Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan röportajda şunları söylüyor: ‘Ulusçuluk 19. yüzyıl ideolojisidir. Bu ideoloji, Avrupa’da bölünmüş yapıları bir araya getirip ulus devletleri doğurdu. Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici ve suni kimlikler ortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı kültürle hesaplaşma zamanı geldi.’
Ertuğrul Özkök, 18 Eylül 2012 tarihli yazısında; birçok kişinin kendisinden beklemediği bir tarzda tepkisini ortaya koydu. Özkök, Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘Ulusçuluk‘ kelimesinin karşılığının: 1- ‘Milliyetçilik‘, 2- ‘Her ulusun kendine özgü kültür ve geleneklerine bağlı kalma arzusu‘ şeklinde verildiğini belirtiyor. Bu karşılığın doğru olduğunu kabul ediyor olmalı ki, Sayın Bakana soruyor: ‘Siz milliyetçi misiniz, değil misiniz?
* * *
Tanzimat’tan günümüze, ülkemizde kavram kargaşası yaşanıyor. Ulusçuluk, ulusal, ulusalcı ve ulusalcılık kelimelerinin ‘milliyetçilik‘ kavramını karşılamadığı kesindir. Hangi mânâda kullanıldığı da çoğu zaman anlaşılamamaktadır. Sayın Bakan, Türk Dil Kurumu ve Sayın Özkök bu kargaşa sebebiyle yanılıyorlar ve de yanıltıcı oluyorlar. Konu, ayrı bir yazıda ele alınmayı gerektirecek kadar engin ve derindir.
Teoride öyle görünüyor olsa bile, uygulamada; ‘Ulusçuluk = Milliyetçilik‘ değildir. Milliyetçilik kavramını, bilerek veya bilmeyerek ırkçılıkla-şovenizmle eş anlamlı gösterip milliyetçiliği suçlayanlar var.
Türk milliyetçiliği; Göktürkler, Uygurlar ve Karahanlılar dönemlerinden beri; ırk, dil ve din temeline oturtulmuş bir düşünce sistemi olmamıştır. Eğer öyle olsaydı, Türk’ün hüküm sürdüğü bölgelerde Türk ve Müslüman olmayan, Türkçe konuşmayan tek bir insan kalmazdı. 31 Mart 1492 Elhamra Kararnâmesi ile İspanya’dan kovulan Musevileri, Zâlim Saddam’ın 16 Mart 1988’de başlattığı el-Enfal Harekâtı’ndan kaçan Kürtleri bağrına basan, onlarla ekmeğini paylaşan bir millete ‘ırkçı‘ diyebilmek, ‘aklî özür belgesi‘ gerektirir.
Başa dönelim: ‘Ulusçuluk‘, sözlükte belirtildiği gibi ‘Milliyetçilik‘ kavramının; 19. yüzyıl ideolojisi olduğu iddiası, Avrupa için doğru olabilir. Biz Türkler; yukarıda 2. maddede belirtilen anlamdaki milliyetçilik vasfımızı, Orkun Kitâbeleri’nde ortaya koymuştuk. Hiçbir zaman da kaybetmedik. Kaybetseydik, Kurtuluş Savaşı’na giremez ve girdikten sonra da savaşı kazanamazdık.
Sayın Bakan, ‘ulusçuluk’ düşüncesi için; ‘Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici ve suni kimlikler ortaya çıkardı.‘ Diyor.
Sayın Bakanın ifâdeleri, organik yapıları dağıtan gücün, ‘Türk milliyetçiliği‘ olduğu mânâsını taşıyor.
Organik yapıları dağıtan, Türk milliyetçiliği değil; Arap, Ermeni, Rum, Sırp, Hırvat… yâni, Türk unsurunun dışındaki etnik grupların ulusçuluğudur. (Dikkat buyrulursa bunların arasında Kürtler yoktur. Onlar daha sonra ortaya çıkartılacaklardır.)
Evet! Sözü edilen etnik grupların ulusçuluğu da kendi tercihleri değildir. 1800’lü yılların ikinci yarısından itibâren, Türkleri zayıflatıp tarih sahnesinden silmek isteyen batılıların fikrî ilkah yoluyla oluşturduğu suni bir yapılanmadır. Aynı yapılanma, günümüzde ayrılıkçı Kürtlerde de görülmektedir. Bu yapılanmayı oluşturan da destekleyen de, batılar ve uzak batılılardır. Türkiye’mizde bir tek Türk’ün; ‘Biz Anayasal vatandaşlık hakkı istiyoruz.’ Veya ‘Özekliğimizi kazanacağız.’, ‘Ayrı bir devlet kuracağız‘ dediği duyulmuş mudur?
Bu istekleri kim dile getiriyorsa; tarihten gelmiş organik yapıları dağıtmaya teşebbüs edenler de onlardır. Onların dağıtıcılığını-bozgunculuğunu; asil ve necip ‘milliyetçilik kavramının sebebiyet verdiği bir netice‘ olarak göstermek inşallah geçici bir akıl tutulmasıdır.
Sayın Bakan şâyet; ‘Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi‘ derken, Türk milliyetçiliğini değil de batının piyonu olan bölücülerin-ayrılıkçıların ulusçuluğunu kast ediyorsa, milyon defa, milyar defa özür dilemeye hazırım. Cezâmı çekmeye de…
Fakat hemen sorarım: ‘Onlarla, 30 yıldan beri hesaplaşmıyor muyuz?’