Dil Yoksa, Kültür de Yoktur

111

 

‘Dil yoksa, kültür de yoktur. Kültürün olmadığı ortamlarda millet de olmaz.’ Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer, ‘Dil’in Kimliğimiz Bakımından Önemi’ni anlatıyor. 
GİRİŞ:
‘Ben gelesiye herif vınlamış.’, ‘Sen gidesiye ben oki oldum.’
‘Nüans farkı ile çakozlayanlar.’, ‘Tiki oğlanları, ciks kızları görünce manyaklaşanlar….’ 
‘Oha olanlar’, ‘çüş olamayanlar’, ‘vicdan yapanlar (muhatabını kendisine acındırmaya çalışanlar), ‘su yapanlar (ciddi olamayanlar) ve daha niceleri…

Dil bayrağımız Türkçemizi, Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Ağzımızdaki ana sütü gibi temiz ve ak Türkçemizi’ yozlaştırıp, bir derin çukurun dibine attılar. Türkçe hassasiyeti olanlar, Türkçemizin millî varlığımızdaki yerini idrak etmiş vatanseverler, Türkçe gönüllüleri, dilimizin eski ihtişamına, yüksek ifâde gücüne, eşsiz mûsikîsine tekrar kavuşabilmesi için, Türkçemizi kurtarmak için çırpınıp duruyorlar. 
Onlar, zihni Türk-İslam tarihiyle meşgul; hayalleri milletimizin zaferleriyle, kulakları ezan sesleriyle ve Abdülkadir Meragi’den Itrî’den, Dede Efendi’den miras kalmış mûsikîmizle dolu, gözleri mimarî şaheserlerimizle parıldayan, elleri âminlere açılmış insanlarımızdır. Elbette gayretleri boşa gitmeyecektir. Onlar; Türk’ün medeniyet ve kültür savunucusu; İslam’ın, İ’lâ-yi kelime-t’ullah kavramının son ordusudur. Kuru bir taş parçasının üzerine düşen tohumu yeşerten yüce güç, gayretleri boşa çıkarmayacaktır. O bizlere; adaletiyle değil, merhamet ve şefkatiyle muamele edecektir. Hepimiz değilsek bile, içimizde bu muameleye mazhar olmayı hak edenler mutlaka vardır.    
Bir milletin dili ne kadar güçlü olursa, milletin kendisi de o kadar güçlü olur. Türkçe varsa, biz de var olmaya devam ederiz. Açık ifâdesiyle, Türkçenin bozulması, yozlaşması sâdece dilimizle ilgili bir durum değildir. Kimilerine göre 5.000 yıllık, kimilerine göre de 40.000 yıllık tarihi olan bir milletin, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi meselesidir. Bunun bilincinde olanlar aynı zamanda bu bilince sâhip olanların sayısı artırmaya çalışıyorlar. 
Bu gün, böyle bir kültür aşığı ile Emekli Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer ile; candan aziz vatanımız kadar değerli bir varlığımızı, Türkçemizi konuşacağız. 

İyi okumalar Efendim! 

