Başarı Yolu

92

 

Büyük zâtlar gaye ve hedeften, durup dururken bahsetmiyorlar. Yerli yersiz gaye ve hedefi söz konusu etmiyorlar. Ama gaye ve hedefe doğru durmadan yürüyorlar. Gaye ve hedef için hep çalışıyorlar. Gaye elde edilir veya edilmez ona kafa yormuyorlar.

Hedefe varılır veya varılmaz, onları fazla ilgilendirmiyor. Çünkü onlar kendilerine düşeni yapmakla ancak görevli olduklarının bilinci içindeler. Sonucu mes’ele etmiyorlar. Onu gündemde tutmuyorlar. Ama daima yolda olmaları gerektiğini çok iyi biliyorlar. Yine biliyorlar ki yolcu yolunda gerek.

Çünkü cüz’î / azıcık iradelerinin küllî  / her şeyi kuşatıcı iradeye uygun olup olmadığını bilemiyeceklerini biliyorlar. Yani kendi istekleri; İlâhî istekle örtüşüp örtüşmediğine akıl erdiremiyeceklerinin şuur ve bilinciyle hareket ediyorlar.

Kısaca demek lâzımsa, temennî ediyorlar, gerekeni yapıyorlar fakat gerçek mânada, küllî anlamda irade edemiyorlar. Onun için gerekeni yapıp; olup olmıyacağına, gerçekleşip gerçekleşmiyeceğine karışmıyorlar. Çünkü neyin haklarında hayır veya şer olacağını kestiremiyorlar.

Bunun için istiyorlar, fakat ısrarcı olmuyorlar. “İlle de olmalı.” demiyorlar. “Muhakkak gerçekleşmeli.” diye gereğinden fazla hırs göstermiyorlar. Ama bu davranışlarıyla aslında onlar en sağlam, en zararsız bir şekilde gayeye doğru hep yürümüş oluyorlar. Hedefe doğru biraz daha yaklaşmış bulunuyorlar.Hem de kavgasız gürültüsüz en güzel şekilde.

Bizler ise bunun tam aksini yapıyoruz. Zaten kıyamet de işte bundan kopuyor. Bununla beraber kimileri daima hep hedeften, gayeden  bahsediyor. Bu yüzden mes’eleye karşı bilgisiz olanların, yersiz fakat ne yazık ki realite olan karşı çıkışlarıyla karşılaşıyor. Yâni fincancı katırlarını ürkütüyorlar.

Nitekim sıkıntı böyle başlayıp böyle sürüp gidiyor. Bir kördövüş yüzünden bir bardak suda fırtınalar kopuyor. Mesela İslâm’da Mekke Dönemi’ni hatırlıyalım: Önce akıllar, fikirler, dimağlar hazırlandı. Zemin kazıldı, temel atıldı. Sonra da Medine Dönemi’ne geçildi. İşte ancak o zaman yükseliş başladı. Önce mâna benimsendi sonra maddî zuhûr gerçekleşti.

Büyük zatların yaptıklarının aksine, bugünkü insanların yaptıklarında çoğu kez dâvalar hak olduğu halde, metodlar hak değil. Yani dâva hak. Fakat ona götürecek yol yordam, o haktan alınmamıştır. Bu yüzden çalışma yapmak yerine çatışmalara sebep olacak yersiz çekişmeler olmakta.

Demek ki dâva hak olduğu gibi, metot da hak olmalı. Oysa Türkiyemizde sırf haklı oluştan hareketle direnilen durumlar var. Oysa bu yetmiyor. Çünkü bu hâle katlanamıyan bir resmiyet mevcut! Yine de bu davranışlar, bu tepkiler, bu anlayışlar sürdürülmek isteniyor.

Türkiye’de bu çeşitten birçok mes’ele ve proplem diz boyu. Bütün bunlar aslında Türkiye’nin realite  vegerçekleri. Öyleyse eğri oturup doğru konuşmalı.

Evet ortada  bir kör dövüş söz konusu. Ortada olumsuz metodlar yüzünden bilmedikleri gerçeklere cephe alan bir resmiyet var! Ortada menfî metotlara cephe alan resmiyetin, işin asıllarına da düşman olduğunu sanan gruplar var.

İki taraf da, yarısı doğru olan doğrularla karşı karşıya. İşte bu durum, kör dövüşten başka bir şey değil.

Kısaca resmiyet sorunu bilmiyor. Haklı olan da: Resmiyetin işin aslına değil, yanlış metoda karşı olduğunu anlamıyor. Aslında iki taraf da kendi açılarından haklı.

951

“Peki öyle ise ne yapmalı?” derseniz: “Büyük zâtların yaptığını yapmalı.” derim. “Kimseyle inatlaşmadan, kimseyle sürtüşmeden, kimseyle karşı karşıya gelmeden fikrimizi, bakış ve inancımızı ortaya koymalı. Bizleri benimseyip destekliyecek, hiç olmazsa tarafsız kalacak yığınların oluşması için çalışmalı.” derim. “İnsanımızı kazanmanın yoluna bakmalı.” derim.

” ‘Haklıyım öyle ise hakkımı, söke söke alırım!’ zihniyeti evde, büyük bir ev sayılan yurtta geçerli bir yöntem, doğru bir düşünce değil.” derim. “Kendi dünyamızda itaatsizliğe ‘evet’  diyebilir. Pasif bir direniş gösterebilir.Fakat bu direnişi isyan olarak, aktif bir şekilde ortaya koymaya  hakkımız yok.” derim.

Bu durumda başarıya götüren yol: “Men sabere zafere.” hükmünden geçer. Yani sabreden kazanır. Yani sonuç alana kadar müsbet / olumlu harekete devam asıldır.

Evet sabreden menzili maksuda erişir. Müsbet hareketle yapılması gereken olumlu davranışla, bu sonuç müyesser ve nasip olur. Bu sonuç kolayca alınır. Yoksa yersiz ve zamansız çıkışlar, kendimize zarar verir ancak.

Oysa inanç seviyemizi bugüne getirenler, sadece kendilerine düşeni yaparak bu güne ulaştılar. Başkalarını kendileriyle uğraştıracak tüm davranışlardan kaçındılar. Salt tebliğ ve duyuru yaptılar. Tenkit  etmediler. Kimseyi eleştirmediler. Böylece tenkidin değil, tebliğin asıl olduğunu bildiler.

Kimsenin: “Ayranım ekşidir.” demiyeceğini gördüler. Sadece kendilerini kabul edenlere kucak açtılar. Sırf onları yetiştirmeye çalıştılar. Onlar da kendileri gibi bir başkalarını. Onlar da kendileri gibi diğerlerini. Derken inanç halkası genişledikçe genişledi.

Tıpkı suya atılan taş misali. Nasıl ki taşın düştüğü yer bir noktadır. Ama dalgaları ta kıyılara kadar erişir. Etki alanı halkalar halinde ta kıyılara dek ulaşır.

İşte başarı yolu budur.

 

952- 953

 

 

Önceki İçerikÇevre Felaketi Yaşanmadan
Sonraki İçerikHatıralar
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.