Bu yazıyı ben yazmış olmayayım ninniler, masallar, destanlar ve maniler penceresinden bir milletin ruh inşasına birlikte bir göz atalım.
Anneler bebeklerini uykuya yatırırken sade bir dille ve özel bir beste ile şarkılar söylerdi. O minicik yavru, seslerin en güzeli anne sesi, sıcaklığı, kokusu ve güvencesi eşliğinde ruhunu büyütürdü. Adına ninni dediğimiz ezgili şiirleri, tasvir etmeye çalıştığım o sevgi ve güven ortamında bu gün kaç bebek dinleyerek büyüyor?
Anne ile kurulan bu diyalog ve birlikteliğin, çocuğun his ve zekâ gelişimine, şahsiyet gelişimine etkisini hayal edebiliyor muyuz? Bu ilişki, bir bitkinin topraktan aldığı gıdaların ötesinde gün ışığından yararlanması gibi bir şey değil mi? Çocuk bu sayede sevgi, güven, müzik ve dil gelişimini temellendiriyor ve benliğinde yeni bir inşa başlıyor.
Çocuk biraz daha büyüdüğünde, uyku öncesinde ve özellikle uzun kış gecelerinde anneleri ya da aile büyükleri tarafından onlara anlatılan; “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…” veya “bir varmış, bir yokmuş, insanoğlunun başından geçenler, dağdan taştan, kurttan kuştan daha çokmuş. Zamanın birinde…” diyerek başlayan ve rüyaya benzeyen, arzuları sembolleştiren, hayatta gerçekleştirilmesi çok güç olan ve çok arzulanan adalet, eşitlik, mutluluk gibi hep iyiliklerin gerçekleştiği; gam, kasavet, çirkinlik ve adiliklerin olmadığı; iyilerin daima mükâfatlandığı, kötülerin en adaletli şekilde cezalandırıldığı, kimseyi rencide etmeden olayların anlatıldığı” ve ” gökten üç elma düştü biri bana, biri dinleyenlere, diğeri de bütün iyi insanlara olsun ya da onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” tekerlemeleriyle biten masallar yok artık.
Masallarda anlatım akıcıydı, sade ve yalındı, duygular ve düşünceler kısa ve kesindi, her şey çocuğun algı seviyesine göreydi. Çocuğun merak duygusunu en çok etkileyen edebi metinlerdi.
Toplumda üretken zihinlere sahip bireylerin yetişmesinde, aileden başlayan eğitim sürecinde masalların yeri büyüktü. Çocukların üretken zihne sahip olması, hayal gücünün gelişmesine, gelişmiş bir hayal gücü ise kelime dağarcığına bağlıdır.
İnsanoğlu kendi yaşam gerçeğini, çözüm önerilerini, beklentilerini masal kahramanlarına yükleyerek anlattı ve yüzyıllar boyu bu yolla gelecek kuşakları uyarmaya, eğitmeye ve hayatın zorluklarına karşı onları donatmaya çalıştı.
Bacon, “bir halkın mitolojik sistemi, o halkın eğitim sistemidir, akşamları masal dinleyen çocuklar, bizim modern okullarımızda eğitilen altıncı sınıf öğrencilerinden daha az olmayan ölçüde geleneksel bilgi ve davranış öğreniyor. Masallar kadar çocukları hayata hazırlayan, duygularını besleyen bir başka edebi tür yoktur. Bu bereketli kaynağın geleceğin insanını şekillendirdiğini” söylüyor.
Masallar çocukların ruhunu iyi örneklerle inşa ediyor. Onları inandıkları yolda güçlükleri yenecek, kişilikli birer insan yapıyor. Her çocuğun benliğine kendini kullanma, sevk ve idare etme kılavuzunu yazıyor.
Dünya ulusları bunları bildikleri için çocukların ruhunun inşasına masalla başlıyorlar.
Dil öğretimi, dil kullanma, dil gelişimi, dil bilincinin çocuk gelişimindeki önemini ve masalların bu konudaki gücünü görmezden gelemeyiz.
Masallar yalan, dürüstlük, sabır, kararlılık, umut, şans, kıskançlık, iyilik, kötülük, haklılık, haksızlık, zekâ, dikkat, paylaşma, bağışlayıcılık, incelik, dostluk, sevgi, saygı, aile, yönetici, paranın gücü, ekonomik dayanışma, temizlik, cömertlik, görev bilinci gibi birçok konuda eğitsel işlev görmektedir.
Bu özellikleriyle masallar adeta beyin dilini programlayarak, çocuğun ruhunu inşa ediyor karakter ve kişilik gelişimini sağlıyordu. Her evde aynı eğitimi alan çocuklar, sokakta kolaylıkla ortak bir paydada buluşuyor ve okullar ruhu gelişkin, kişilik ve karakteri sağlam temellere oturan bireylerin eksiğini tamamlıyordu.
Masalları terk ettik. Lakin tabiat boşluk kabul etmez. Gelişen teknoloji ve onun oluşturduğu endüstri çocuklarımızı bizim yerimize şekillendiriyor. Onları “Gargamel” masallarıyla büyütüyor. İnternet kaynaklı ölüm oyunlarıyla canavarlaştırıyor.
Çocuklar TV, bilgisayar veya cep telefonu ekranından her şeyi öğreniyorlar ama dünyayı öğrenemiyorlar. O ekranın içine sığacak ve ekranın gerektirdiği hızda hareket edecek kadar küçülüyorlar. Arı, kuş ve kelebeği, güneşi, dalı, çiçeği, çayırı, çimeni, ekeni, biçeni anlayamıyorlar. Gerçeklerden kaçıp sanal âleme sığınıyorlar. Aileler yemeyip yediriyor, giymeyip giydiriyor, ben yaşamadım bari o yaşasın deyip çocuğun beden ve nefsinin gelişmesine hizmet ediyor ama ruhi gelişimi konusunda kelimenin tam anlamıyla “saldım çayıra, Mevla kayıra” mantığıyla hareket ediyor.
Bu yüzden yeni neslin kişilik gelişiminde altı- on yıl arası bir gecikme söz konusu. Arif Nihat Asya; Fetih Marşı’nı bu gün yazsaydı; “Hala ne diye oyunla oynaştasın? Fatihin İstanbul’u fetih ettiği yaştasın” mısraları yerine ne yazardı diye düşünüyorum.
Günümüz anne ve babaları özellikle 35 yaş altı olanlar da masalsız büyüdüler ve hayat şartları ailelerin masal kültürünü kuruttu. Modern devlet, bu klasik yöntemi yeni teknolojilerle ele alarak, milletin ruh inşasını küresel emperyalizmin insafına bırakmamalıydı ama maalesef bıraktı, o sebeple tarih bizim masalımızı anlatacak. İster inanın, ister inanmayın…
Değerli bir dostuma masalları yazacağım dediğimde, bana; toplumda hatırın itibarın var, böyle boş şeyleri kaleme alıp kendini ciddiye alınmayan adam sınıfına koydurma demişti ama ben dinlemedim. Siz kimi haklı buluyorsunuz?