Sokaklarımızın Eski Habercileri (Bölüm 3)

126

Orijinal süsleri ve sesleriyle mahalleyi şenlendiren ve renklendiren  “Haberci Payton”ları vardı. Bu ekip birbirini takip eden iki paytondan oluşurdu.

Öndeki paytonda davulcu, zurnacı ve çığırtkan bulunurdu. İkinci paytonun ise etrafı dans, varyete, akrobat ile Dümbüllü Tiyatrosu’nun bazı sahnelerinden alınmış  resimlerden oluşan boy boy afişler bulunurdu.

Sokağın ortalarına doğru paytonlar durur, davul zurna susar, gür sesli çığırtkan açıklamasını yapardı. “-Önümüzdeki Pazar günü, falanca açık hava sinemasında İsmail Dümbüllü ve arkadaşları tarafından sizler için zengin program hazırlanmıştır. Eğlence saat birde başlayacaktır. Cazband, varyete, akrobat, şarkı, türkü ve çok çeşitli sürprizleri takiben, büyük sanatçı Dümbüllü ve arkadaşları tarafından sizlere tiyatro gösterisi sunulacaktır. Değerli halkımız davetlidir.”

Gene birinci paytonda davulcu, zurnacı ve çığırtkan yer alırdı. Bu defa çığırtkan hafta sonu Pazar günü yapılacak güreş müsabakalarını duyururdu. “- Bu hafta falanca  sahada baş pehlivanlar arasında büyük ödüllü güreş müsabakaları  yapılacaktır. Kırkpınar’ın yenilmez baş pehlivanı Tekirdağlı Hüseyin pehlivan, kendisine meydan okuyan yerli veya yabancı pehlivanlarla güreş tutacaktır.” Diye seslenerek, halkı güreşlere davet ederdi.

Halk yurt içinde ve yurt dışında yenilgi yüzü görmeyen bu mert pehlivanı çok severdi. Bu nedenle, ikinci paytonda Tekirdağlı Hüseyin Pehlivan’ın büyük boy resimleriyle eski büyük pehlivanların, örneğin Kel Aliço, Koca Yusuf, Adalı Halil ve Kurt Dereli’nin resimlerinin yer aldığı afişler sergilenirdi.

Ayrıca bu güreşlerde Hayrabolulu Süleyman, Düzceli Çolak İsmail, Sındırgılı Şerif gibi pehlivanlar da güreş tutar, hünerlerini gösterirlerdi. Bu pehlivanların  kispetli resimlerini gösteren afişler de, paytona asılırdı.

Sokağa hareket veren bir başka haberci paytonu da, sinema afişleriyle donatılmış olarak mahalleye girerdi.

O tarihlerde Ümmü Gülsüm Hanım’la Yusuf Vehbi Bey’in rol aldıkları filmler çok rağbet görürdü. Mısırlı olan Ümmü Gülsüm Hanım sesinin güzelliği nedeniyle, Şarkın Yıldızı lakabıyla anılırdı ve  genelde hüzünlü filmlerde rol alırdı. Örneğin “Aşkın Gözyaşları”, “Fakir Çocukları”, “Harun Reşid’in Gözdesi” gibi filmlerle hem Türkiye’de hem de bütün Orta Doğu’da şöhrete ulaşmıştı.

Fakat belli bir süre sonra bu filmlerdeki şarkılar Münir Nurettin Bey ve Müzeyyen Senar Hanım tarafından Türkçe olarak okunmuştur. Besteler Selahattin Pınar Bey ve Sadettin Kaynak Bey tarafından yapılıyordu.

Bu yabancı filmlerin rağbet görmesi, zor imkânlarla da olsa Türk filmlerinin çevrilmesine neden oldu. Genelde Muhsin Ertuğrul Bey’in çevirdiği başrollünü de Münir Nurettin Bey’in oynadığı ” Allah’ın Cenneti”, ” III. Selim’in Gözdesi”, ” Kahveci Güzeli” ve diğer sanatçıların rol aldığı  ” Gençlik Günahı” gibi filmler halk tarafından beğeni ile izlenmişti.

