Anadolu’da Endülüs Rüyası

131

 

Bu günlerde kendimi müflis tüccar gibi hissediyorum. Yaş kemale çoktan ermiş, ömür ha bitti ha bitecek! Geçen ömrüme bakıyorum ve ilkokul birinci sınıftaki Alfabe kitabının son konusu, “Müjde Alfabe Bitti” de anlatılan; “az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik birde dönüp baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz” cümlesini hatırlıyorum.

Hizmetkâr bir ruha esir düşen bedenim, halkın hizmetinde dünya ömrünü tüketmiş, ebedi âlemin fakir yolcularından biri olmuşum…

Bu müflis tüccar haliyle eski defterleri karıştırırken eski anılarım arasında, Oktay Sinanoğlu’nun 21 Ekim 1999 tarihinde Manisa’da verdiği konferansın notlarına rastladım, değerinden hiçbir şey kaybetmeyen çağrısını bir daha duyurmak istedim.

Çağrıyı duyurunca ne olacak? Çağıranın, uyaranın kim olduğu çok mu önemli???

Nuh (as.) peygamberdi, Kenan oğluydu. Hz. Nuh oğluna; “her tarafı sular kaplayacak, tek canlı kalmayacak, bizimle gel’ dediğinde, oğlu; “ben yüksek yerlere çıkarım” deyip babasının çağrısını reddetmedi mi?

Hayat seçenekli olduğu sürece, insanlar, seçimlerini kendileri yaparlar. Yanlışı seçenler helak olurken, doğruyu seçenler hayatı yeniden kurar.

Nuh Tufanında da öyle olmadı mı? Anadolu’da kurtuluş çağrısına uyanlar, son Türk devletini kurarken; ‘asılırsan İngiliz sicimiyle asıl’ veya ‘Amerikan mandası olalım’ diyenler ne oldu?

O nedenle biz çağrıyı yineleyelim. Ne demişler; “et tekrarı ahsen velev kane yüz seksen…” “Tohumu atalım vermezse toprak utansın…”

Milletine âşık o büyük deha, 13 sene önce bakın neler söylemiş: “Türkiye ve Türk Milleti, on bin yıllık tarihinin en kritik noktasını yaşıyor. O kadar ki, ya tarihten silineceğiz ya da atalarımıza layık hale geleceğiz. Fark etmeseniz de, Türk Milleti, bir ölüm kalım zamanındadır. Bunun üç beş senesi yoktur.”

Bir ülkede ne olduğunu anlamak istiyorsak, başka ülkelerle durumu karşılaştırmak gerekir. Önce kalkınma lafı edip bizi büyütenler, şimdi küreselleşme – evrenselleşme lafı ediyorlar.

Bu lafı edenler öyle çoluk çocuk kimseler değiller. Bunların içinde yazar, çizer, devlet adamı, bürokrat ve aydın geçinenler de var.

Biz Türkiye’de olacakları hep üç- dört seneden önce söyledik, nereden çıkardın bunu diyorlardı, altı ay içinde söylediklerimizin gerçekleştiğini birlikte görüyorduk ama Amerika ve Batı yanlısı kafaları, benim Batı ve Amerika karşıtlığıma bir mana veremedi. Anladım ki, benden, Amerika’ya daha iyi yaranmalarını sağlayacak öneriler beklemişler, istediklerini alamayınca yollarımız ayrıldı. (devlet büyüklerine danışmanlığını değerlendirirken)

Türk insanı kendini değerli kılan değerlerinden çok şey kaybetti, bu gün şehrin sokaklarında gördüğünüz kirlilik insanların gönüllerindekinin görüntüsüdür. Şehrin sokaklarını sorumsuzca kirleten bu çürüme, elindeki toprağı üç kuruş uğruna yabancılara satarken yarını hiç düşünmüyor.

Batılı büyük devletlerin yeni oyunları; kalkınmak isteyen ülkelerin topraklarını büyük şirketler aracılığıyla satın alıyorlar, sonra da o ülkenin insanlarını satın aldıkları toprakların ırgatı yapıyorlar.

Milletin son parasıyla bacasız sanayi diye otel yaptırıyorlar, sonra oraya turist göndermeyip iflas ettirip çok ucuza kapatıyorlar, yine o otellerde bu ülkenin insanını yok pahasına çalıştırıyorlar.

Bu acı gelişmeler karşısında halkı aydınlatması gereken yerli yarı aydınlarımız, Batılı ülkelerin papağanlığını yapıyorlar. Kendi değerlerinin, dinlerinin, dillerinin kimliklerinin yok edilmesine acentelik ediyorlar.

Bununla da yetinmeyip etnik ayrımcılığı körüklüyorlar, Türk dilini baltalayıp yabancı dili öneriyorlar. Gazetelere ilan veriyorlar; ‘İngilizce bilmeyen müracaat etmesin’ diyorlar. Bir mühendis için bilgi yetmezmiş gibi… Bir de bunun adına ‘globalleşme’, ‘küreselleşme’ diyorlar.