Dönekler cephesinden her ağızdan bir feryat yükseliyor. Hepsi ” yandım Allah” diyor. Hepsi ağlayıp, sızlıyor.. Bu Hamid’in ifadesiyle “boş nedamet”tir. Çünkü atı alan Üsküdar’ı geçti, sizin de işiniz bitti.
On yıl içinde ne güzel de bir cephe oluşturmuştunuz. Dinle, diyanetle, ibadetle, cemaatla en ufak bir yakınlığınız olmadığı halde ne güzel de bir araya gelmiştiniz. Eski tüfek marksistler, tatlısu sosyalistleri, liberal demokratlar, özalistler, beyaz Türkler, ABD’ciler, AB’ciler, yeni dünya düzeni yanlıları, “hepimiz Ermeniyiz” goygoycuları, Bekaa vadisi-Kandil müdavimleri, İmralı müzakelerinin payandaları, rantiyeciler ne kadar da güle oynaya İslamcı düşünce sahipleriyle bir araya gelmiş, kuzu sarması olmuştunuz. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmez olmuştu.
Siz, kendinize rant kapıları açmak için oradaydınız. Atatürk’ü, Cumhuriyeti, devrimleri, ilkeleri, vatan-millet-devlet-bayrak sevdalılarını, bunları koruyan ve sizin geçmişteki çıkışlarınızın önünde duran Türk ordusunu sevmiyordunuz. Birlikte olduklarınızın da bu konularda geçmişe yönelik sancıları, sıkıntıları, şikayetleri vardı, intikam duyguları ile yanıp tutuşuyorlardı.
Sonra sizin “ülkenin bölünmesi”, “azınlık milliyetçiliği” , “ana dilde eğitim”, “Kıbrıs’ın Yunan adası olması”, “Hocalı Katliamı”, “Musul-Kerkük Türkleri”, “Ermeni soykırımı” gibi endişeleriniz ve hassasiyetleriniz yoktu. Tam aksine “etnik kimliklerin tanınması”, “ana dilde eğitim yapılması”, “Ruhban Okulunun bir an önce açılması”, “Ermenilerden soykırım için özür dilenmesi”, “Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulması”, “Güneydoğuya özerklik verilmesi”, gerekirse “Türkiye’nin federatif bir yapıya kavuşması” gibi Türklüğün, Türkiye’nin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin aleyhine ne istek varsa “ver kurtulcu” bir zihniyetiniz vardı.
Onun için Türk ordusunun komuta kademesinin büyük bir bölümünün tutuklanmasına, bundan da önemlisi orduya güvenin azaltılmasına ve itibarının yıpratılmasına göz yumdunuz, hatta memnun oldunuz. Hukuk kurallarının tersyüz edilmesine, kişiye göre hukuk ihdas edilmesine en ufak bir tepki göstermediniz. İnönü döneminden başlanıp Atatürk dönemine kadar inilip Dersim isyanının bastırılmasına, İstiklal Mahkemesi kararlarına kadar bütün intikam konuları ortaya dökülürken sizin de ağzınız kulaklarınıza değiyordu.
Tarihimizle yüzleşiyoruz, barışıyoruz diye her şey ters takla getirildi, kahramanlar hain, hainler kahramanlaştırıldı, hiçbirinizin kılı kıpırdamadı. Neredeyse “İstiklal Savaşı yapılmadı” denilecek noktaya gelindi, İslamcılar “Mehmet Akif 1921 kışında Tacettin Dergahında İstiklal Marşı’nı niye yazdı?”, eski marksistler, komünistler “Nazım Hikmet Kuvva-yı Milliye Destanı’nı sanal bir savaş için mi yazdı?” demediler. Çanakkale’yi kazanan kahramanlar arasında zaten Mustafa Kemal yoktu (!)
Devletin yüksek kurumlarının, üst makamlarının birer birer el değiştirmesine, muhalif sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin ya tutuklanmasına, ya da susturulmasına da bir şey demediniz. Görsel ve yazılı basındaki eleştiri yapan yazar, çizer, konuşmacı ve programcıların birer birer kapının önüne konulmasına, basın-yayın organlarının zorla sattırılmasına göz yumdunuz. Daha da kötüsü, bütün halkın korkudan hiçbir iletişim aracıyla özgürce konuşamamasına, bir araya gelememesine, hakkını arayacak meşru bir eylem ortaya konamamasına ses çıkarmadınız. Bir de bunları yapanlar “ileri demokrasiyi getirdik” dediler, sizlerden bir taneniz “Bu mu ileri demokrasi? Adamı güldürmeyin” demediniz. Hatta “yetmez ama evet!” diye diye yelkenlerini şişirdiniz.
O zamanlar ne kadar da mutluydunuz. Açılımlar, saçılımlar, müzakereler, demokrasi paketleri, millî meselelere, değerlere ve kişilere belaltından vurmalar, otuz altı etnik grup söylemleri de sizi kendinizden geçiriyordu. Ama bir gün deniz tükendi, kara göründü, artık sizin o gemiden inmeniz gerekiyordu. Çünkü sizin estirdiğiniz rüzgarla gemi yelkenlerini iyice şişirmişti, yaptığınız paratonerlikle birçok yıldırımı savuşturmuştu. Artık sizin tayfalığınıza ihtiyacı yok, kendi personeliyle okyanuslara, hatta ötesine bile açılabilir duruma gelmişti.
Zavallı dönekler! Unutmayın, herkesin bir fiyatı, bir kıratı, bir kullanma tarihi vardır. Fiyatınızı bilmiyorum, merak da etmiyorum. Zaten o tip şeyler kapalı kapılar ardında ölünceye kadar gizli kalıyor. Çakma elmas olduğunuzdan kıratınızın da bir kıymeti harbiyesi yok. Kullanma tarihinize gelince, on yıldı. 2002 de başladı, 2012 de bitti. Siz bu süre için lazımdınız. Aslında “12 Eylül’ü yargılama” şehvetiyle yollara düşüp “yetmez ama, evet” sloganıyla son safdilleri kandırdığınız 12 Eylül 2010 referandumu ile işiniz bitti. Ama biraz daha oyalandınız, biraz daha oyaladılar.
Şimdi gemiden inme zamanı. Şu anda bindiğiniz noktadasınız, ama aynı kişi değilsiniz. O zaman toplumda iyi kötü bir yeriniz, işiniz, kişiliğiniz, kimliğiniz ve itibarınız vardı. Fakat on yılda o kadar savruldunuz, döküldünüz, saçıldınız, eğildiniz, büküldünüz ki, ne omurganız kaldı, ne kasınız. İnorganik, hormonlu bir varlık haline geldiniz. Sırtınızda taşıyıp düze çıkardığınız dünün mağdurları bile bugün size saygı duymuyor, sizi itip kakıyor.
Bütün döneklerin sonu budur. Dönmelik bir tercih sorunudur, ama döneklik bir kişilik sorunudur. Onun için şimdi ağlamayın “biz ne yaptık” diye. Susun, daha fazla komik olmayın. Olan oldu, bazı mütareke yazarları gibi tarihe geçtiniz. Yaptığınız sadece Aristo’nun İskender’e dediği gibi “boş nedamet! ” Unutmayın, tarihin çöplüğü hainler ve döneklerle doludur.