Bugünlerde derin devlet ve böcek adı verilen dinleme cihazları çok konuşulur ve tartışılır oldu. Aslında yasadışı dinlemelerin meşru hale geldiği bir dönem yaşıyoruz. Yasadışı dinlemeleri meşru kılmak ve genellemek için Başbakan bile dinleniyor gerekçesine dayanılıyor.
Bütün ciddi ülkelerde derin devlet ve benzeri çalışmalar yapılır; ama hiçbir ciddi devlette bunlarla gelen ve giden hükümetler oynamaz; çalışmalar etkisiz hale getirilmeye uğraşılmaz.
Bizde biraz durum farklıdır. Bizim kendi kendimizle uğraşma hastalığı dolayısıyla doğan boşluktan yabancı ülkelerin derin devletleri faydalanır. Bazen bize servis bile yaparlar. Dinlenmedik de bir tarafınızı bırakmazlar. Şemdinli‘de malum yayınevi olayı olur; o bölgede devleti dışlama ve etkisiz hale getirmek için tezgâh kurulur. Hemen asker-sivil kamu görevlileri bizzat üst yöneticiler tarafından suçlanır. Üç-beş dakika içinde iş öyle planlanmıştır ki, birden terör örgütünün yayın organı canlı yayına geçer. Dinlemeden şikayet etmeden önce dinleme böceklerini oraya buraya yerleştiren ve boşluktan istifade eden derin devletlerin sahiplerini teşhir edelim. Tabii gücümüz yetiyor ve becerebiliyorsak…
Basında yer aldığına göre, Şırnak’ta komando tugayına bağlı Jandarma Özel Harekât Timleri mağara baskınlarında ABD ordusunun kullandığı gelişmiş FGM-148 roketatarı ve mermisi bulurlar. Bunları bulan askerler yabancı subaylar tarafından sorgulanır. Bunlar herhalde şimdilik “Kürt Baharı” kalkışmasının silahları olmayabilir. Çünkü şimdilik ülke anayasa baharı ile belirli bir yöne sürükleniyor; tanınmaz hale getirilmeye çalışılıyor.
Genelkurmayımız bu sorgulamayı yalanlar. Özal’ın başımıza bela ettiği Irak’ın kuzeyine yerleştirilen, terör örgütünü koruyan Çekiç Güç de teröristlere her türlü yardımı ve desteği veriyor ve gerektiğinde bizimle de örtülü çatışıyordu.
Bize yöneltilen silahların ve tezgâhların arkasında yabancı devletlerin derin devletleri olabilir. Dostluk ve müttefiklik milli menfaatlere göre şekillenir. Ancak, yabancılarla yapılan görüşmelerde hiç de gereği yokken, işgüzarlık yaparak “… Ben Türkleri, Kürtleri, Lazları, Çerkezleri, Sünni ve Alevileri temsil ediyorum” diye AB toplantısında ortaya düşen bir bakanın hazin hali doğrusu çok düşündürücüdür. Türk toplumunda milletleşme sürecini reddeden, sosyal gerçeklerle de bağdaşmayan bir tarzda Türk Milletini bir etnik grup gibi değerlendirme yanlışı, gafleti acaba Şırnak’ta bulunan FGM-148 roketatarından daha mı önemsizdir?
Böyle yanlışları bizzat yaparsanız; dünün Anadolu’dan kovduğumuz işgalciler “Arkadaş bu saydığın gruplardan aldığın bir yetki ve temsil belgesi elinde var mı?” diye adama sorarlar.
İnsanlarımızı zorla resmi kanaldan birbirine ötekileştirmeyelim; birbirinden soğutmayalım. Bu demokratikleşme ve açılım oyunu artık yeter! Silahsız terör sahipleri ile silahlı terör örgütü arasında talepleri bakımından hiçbir fark yoktur. Her ikisi de aynı sonuca ulaşmayı hedefliyor. Demokrasi, hem silahsız, hem de silahlı teröre yenik düşürülmemelidir.