklinde de suçlandı.

Korkmaz:Âlet etmek‘ tabirindeki kasıtlılık ve suçlayıcılık çıkarılmak suretiyle hüküm yanlış değildir. Ziyâ Bey, ilmini bir pratik için kullanmıştır ve dayandığı mâşerî vicdan21 anahtarı ile bir meseleyi -değişik zamanlarda- birkaç türlü izah edebilmiştir, farklı izahları da aynı terimlerle ve

aynı mantık salâbetiyle22 dinleyeni veya okuyanı ikna edebilecek kuvvettedir. Ancak, bunların hiçbirini bir kasıt için yaptığı söylenemez; fakat fiilî durumları izah için bu yola başvurduğu da bir gerçektir.

Çetinoğlu: Gökalp düşüncelerinin tamamını uygulamaya koyabildi mi?

Korkmaz: Gökalp’e ayrılmış olan saha, partinin fikriyatını yapmak idi. Fakat O’na ayrılan saha sınırlı idi. Meselâ iktisadî konulardaki teklifleri Câvid Bey’in uyguladığı politikadan farklıdır. Buna rağmen iktidar devresi sonuna kadar Mâliye Nâzırı’nın politikası geçerli olur. Keza, ileri sürdüğü ve fikirlerinin esasını teşkil eden hars / medeniyet gibi meselelerin Talât Paşa tarafından bile anlaşılabildiği şüphelidir. Buna rağmen, 1916-1917 devresinde gerçekleştirilen içtimaî inkılâplar (ki kapitülasyonların kaldırılmasının getirdiği fiilî durum üzerine gerçekleştirildikleri unutulmamalıdır), hepsini Gökalp telkin etmiştir.

Çetinoğlu: Yazdığı bazı şiirler sebebiyle dalkavukluk yapmakla da suçlanmıştı.

Korkmaz: Gökalp’in, Enver, Talât ve Mustafa Kemal Paşa’lar için yazmış olduğu manzumelerden hareket ederek, O’nun siyasi otoriteye dalkavukluk ettiğini söylemek mümkün değildir. Bu manzumelerdeki duyguların samimi olduğu ve bir mânâda onları teşvik etmek, sa’ylerini23 paylaşmak maksadını taşıdığı açıktır. Çünkü dalkavukluk, temelinde menfaat hesapları bulunan bir davranış tarzından kaynaklanır. Gökalp’in bu tarz hesaplar yapacak bir şahsiyeti bulunmadığı, siyasî bir ikbâl24 peşinde de koşmadığı çok açık olarak bilinmektedir.

Çetinoğlu: Cumhuriyet dönemi Gökalp’ini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Korkmaz: Esas itibariyle, Gökalp’ın imparatorluk formülü içerisinde gerçekleştirmeyi dilediği millî devlet, Millî Mücadele’nin şartları içersinde adım adım ortaya çıkmış, savaş sonrasına bu fiilî durumun adını koymak meselesi kalmıştır. Bu safhada Gökalp’in formülünden faydalanılması zaten

kaçınılmazdır. Gökalp da sistemini yeni şartlara uydurmakta gecikmeyecektir. Ancak, mevcut fiilî durumlar üzerine bina ettiği yeni yorumlarının tamamı kabul görmeyecek; Hilâfetin25 yeni statüsü ile ilgili tefsirlerinden kısa bir zaman sonra bu müessese de kaldırılacak, ısrarla savunduğu hars /

Medeniyet ayırımında ağırlık batıcıların müessiriyetine kayacaktır. Kemalist inkılâp da aynen Gökalp’ın metodunu kullanmış, mevcut cereyanlar içinden doğru kabul ettiklerini telif ederek kendi sistemini teşekkül ettirmiştir.

Netice olarak şunu söylemek mümkündür: Ziyâ Gökalp’ın siyâsî portresini kazıdığınız zaman mürşit26 portresi hemen kendini belli etmektedir. Ömrü siyasi hareket ve fırkaların arasında geçmiş olmasına rağmen, o, siyasi faaliyetlerin esasını teşkil eden iktidarın peşinde ve hırsında değildir. Kendine biçtiği misyon27, siyasi hareketlere fikriyat yapmak, Türkçülük fikri istikametinde ilmin gösterdiği icraatı telkin ve tavsiye etmekten ibarettir. İlmi de, siyaseti de böyle mukaddes saydığı bir maksat için yapmış, bu vesileyle ortaya âlim ve mütefekkir bir şahsiyet çıkmış, portresindeki siyasi çizgiler tamamen silinip gittiği hâlde esas şahsiyeti yaşamıştır.

 

 

AÇIKLAMALAR:

 

1 Aristo mantığı: M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış olan Yunan filozofu Aristo’nun mantık bilimine ve yorumuna verilen isim. Aristo mantığı iki değerli mantıktır. Bir önerme ya doğrudur veya yanlış… Bu mantığın en önemli yönü tasımlardır. Bütün insanlar ölümlüdür. Sokrates bir insandır. Öyleyse Sokrates ölümlüdür. Aristo mantığın kurucusu kabul edilir Aristo Platon’un öğrencisidir. Platon öldükten sonra kendi okulunu kurmuş, kendi felsefesini oluşturmuştur. Birçok bakımdan da hocasından farklılaşmıştır.

