Mübarek Ramazan ayının hepimiz için hayırlara vesile olması, ülkemizin üzerine çöken kara bulutların bir an önce dağıtılması temennisiyle yazımıza başlayalım. Ümit ederiz ki; bu mübarek günler bizi kamplaştırmak, insanlarımızı etnik gözlükle ve taassubla birbirine ötekileştirmek isteyenleri gaflet uykusundan uyandırır. Farklılıkları esas alan, birliktelikleri dışlayan bir anlayış aslında Ramazanın kudsiyetine de aykırıdır. Farklılıkların zenginlik olabilmesi için milli kimliğin ve hâkim kültürün reddedilmemesi gerekir. Aksi halde; farklılıkları mayın tarlasına dönüştürürsünüz. Türkiye’de tehlikeli gidiş, yönetenler eliyle desteklenmektedir.
30 Ağustos Zaferini ve milli bayramlarımızı bize kazandıran, herkesin gözü olan bu vatanı bize emanet eden şehitlerimizi, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silâh arkadaşları olmak üzere isimsiz yüzlerce vatan evladını rahmet ve saygıyla anıyoruz. Yaşayanların da onlara lâyık olabilme mecburiyetinin bulunduğunu bazılarına hatırlatıyoruz. “Vatan sevgisi imandandır” hadisinin de unutulmamasını diliyoruz.
Her 30 Ağustos’ta olduğu gibi; yaklaşık 20 senedir Edirnekapı Şehitliği’nde şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz. Onlara çok şey borçlu olduğumuzu biliyoruz. Şehit ailelerini kucaklıyoruz. Şehit Mehmetçiklerle başkaları adına ülkesiyle kavgalı olduğu için teröre bulaşan ihanet çetelerini bir tutanları da ayıplıyoruz ve kınıyoruz. Terörle mücadelenin asla bir kardeş kavgası olmadığını bazı sapık görüşlü ve maksatlı çevrelere hatırlatıyoruz. Terörle mücadele etnik gerekçeyle yapılmıyor. Bu mücadelenin öznesi ne Kürt’çedir; ne de Kürtler. Bunu genelleyerek Kürt sorunu diye takdim edip herkesi sorunlu gösterenler utansın!
Etrafta bir bez parçası görüyorum. Kardeş kavgası bitmeliymiş ki; Ramazanlar mübarek olabilsin. Bu bir gaflet ve ihanet paçavrasıdır. Devlet durup dururken 25 senedir vatandaş katili olan, dışarıdan her türlü desteği sağlayan teröristlerle mi savaşıyor? Kardeş kardeşi katleder mi? Kardeş vatandaşlığı ve İstiklâl Marşını reddeder mi? Ayrı toprak talep eder mi? Emperyalizmle çirkin işbirliği yapar mı? Bayrağına ve milli kimliğine karşı çıkar mı? Onun bunun oyuncağı olur mu? Irak’ta Müslüman kanını sebil gibi akıtanlarla işbirliği yapar mı? Bir eli silâhta, adalete teslim olmayan, parmağı mayında olanlar ve sadece onların temsilcisi olan malum parti muhatap alınır mı?
Açılım diye diye öyle açıldık ki; her bir açılımdan sonra ne kadar hayalci olduğumuz ortaya çıkıyor. Sorunu çözeceğiz, 40 senedir neden çözülmedi dedik; Kıbrıs Rum’una sarıldık. Kıbrıs Rum’unu ve Yunanistan’ı yeni tanıyormuş gibi gaflet örnekleri sergiledik. Kıbrıs Türk’ünü Adada kabul etmeyenlerle barış müzakereleri yapıyoruz. Rum yönetimi ise; Gazi Magosa-Lazkiye vapur seferini kaldırmak için Suriye’ye baskı yapıyor.
Ermenistan’la bir açılım denedik. Ermenistan, milli davalarından bir santim vazgeçmedi. Anayasasında hâlâ “Batı Ermenistan” var. Milli sembolü de Ağrı Dağı… Dağlık Karabağ’da mesafe alınmadan sınır kapısı açmayacaktık. Protokolle açmayı kabul ediyoruz. Milli çıkarlarımız, itibarımız ve Azerbaycan’a verdiğimiz sözler ne oldu? Türk Dünyasından koparılıyoruz.
Bir gün demokratik açılım, diğer gün Kürt açılımından bahseder olduk. Öğrenim ile eğitim arasındaki farkı bilmeyenlerin kalitesi de ortaya çıkıverdi. “Kürtçe eğitim üniter yapıyı bozmaz” diyebilen bakanlar gördük. İş ortaoyununa döndü. Demek bazılarına göre; eyalet sistemi de, federal yapı da üniter yapıyı bozmayacak! Açılım bir bilmece gibi sürüyor. Ama her görüşülen kuruluştan tam destek alındığı iddia ediliyor. Açıklanamayan, içi doldurulamayan ama dış telkinlerle şekillendiği ortaya çıkan bu durum, yerli bir proje olabiliyor. Anadolu’yu İncil toprağı yapma iddiasındakilere yeşil ışık yakılıyor.
Bazılarının gözünü etnik taassub ve ırkçılık kaplamış. Her şeye Kürt etiketi takıyorlar. Meselâ; Eyyubî Devleti için de bu söyleniyor. Buhara Türklerinden gelen Ziya Gökalp’i de Kürt diye tanımlıyorlar. Böyle giderse Churchill ve bir zamanların İran Şahı Rıza Pehlevi’de de Kürtlük arayacaklar. 1850’lerden itibaren anadili Türkçe olanların oranındaki büyük düşüş, rahmetli Prof. Dr. Mehmet Eröz’ün de incelediği gibi Türkmen aşiretlerinin Kürtleşmesini ortaya koyuyor.