Oğuz Çetinoğlu: Hocam, dil –  kültür ilişkisini açıklar mısınız?
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer: Bir toplumda geçerli olan ve gelenek hâlinde devam eden her türlü duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşayış öğelerinin tamamı diye târif edebileceğimiz kültürde ‘dil’ ana unsur durumundadır.
Çetinoğlu: Neden ana unsur?
Ecer: Çünkü dil kişiler arasında en etkin, sürekli ve tabîi bir iletişim aracı, aynı zamanda kültürü elde etmek için kullanılan bir araç durumundadır. Zira dil; ilim, din veya felsefeyle ilgili her türlü düşüncenin taşıyıcısıdır. 
Çetinoğlu: O halde dil nedir? 
Ecer: Dil, düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam bakımından ortak olan öğelerden ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan gelişmiş bir sistemdir. Bu ses ve anlam bakımından ortak olan öğelerin, yani dili oluşturan kelimelerin ‘gözle görülebilen veya elle dokunulabilen işaretler’ halinde biçimlenmesine de yazı denilmektedir.  Konuşma imkânına sâhip olamayanlar yazı ve işaret dilleriyle iletişim sağlarlar. Genel bir ifadeyle insanlar arasında anlaşmayı ve insanın duygu ve düşünceleri ile başarılarını anlatmayı sağlayan araca dil adı verilir. 
Çetinoğlu: ‘Başarı’ Dediniz. Başarıdan kastınız nedir?
Ecer: İnsanın başarıları denildiği zaman, insanın meydana getirdiği ilim, felsefe, sanat, teknik… vesaire, başka bir ifâdeyle insanın kültürü akla gelir.
Dilin bulunmadığı yerde insan kültürü de, bilimi de, ‘tarihi varlık olma özelliği’ de söz konusu olamaz. Yani insanlar birbirleriyle ve kuşaklar kendi aralarında anlaşmayı dil ile sağlarlar. Sağlamakla da kalmazlar, eski kuşaklar başarılarını, çalışmalarını, düşünce şekil ve sistemlerini sonraki nesillere dil ile aktarırlar. 
Çetinoğlu: Dilin oluşumu hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Ecer: Dil hazinesi kendini benimseyene önceden biçimlendirilmiş bir düşünmeyi de sunar. 
İnsanoğlunun var olduğu günden beri dil vardır. Tek kişi dili oluşturamaz. Dili, kullanılmakta olan araç olarak hazır bulur ve konuşa konuşa bu dili edinir.
Bir başka bilim adamına göre ise; Dil, bir insan eseridir.  Dolayısıyla insanî ilgi ve etkinliklerdeki kaynağı dışında anlaşılması mümkün değildir. 
Çetinoğlu: Yâni?
Ecer: Dil, sosyal bir varlık olan insanın ürünüdür. İnsandan önce vardır ve insan doğduğu zaman tarihî varlık oluşu gereği dili yeniden icat etmek durumunda değil, var olan dili öğrenmek durumundadır. 
Çetinoğlu: ‘Dil toplumun ortak malıdır’ Diyebilir miyiz?
Ecer: Dil, toplumdan bağımsız olamaz. Prof. Dr. Muharrem Ergin’e göre ‘Dil, bir gizli antlaşmalar sistemidir.’ Bu antlaşmalar sistemine göre varlıkları, kavramları, hareketleri, çalışmaları karşılayan kelimeler üzerinde, bir milletin bütün kişileri gizli bir sözleşme yapmış gibidirler. Bir milletin bütün kişileri herhangi bir varlığı hep aynı kelime ile karşılarlar. Ancak bu kelimeler milletten millete değişir ve böylece farklı diller meydana gelir. Prof. Ergin bu hususu; ‘Her kavmin bir gizli antlaşmalar sistemi olduğuna göre yeryüzündeki kavimler kadar dil vardır.’ Şeklinde açıklar.
Milleti düşünmeden dili düşünmek mümkün değildir. Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, aynı konuyu ‘Bir kimse, düşünce ve duygularını konuşma yolu ile başkalarına aktaracağına göre, dilin var olabilmesi aynı zamanda insan topluluklarının varlığına bağlıdır.’ Cümlesiyle özetler.
Çetinoğlu: Dilin nasıl oluştuğunu sormuştum, zannederim cevap verme noktasına ulaştık…
Ecer: Dilciler ilk dilin, tabiat seslerini taklitten doğduğunu ileri sürerler. Ancak bunun ispat edilmesi zordur. Prof. Dr. Muharrem Ergin bu hususu ihtiyatlı ve mutedil bir ifadeyle şöyle açıklar:
‘Dil insanla birlikte var olageldiğine göre bu gizli antlaşmaların kökleri ilk insanlara kadar gider. Yalnız bu gizli antlaşmaların doğuşu ve mâhiyeti bilinmemektedir. Varlıkların ve hareketlerin sözlerle karşılanışı gibi bu karşılayışın aynı kavimlere göre farklı oluşunun da sebepleri ve mâhiyeti meçhulümüzdür. Bu hususta mevcut kanaat dillerin doğuşundan tabiattaki sesleri taklidin mühim bir yeri olduğu merkezindedir. Bugün her dilde ses taklidinden doğdukları açık olan bazı kelimeler de mevcuttur. Fakat böyle bir istisna dışında büyük kelime kütlelerinin herhangi bir ses taklidi izi taşımadıkları da muhakkaktır.’
Çetinoğlu: İlk insanlar kendi kavimlerine göre bir dil oluşturmakla, kendilerinden sonra gelenlere büyük bir hizmet yapmış oluyorlar… 
