Bayram’da harp malûlü rahmetli babamın kabrini ziyaret için Edirnekapı Şehitliğine gitmiştim. Her şehit mezarının başında her zamankinden daha fazla kalabalıklar vardı. Şehitlerimiz vatanın bölünmez bütünlüğü, milli birliği ve bölücü etnik ırkçılık ihanetine karşı hayatlarını çekinmeden feda etmişlerdir.
O aziz varlıklar bugün kabirlerinden doğrulup bir etrafa baksalar acaba ne düşünürlerdi? Şehitlik mertebesine ulaşmış bu insanlarımız yaşayanların kaygısızlığı, sorumsuzluğu ve ilkesizliği ve hele yöneticilerin hazin ve düşündürücü durumları karşısında; o şehitler “Biz yanlış bir şey mi yaptık ve terör örgütü ile çarpıştık” sorusunu kendi kendilerine sormazlar mıydı?
Batının dün ve bugün bize karşı kullandığı -Kürtler değil- Kürtçülerin sorunu siyasallaştırdıkları bir gerçek değil mi? Sorunu dışarının da ilgilendiği ve sözde çözüm dayattığı bir duruma sokmadık mı? Demek ki yönetenlerin sık sık “Terörle bir yere varılmaz” sözleri ne oldu? Son 10 senede Türkiye nerelerden nereye geldi? Daha fazla taviz koparmak için daha çok teröre başvuruldu.
Terör baskısı kullanılarak ve bu baskı altında “ne yapalım” sakat anlayışıyla Türksüz, milli kimliksiz ve renksiz yeni anayasa hazırlanıyor.
Yerel Yönetimler Yasası ile terörle zaten iç içe olan bazı belediyelere imtiyazlar tanınıyor. Onlar bölgenin derebeyi ve reisi kılınıyor. Merkezi hükümetin birçok yetki ve faaliyeti terör kaynağı bazı belediyelere devrediliyor. Adeta kediye ciğer teslim ediliyor. Bölünme ve devletin ufalanması, kamu denetimi dışındaki Bölge Kalkınma Ajansları ile de destekleniyor.
Tavizin adı açılım olmuştur. Silah bırakmamış yenik bir terör örgütü ile gizli ve açık pazarlıklar -Oslo’da ve diğer örneklerde olduğu gibi- yerli ve yabancı hakemler nezaretinde yapılıyor. Terörle mücadele müzakereye dönüşüyor. Milli hassasiyeti yetersiz ve milliyetçiliği küfür gören, sadece 28 Şubat’ın intikamını almayı düşünen gözü kararmış bir anlayış sözde Türkiye’yi demokratikleştiriyor.
Demokrasimiz otoriter ve totaliter bir yapıya bürünüyor. “Sen zamanında baskılar yaptın, ben de sana mislini yaparım” anlayışı geçerli kılınıyor. Biz yeni nesillere birbirinden fırsat buldukça intikam ve rövanş almayı düşünen güçlerin Türkiye’sini mi miras bırakacağız? Bu süreç kime yarar sağlayabilir? Ortak mutabakatlarda ne zaman birleşip milletleşme sürecini güçlendireceğiz?
Arap baharı olarak isimlendirilen iç çatışmalarla ülkelerin ne hale getirildiklerini gördük. Türkiye yapısı itibariyle bu ülkelerden çok farklı olduğu için; Arap Baharı benzeri çatışmalar şimdilik denenmiyor. Bizde çok sinsi bir şekilde yasalarla, Anayasayla, belediyelerle oynanarak merkezi ve milli devletin güçsüzleşmesi hedefleniyor.
Aslında 28 Şubat’ı hazırlayanlar farklı iki grubu kullandı. Laiklik taassubu içindeki bazı asker ve sivil kanadı kullananlar; daha sonra Refah-Doğruyol iktidarını yıkıp muhafazakâr çevreleri kullanarak bugünkü siyasi tabloyu yarattılar. Birbirinde çok farklı iki siyasi güç odağı Türkiye aleyhine kullanıldı. Ancak kullananlar aynıydı.
Araştırmalarda örgütün talepleri ile halkın talepleri çok farklı olmasına rağmen; ırkçı – bölücü terörün hedef ve amaçları sivil ve silahsız terörün talepleri haline getirilerek bir kısmı gerçekleşmedi mi? Halkın kabullenmediği terör örgütü halkı temsil eden hale sokulmadı mı? Ayrı yönetim ve devlet fikri dört sene önce %6 iken; Kürtler arasında %23’e nasıl çıktı?
Devletin egemenlik hakları, eğitim-öğretim ve yargı dili değiştirilmeye çalışılmıyor mu? Milli kimliği dışlayan, onu Türkiye’de bir etnik grup gibi gören sakat anlayış; tekrar Osmanlı beşeri coğrafyasında etkin olma telkinlerine kapılmadı mı?
Cumhuriyetin 89.yıl dönümünde yargı siyasallaştırılıp yargının bağımsızlığı zedelenmedi mi? Terör örgütünün ekonomik kaynaklarını kurutmak yerine; Irak’ın kuzeyindeki yönetim güçlendirilmedi mi? Terörle Mücadele Yasasında yanlış değişiklikler yapılarak mücadele sekteye uğratılmadı mı? Karakol ve alan savunması ile bir mücadele yürütülebilir miydi?
Milli Bayramlarla dini bayramlar bir bütündür, bu ikililiği körüklemek ülke yararına mıdır? Bütün bunlar ve benzerleri 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında yüzbinlerin yürüyüşüne sebep olmuştur. Çok farklı siyasi eğilimlerdeki vatandaşlar; Türkiye Cumhuriyetinin varlığı ve Türkiye’yi Türkiye yapan değerler için yürümüşlerdir. 29 Ekim yürüyüşlerini soğukkanlılıkla ve objektif değerlendirmek gerekir.