Daha sonraları gene fakir kız zengin oğlan veya zengin kız fakir oğlan aşk ilişkisini konu alan acıklı filmler bu defa Hint sinemasının örnekleri olarak ülkemize gelmişti.

Halkımız aşk, para, hırs, kıskançlık, kötülük ve iyiliklerin daha doğrusu kötü kalplilerle iyi kalplilerin savaşlarını anlatan bu filmleri büyük bir ilgiyle seyrederdi.

Acıklı, çok hareketli, bol müzikli, ritmik melodili hint filmlerini ve bu filmlerde rol alan orijinal ve özgün,  elleri kınalı, iri sürmeli gözlü, iki kaşlarının arasında nokta (bindu) bulunan, otantik giysili aktrisler, halkımız tarafından çok sevilmişti.

Hele,  Raj Kapoor’un baş rolünü oynadığı “Awaara (Avare)” filmi müthiş beğenilmiş, sinemalarda aylarca  oynamıştır. Hemen herkes, Avare şarkısının hem Hintçesini hem de Türkçesini gün içinde bıkmadan usanmadan dinler hatta söylerdi.

Awaara hoon, (avareyim)

ya gardish mein (gökyüzünde bir yıldız gibi)

aasman ka tara hoon (evsiz barksızım)

İşte o zamanın film reklamları da bu paytonlar vasıtasıyla yapılır, hangi sinemada gösterime girecekleri tarih ve saatleriyle, halka duyurulurdu. Halk, sinemalarda hangi filmlerin oynadığını da böylece öğrenmiş olurdu.

Bir de duyuru paytonlarının ender göründüğü durumlar olurdu. Bunların başında cambaz gösterisinin, hangi tarihler arasında ve mahalledeki hangi arsada yapılacağının, halka duyurulması gelirdi. Gösteri genelde saat 14 ile 18 arasında gerçekleştirilirdi.

Cambazhane, mahalledeki büyük bir arsada kurulurdu. En önemli sembolü yüksekçe iki direk arasına gerilmiş teldi. Kadrosunda tuluatçılar, akrobatlar bir de çocukları güldüren, yapılan gösterileri taklit eden ancak kasten başarısız olan eğlendirici bir komik bulunurdu. Her gösteriden sonra, ben de yaparım diye bağırarak ortaya çıkar, hiçbir şeyi doğru düzgün yapmazdı. Bilhassa çocuklar bu işe çok gülerlerdi.

Gösterinin en önemli kişisi, tel üstünde elinde terazi adı verilen uzun bir sırığı taşıyarak yürüyen, cambaz olurdu. Aralarında çok meşhur olanlar da vardı. Adapazarlı Abdullah, Ortaköylü Cemil gibi isimleri halk tanırdı. Ama içlerinde en büyük şöhrete Rıfat Telgezer isimli cambaz ulaşmıştır.

Cambaz gösterisinin yapıldığı arsaya giriş bedava olurdu. Gösteri arasında birkaç defa komik sanatçı veya diğer bir çalışan elinde tepsiyle izleyicilerin önünden geçer,  tepsiye atılan paralara yüksek sesle teşekkür ederek turunu tamamlardı.

Daha sonraki yıllarda, cambaz gösterileri sabit yerlerde, hatta çadırlarda kurularak yapılmış ve giriş ücrete tâbi tutulmuştur. Ancak başka seyir unsurlarının halka daha cazip  gelmesi sonucu, zor duruma düşmüşlerdir.

Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası çoğalan ve gelişen sinema, tiyatro ve  açık hava sahnelerinde sunulan sanat gösterileri ve büyük sirkler halkın ilgisini giderek kazanınca, cambaz esnafı önemini kaybederek, piyasadan çekilmek zorunda kalmış ve tarihin arşivindeki yerlerini almışlardır.

Çocukluk dönemimden hatırlayabildiğim, eski sokaklarımızın satıcılarını, tamircilerini ve habercilerini sizlere aktarmaya çaba gösterdim. Artık kendilerine rastlanmayan bu insanlarımızı ve yaptıkları işleri bir kere daha anımsayarak, genç kardeşlerimize, eski sokak yaşamının renklerini, seslerini ve kokusunu hissettirmeye çalıştım ve bundan mutluluk duydum.