Hun Hakanı İşbara Han’ın Çin İmparatoru Ka-O-Tsu’ya Mektubu

95

 

Türk milli kültürü binlerce yıla dayanmaktadır. Türk kültürü tüm milletlerin kültürlerinden eski ve daima köklü olmuştur. Bunun nedeni ise milli kültürün yaşatılmasında Türklerin gösterdiği hassasiyetin sonucudur. Millet tarihi ve kültürü olandır. Tarih ve kültür, bir milletin kimliği ve hafızasıdır. Kültür, geçmişi geleceğe taşır. Onsuz milletlerin ne tarihi ne de medeniyeti olur.

İdealleri olmayan toplumların hayatında ilerleme olması, atılım yapması boş bir hayaldir. Milli kültür ve idealler her zaman gelişmeyi ve gelecekten de bu beklentinin yerine getirilmesini ister. Bu gelişme arzusu ve beklentilerde, toplumun milli ülküleri büyük rol oynar.

Milli kültürlerin zaafa uğraması, devletlerin yıkılmasında en büyük neden teşkil eder. Medeniyetlerin yaşaması, milli kültürlerin yaşaması ile mümkün olur. Tarihte, İslam’ın bayraktarlığının Türklere geçmesi, uzun asırlar kalmasının nedeni, milli kültür ve devlet anlayışının kuvvetli olmasından kaynaklanmaktadır.

Çinlilerin hakimiyetine maruz kalan Hun Hakanı İşpara Han Türk’ün diline, geleneğine bağlılığını, bunlardan vazgeçilmez olduğunu bir Türk Hakanı olarak, en zor devresinde Çim İmparatoru Ka-o-tsu’ya gönderdiği mektupta belirtmekten çekinmemiş, örf ve milli kimliğinin korunmasını istemiştir. Mektubunda:

“Oğlumu size gönderiyorum. Sarayında ıspat-ı vücut edecek ve her yıl ilahi soydan gelen atlar sunulacaktır. Her gün sabahtan akşama kadar emrinizde olacağım. Fakat isteğiniz olan elbiselerimizin önlerini kesmeye, omuzlarımızda dalgalanan saç örgülerimizi çözmeye, atalarımızdan bize kalan dilimizi değiştirmeye ve sizin örf-adet ve kanunlarınızı kabul etmeye gelince; millet olarak, bizim geleneklerimizle göreneklerimiz ve dilimiz o kadar eskidir ki, onları bozmaya cesaret edemeyiz. Bütün millet aynı kalbi, aynı düşünceyi taşıyor…”(1)

İslamiyet öncesi, Türkler milli, dini ve kültürünü, bozkır şartlarına uygun şekilde, savaş ve mücadeleyi hayatın bir gereği olarak görüyor, yaşıyordu. “Çadırda doğan ve bozkırda ölen” bir hayat anlayışı vardı. Türk milleti savaşı, savaşta ölmeyi ve öldürmeyi “meşru ve hatta sevap” olarak görmekteydi.

Şamanist kültürde Türkler, savaşı hayatın bir parçası olarak görüyor, düşmanı öldürmek normal bir davranış olarak kabul ediyorlardı. Sevgi ve iyilik üzerine kurulmuş olan Gök tanrı inancında bütün iyilikler Tanrıdan, suç ve cezanın karşılığı ise yeraltında bulunan erlikten (şeytandan) biliniyordu.

Türk milletinin en önemli inanç kaynağından biri olan ölüm, ilahi inanç kaynağı olarak hayatlarında yer alıyordu.

Hun hükümdarı Çiçi Yabgu, bin beş yüz on sekiz kişilik ordusu ile yetmiş bin kadar üstün Çin ordusu ile karşılaştığında zor duruma düşmüş ve kendisine teslim olması istenildiğinde:

“Boyun eğmeyeceğiz. Çünkü, bu şan ve şerefle yaşamış olan ecdadımıza karşı yapılması mümkün hakaretlerin en büyüğüdür… …..korumakla yükümlü olduğumuz bu emanetleri adi bir ömür uğruna feda edemeyiz. Hepimizin bildiği gibi savaşta erlerin kaderi ölümdür. Biz ölsek de kahramanlığımızın şanı yaşayacak; çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaktır.” (2) diyerek inancın, milli şuurun yüksek derecede yaşandığını göstermişti.

İslamiyet savaşmayı, Allah, din, devlet ve millet için teşvik etmektedir. Türkler de savaşçı yapısına ve hayat felsefesine uygun gördüğü için İslamiyet’i kabul etmiştir. Tek, yüce ve göklerdeki Gök tanrıya inanan Türk milleti, kendi inançları ile birebir uyuşan ve gerektiği zamanda savaşı teşvik eden İslamiyet’i milli bir din olarak kabul etmiştir.

1-Anadoluda Türk Mührü-Tahir Kutsi Makal-Kültür Bak.Yay.-1990-S.35

1-2-Türklüğe Bakış- Prof. Dr. Kenan Erzurumlu-Çetin Ajans Yay.-2007-S. 48-88

Hayat Yayınları.