Ecer: Evet! İlk insandan sonraki nesillerde her doğan insan kendini -belirli bir oranda- gelişmiş bir dil içinde bulur. Prof. Dr. Kerim Yavuz yeni doğan çocuğun dili öğrenmesini şöyle anlatır:
‘Çocuk dünyaya geldiği ailesi içinde yaşamaya başladığı andan itibaren orada günlük hayatı, hayat tecrübelerini, davranış şekillerini, canlı cansız bütün varlıkları tanıyıp öğrenirken, bunlarla birlikte ailesinin dilini de öğrenmektedir… Çocuk, dili ile; gördüklerini, hissettiklerini ve düşündüklerini gelişmesine uygun olarak ifade etmeye çalışır. Dil, toplum içinde bir anlaşma vasıtası değil, aynı zamanda o insanın içinde yaşadığı dünyayı, hayatı görme, kavrama, anlama ve değerlendirme imkânı da verir.’
Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın ‘Fert konuştuğu dili hazır bulur. Dil, ferde cemiyetin bağışladığı en büyük miras ve donanımdır. Ana, baba, çevre, okul, çocuğa dil vasıtasıyla cemiyetin asırlar boyunca biriktirdiği hayat tecrübesini ve kültürünü de aktarır.’ Cümleleriyle anlattığı gerçeği, felsefeci Nermi Uygur, ‘Kültür Kavramı’ ve ‘Dil Yönünden Fizik Felsefesi’  isimli eserinde; ‘Kendimi dil olmadan bulduğum hiç bir zaman birimi hatırlamıyorum.’ ifadesiyle ortaya koyar. 
Çetinoğlu: Dilin insanı, diğer canlılardan ayıran bir özellik olma vasfına da sâhiptir değil mi?
Ecer: Çok doğru. Dil, aynı zamanda, insanların hayvanlardan ayrılmasını sağlayan tarihî varlıktır. 
Prof. Dr. Takiyüddin Mengüşoğlu bu konuda şöyle bir açıklama yapar: ‘Dil olmadan tarihî bir varlık olan insan tarihi diye bir saha olmayacaktır. O zaman insan da hayvan gibi, tarihîlikten mahrum kalacak ve sâdece varlık olacaktı. Çünkü dil olmadan insanlar da tıpkı hayvan tekleri gibi yan-yana ve fakat birbirinden habersiz yaşayacaklardı.’
Çetinoğlu: Bir de ‘iç dünya’ meselesi var…
Ecer: İnsan dili ile iç dünyasını da ifâde eder. İnsan, dili ile insan olduğunu kavrar. Müjdat Kayaerli; ‘Türk Düşüncesinin gelişmesinde Dil Sosyolojisinin Önemi’ başlıklı makalesinde; ‘Dil demek insan demektir.’ ifadesiyle aynı konuyu anlatır.
Çetinoğlu: Dil-millet ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?
Ecer: İnsanlar hangi toplumun, hangi milletin içinde yetişirse o toplumun o milletin kültürünü benimser. O toplumun, o milletin ferdi olur. O millet, kendi içinden büyük adamlar, büyük bilginler çıkartırsa bağlı olduğu milletiyle birlikte kullandığı dili de yüceltir, yükseltir. Bir dil, ne kadar düşünülür ve ne kadar görülürse, o dil o nispette gelişir. 
Çetinoğlu: Nasıl oluyor?  
Ecer: Şöyle oluyor: Görme ve düşünme ile dilin gelişmesi arasında bir paralellik vardır. Çünkü düşünme dil aracılığıyla olur, başka deyişle; düşünce, dil dışında bir araçla gerçekleşme imkânı bulamaz. Çünkü Dil düşünmez, insan düşünür; ama insan dil içinde düşünür, bunu da dilini, her yönden düşünme uğrunda verimli bularak başarır.
Mâcit Gökberk, ‘Değişen Dünya, Değişen Dil’ isimli eserinde diyor ki: ‘Dil bizim üzerimizde bir güçtür. Düşünmemizi, değerlemelerimizi belirleyen bir güçtür. Biz onu hazır buluruz, yapısı içinde büyüyüp gelişmekle kendimizi ona göre biçimlendirmiş oluruz.’ Bir milletin birliği, bütünlüğünün temininde olduğu kadar; çağdaşlaşması, medenileşmesinde dilin büyük görevi ve ilgisi vardır. Dil mâziden hâle ve hâlden istikbâle uzanan bir kültür köprüsüdür. Elbette, yaşadığı asırla geçmişi arasında böyle bir köprüden mahrum kalan milletlerin hâli de istikbâli de olamaz. Bu sebepledir ki Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu, bu milletin dilini ortadan kaldırmaktır. 
Çetinoğlu: Dilin yozlaşması, bozulması; dilin ortadan kaldırılmasının ilk basamağıdır. Türkçemiz günümüzde bu basamağın üzerindedir. Dilimizi korumakla görevli olanlara bu gerçeği nasıl anlatabiliriz?
Ecer: Dil, milletin kültür yapısını bir arada tutan çimentodur. Bu sebeple milletin yükselmesi ile dil arasında ilişki vardır diyoruz. Zira ‘düşünme ile dil, görme ile dil, dil ile diğer akt’lar arasında bir ‘yapı birliği’ vardır, onların varlığı, birbirini taşıyan, birbirine dayanan bir varlık tarzıdır.