2 inkıraz: Bir soy veya topluluğun bireylerinden hiçbiri kalmayacak şekilde tükenmesi, son bulması.

3 mülakat: Düşünce alışverişinde bulunmak için karşılıklı konuşma, röportaj.

4 garabet: Yadırganacak bir durum, gariplik, tuhaflık.

5 şecere: Ailenin kökenini araştıran bilim dalı. Bir soyun zincirlemesini gösteren çizelge.

6 mefkûre: Ülkü, ideal.

7 cevaz: Yasak olmayan, yapılmasına izin verilen.

8 külliyen: Tamamen, bütünüyle.

9 lâ-dinî: Din dışı, dinî olmayan. Dine aykırı olmamakla birlikte, din ile ilgisi bulunmayan.

10 fâkih: Fıkıh bilgisine sâhip olan. Fıkıh, İslam hukukudur, İslamiyet’in kaideleridir.

11 somut: Gerçek olarak var olan, varlığı beş duyu ile algılanabilen.

12 risale: İlim veya sanatla ilgili küçük kitap.

13 soyut: Gözle görülmeyen, kavram olarak algılanabilen.

14 kazuistik: Kuralcı. Kurallara sıkı sıkıya bağlı olan.

15 hasbî: Bir karşılık beklemeden, çıkar-menfaat gözetmeden.

16 mürşit: Doğru yolu gösteren, uyaran, haber veren.

17 istibdat: İktidarın keyfî ve baskıcı siyasî yönetim biçimi, totatiler yönetim, despotluk.

18 tahdit: Sınırlandırma, sınır koyma.

19 teceddüt: Yenilenme işlemi, yenilenme, yenilik.

20 Mâşerî vicdan: Toplumun ekserisinin ortam kanaati, kamuoyu.

21 salâbet: sağlamlık, katılık, dayanıklılık.

22 sa’y: Çalışma, emek verme.

23 ikbal: Yüksek bir mevkie veya duruma erişmek.

24 Hilafet: Hazret-i Muhammed (sav) Efendimizini ebedî âleme intikalinden sonra devlet başkanı görevini üstlenenler.

25 mürşit: Doğru yolu gösteren, aydınlatan, irşad eden.

26 misyon: Özel görev.

 

ALÂEDDİN KORKMAZ:

1949 yılında, Giresun’un Tirebolu İlçesi’ne bağlı İbrahimşıh Köyü’nde doğdu. 1970 yılında Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirdi. 1987 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde lisansını tamamladı. 1989 yılında Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezi İngilizce Bölümü’nü bitirdi. 1983-1984 yıllarında Türiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünde’de yüksek lisans yaptı.

1970-1989 yılları arasında öğretmenlik yaptıktan sonra, Kültür Bakanlığı’nda Yayımlar Dairesi Başkanlığı, Müsteşar Muavinliği ve yurt dışında Almatı Kültür Müşavirliği görevlerini üstlendi. Yurtdışı dönüşünde emekli oldu.

Uluslararası Miras Üniversitesi (Çimkent/ Kazakistan) tarafından ‘Kültüre ve Türkiye-Kazakistan kültürel ilişkilerine katkılarından dolayı’ fahri doktora ve profesörlük ünvanı verildi.

Şiirle başladığı yazı hayatına fikir, kültür-sanat ve ihtisas yazıları ile devam etti. MEB’nın Türkçe Sözlük’ünün hazırlanmasında çalıştı. Yeni Türk Ansiklopedisi’nde 200’e yakın ihtisas maddesi yazdı, redaktörlük yaptı. 1992-1995 yılları arasında Türk Yurdu Dergisi’nin Umumi Neşriyat

Müdürlügü’nü yaptı ve başyazılarını yazdı. Meslekî, fikrî, edebî alanlardaki diğer yazıları; Hisar, Bursada Zaman, Ocak, Ülkü-Bir, Doğuş, Jas Türkistan gibi dergilerde yayımlandı. Biyografisi Kazakistan Sanat Ansiklopedisi’nde yer aldı.

Alaaddin Korkmaz, Ankara’da yaşamaktadır. Evli, çocuksuzdur.

Yayınlanmış eserleri:

*Tamamlayıcı Uygulama Metinleriyle Türkçe Kompozisyon, Ziya Gökalp-Aksiyonu, *Meşrutiyet ve Cumhuriyet Üzerindeki Tesirleri, *İlkokullar İçin Örnekli Türkçe Sözlük (Müjgân Korkmaz ile birlikte)

 

BİTTİ

 

Önceki İçerikBarzani Referandumu Yaparsa K. Irak Bizim Olur
Sonraki İçerikBir 6-7 Eylül Karşılaştırması!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.