Batılı bilginlerden 1767 – 1835 yılları arasında yaşayan Wilhelm Von Humbolt, ‘Dil-Kültür Bağlantısı’ isimli eserinde; ‘Dil aynı zamanda milletin ruhunun dış görünüşüdür. Milletin fiîli ruhudur, ruhu da dili.’ Diyor. Gene aynı bilgine göre milletlerin ayrılmasını dil sağlar ve milletler de dile şekillerini verirler.  Diller milletlerle birlikte gelişir, milletlerin de fertler gibi özel ide’leri vardır. Bu özel ide’ler dillerinde yankılanırlar. Aynı bilgin; dil de milliyet üzerine kuvvetli bir etki yapar ve bu konuda ‘Millet kavramı da özellikle dil üzerine kurulmuş olmalıdır.’ Diyor.  Prof. Dr. Mehmet Kaplan bir yazısında Yunus Emre’nin ‘Dil hikmetin yoludur.’ Sözü üzerinde durur ve şunları ekler: ‘Ben Türkçe üzerinde düşünürken, bazı hakikatlere ulaşır gibi olduğumu hissettim. Sadece Türkçenin değil, bütün insanlık dilinin pek çok beşerî hakikati gizlediğine inanıyorum.’
Çetinoğlu: Dil ve inanç kültürü arasında bir bağdan söz edilebilir mi?
Ecer: Ortak ve sürekli inançlar dilin içine sinerler. Milyonlarca insanın binlerce yıl denediği hakikatlerin deposu olan dil, bizi aldatmaz.  Dil, edebiyat veya kültür, inançları kalabalıklara yayarak onları yakıp yıkan bir fırtına hâline getirebilir veya onlara karanlık gecelerinde yol gösteren bir ışık olur.
Çetinoğlu: Bir milletin kültürü, milli özellikleri, dünya görüşü diline akseder mi? 
Ecer: Prof. Dr. M. Kaplan; ‘Kültür ve Dil’ isimli eserinde; ‘Her millet dilini kendi ihtiyaçlarına, kültür ve medeniyet seviyesine, zevkine göre oluşturur. Dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır.’ Diyor. Ayrıca, Dilin içinde bulunan yaratıcı hayat ilkesi dille birlikte düşünceyi de geliştirir. İnsanlar ve milletler dilleriyle düşünürler, birbirlerini dilleriyle anlar, sanat ve felsefelerini, bilimlerini dilleriyle oluştururlar. İngiliz bilim adamlarından Prof. W. M. Watt, bu konuyu, ‘Modern Dünyada İslam Vahyi’ isimli eserinde şöyle özetler: ‘Bir halkın bütün hayatı, özellikle kendine has düşünce kategorilerini, estetik ve ahlakî değerlerini içine alan kültür ve düşünce sahası, kullanılan dilde saklıdır… Her dil, bünyesinde, içinde geliştiği kültür sahasının geçmişteki tecrübesini saklar.’ Bu eser, Prof. Dr. Mehmet S. Aydın tarafından dilimize çevrilmiştir.  
Dilin bir toplumun oluşmasında, kültürünün teşekkülünde rol oynadığını çok iyi bilen, milletinin yaşama biçimini değiştiren millî kahramanlar ve dâhiler, dil üzerinde ısrarla durmuşlardır. Çünkü bir milletin millet olmasını, başka toplumlardan ayrılmasını sağlayan unsur kültürdür. Kültür ise sanatkârane bir beşerî ilişkiler ağı olup, çok zor örülür fakat o nispette de kolay tahrip edilir. Bu oluşumun anlayışı içindeki dâhiler, daha önce işaret ettiğimiz üzere bu yıkımın başında dilin bozulması öğesinin geldiğini bilirler.  Türk milletinin kurtarıcısı büyük dâhi Atatürk de aynı konuya gerekli duyarlılığı göstermiş, büyüklüğüne ve dâhiliğine yakışır biçimde konuya önem vermiştir. Atatürk, Türk Milleti için Türk dilini bilmeyi ve Türk dilini konuşmayı Türk olmanın şartı olarak görür. O’na göre millet kavramı için mecburi olan kültür ve ülkü birliğinin dil birliği olmaksızın gerçekleşebilmesi söz konusu değildir. O’nun şu sözleri dilin önemini vurgulaması bakımından anlamlıdır: ‘Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz.’
Atatürk ‘Millî bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih üzerinde çalışmaya mecburuz.’ sözleriyle de gelecek kuşaklara dil konusunda direktif vermektedir.
Çetinoğlu: Dilimizi korumakla görevli olanlara, dilimizin ne mânâ ifâde ettiğini, ilim adamlarından ve dâhilerden örnekler vererek muhteşem bir mesaj vermiş oldunuz. Çok teşekkür ederim. Ben de diyorum ki: Dilimizi kaybedersek, candan aziz vatanımız dâhil, kaybedilecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir. Hocam,tekrar ve  çok teşekkür ederim.  
Ecer: Dünyadaki her şeyin seslendirilmesi, isimlendirilmesi, şekillendirilmesi olan dil, insanların birbirlerini anlamalarını sağlar, insanları birbirlerine yaklaştırır.
İnsanlar dilleriyle ilim yaparlar, dilleriyle dinlerini öğrenirler. İnsanlar kültürlerini yeni kuşaklara dilleriyle aktarırlar, dilleriyle düşünürler. Milletler millet olma özelliklerini en başta dilleriyle korurlar. Millet dil ile var olur… Bir milletin varlığı dilinin mevcudiyeti ile anlaşılır. Dil, bir milleti diğer milletlerden farklı kılan ve ayıran ses dünyasıdır. Başka bir deyişle dil, kültürün bir parçasıdır, ama kültürü oluşturan en önemli araçtır.
Varlığımızın ve kimliğimizin devamını sağlayabilmek için herkes ve bütün kurumlar, dilimizin doğru kullanılması ve korunması hususunda duyarlı davranmalıyız. Yeni kuşaklara dilimizi doğru şekilde öğretip, sevdirmeyi görev edinmeliyiz. 
Mesajlarımı topluma iletme imkânı verdiğiniz için ben de size teşekkür ediyorum. 

Yrd. Doç. Dr. AHMET VEHBİ ECER

8 Ağustos 1934 târihinde Niğde’nin Bor İlçesi’nde doğdu. İlk ve ortaokulu Bor’da okudu. Lise tahsilini Niğde’de tamamladı. 1959 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Vatanî görevini 1960-1961 yıllarında Levazım Teğmeni olarak Borçka’da yaptı. 

1962 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde memuriyet hayatı başladı. 1963-1965 yıllarında Kayseri İmam-Hatip Lisesi’nde Meslek Dersleri öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yaptı.    

1965-1966 yıllarında Ankara Radyo ile Eğitim Merkezi’nde yazar öğretmen, 1966-1970 yıllarında Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü İslâm Mezhepleri Târihi öğretmeni ve müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 1970-1971 yıllarında Bakanlıkça inceleme-araştırma yapmak üzere Bağdat’a gönderildi.  1976 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Târihi Kürsüsü’nden doktora diploması aldı. 1982 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslâm Târihi Öğretim Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1984 yılında Yrd. Doç. Dr. unvanını aldı. Fakülte’de;  İslâm Târihi ve Medeniyeti anabilim dalı başkanı, Din Eğitimi ve Sosyal Bilimler bölüm başkanı oldu. 1993 yılında Araştırma yapmak üzere İngiltere’ye gönderildi. Burada ilmî toplantılara katıldı.

Birçok mahallî, genel ve hakemli dergilerde makaleleri yayınlandı. Hâlen, Kayseri’de elektronik olarak da yayınlanan Erciyes Gazetesi’nde ilmî konularda makaleleri yayınlanıyor. Ayrıca; aylık dergilere makaleler yazmaktadır. Çeşitli yayınevleri tarafından basılmış iki düzineyi aşkın eseri bulunmaktadır. 

Yrd Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer, İslâm Târihi ve İslâm Mezhepleri Târihi öğretim üyesi olarak çalışmakta iken yaş haddinden emekli olmuştur.

 

 

Önceki İçerikTürk Milleti Açılım ve İmralı Süreci İle Akil İnsanlardan Rahatsız
Sonraki İçerikGebze Fatih İle Anılmalı
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.