Tamam, Başbakan Erdoğan hitabet ve belagati konusunda tam bir özgüven içinde. Hitabette “öfke sanatını” uygulama becerisine inancı da tam. Fakat bunlar O’nun her vesileyle kulaklarımıza ve gözümüze hitap eden propaganda metodunu tercih etmesinde tek sebep değil.
Başbakan Erdoğan’ı yakından tanıyanlar, O’nun kamuoyu araştırmalarıyla halkın eğilimini sürekli takip ettiğini ve halkla birebir temaslarının yoğunluğu sebebiyle kitlelerin nabzını tutma konusunda oldukça tecrübeli olduğunu söylemekteler.
Bu yaptığı doğrudur, çünkü politikacı bir pazarlamacıdır. Hedef kitlesinin özelliklerini dikkate almak zorundadır.
Ipsos‘un, “Türkiye’yi Anlama Kılavuzu” adı altında yayımladığı araştırmasının sonuçlarından bir kaçı şöyle:
- Türkiye’de hergün gazete okuyanların oranı sadece yüzde 18. İnsanların % 45’i hiçbir zaman kitap okumuyor.
- Türkiye’nin % 84’ü her gün TV izliyor.
- İnternet kullanıcılarının oranı yüzde 46.
Okunanların ne olduğuna girersek, ülke meseleleriyle okuyarak ilgilenenlerin oranının ne kadar düşük olduğu anlaşılır.
Başbakan Erdoğan’ın yerinde siz olsanız, bu rakamlara bakarak, kendinize bağlı halk kitlelerinin desteğini muhafaza etmek, yeni kitleleri de kazanmak için hangi propaganda metodunu uygularsınız? Herhalde doğru cevap, bol bol konuşmak ve TV’leri kullanmak olurdu.
Bir yandan ülkenin iç ve dış meselelerini yakından takip edecek ve yönlendireceksiniz. Diğer taraftan iç ve dış seyahatler, resmi ziyaretler, kabuller, toplantılar… Yetmedi partinin her kademesini tam bir kontrol altında tutmak mecburiyeti ile Salı günleri Meclis grubunda yapılan uzun nutuklar, il- ilçe kongreleri ve diğer faaliyetlere iştirak ve konuşmalar… TV’lerde röportajlar, “icraatın içinden” programları… Yine yetmedi özel sektörün açılış vb faaliyetleri, aile çevresinin özel günleri. Sivil Toplum Kuruluşlarının düzenlediği toplantılar ve diğerleri. Hatta cami çıkışında, hasta ziyaretinde, cenazelerde Başbakan konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor…
Elbette bu kadar çok konuşmak için kendi hitabetinize hayran olmak, belagatinizin şehvetine kapılmış olmak gereklidir. Üstelik bu karakter yapısıyla toplumun genel eğitim ve kültür yapısı tam bir uyum içinde olduğu için Başbakan toplumu yönlendirme ve gündemi belirlemede son derece etkili.
Hepsinde de okumayan, araştırmayan sadece dinleyen ve dinlediklerini tartışan bir topluma uygun bir propaganda tekniği uygulanmakta olduğu açıktır.
Ayrıca Başbakan’ın gündeme getirdiği konularda kendi yetişme tarzı sebebiyle insiyaki olarak kullandığı kavramlar, toplumun belli değerler konusunda muhafazakâr kökenine ve daha fazla tüketmeye hevesli yeni yapısına uygundur. Şöyle ki,
- Türkiye, Yeni Muhafazakârlar (%36), Geleneksel Orta Sınıf (%22), Geleneksel Milliyetçiler (%16), Tepkili Modernler (%14), Tutunamayan Yoksullar (%13) olarak tutum ve davranışlar eksenli 5 ana gruba ayrılıyor.
- Türkiye’nin %66’sı dinin hayatlarına yön verdiğini belirtiyor. Nüfusun %70’i üniversitelerde isteyen kız öğrencilerin türban takmasına; nüfusun %57’si ise Kamu kurum ve kuruluşlarında kadın çalışanların başlarını örtmelerine izin verilmesi gerektiğini düşünüyor.
- Türkiye, (Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın ifadesiyle) “kazanmadan harcayan” bir ülke. “Geleceğe doğru borçlanıp, peşinen harcıyoruz. Bu Türkiye için ciddi bir sorun.” 2009 yılı sonunda borçların harcanabilir gelire oranı yüzde 36 iken, 2011 yılının eylül ayında yüzde 44.7′ ye yükselmiş durumda. Bu sebeple Mart ayında, geçen yılın aynı ayına kıyasla kredi kartı borcunu ödeyemeyen ve yasal takibe düşen kişi sayısı yüzde 169 artış gösterdi.
- Türkiye küresel krizden sıcak parayla beslenerek kendi imkânlarının ötesinde bir büyümeyi sağlayarak çıktı. Bunun bedelini dış dengeyi hızla bozarak ödedi. Türkiye 2011’de verdiği 77 milyar $’lık döviz açığıyla, bizzat o dövizi basan ABD’den sonra, bu alanda dünya ikinciliğine yerleşti. Türkiye’nin kısa vadeli dış borçlarının, bu yılın ilk üç ayında 90 milyar $’a çıktığı anlaşılıyor. Bu, mevcut seride tüm zamanların rekoru oldu.
Özetle Başbakan ve Ak Parti hükümetleri,
- 1- Muhafazakâr kitlenin dini duygularını okşayan ve geleneksel değerlerini korumak konusunda halka sıcak gelen bir tavır ve üslup geliştirdi.
- 2- Borç parayla sağlanan ekonomik rahatlık içinde, tüketime aç Türk vatandaşlarının nabzına uygun politikalar uyguladı. İlaveten yatırımlar, sağlık gibi alanlarda yapılan hizmetler ve sosyal yardımlar ile bunlara dair etkili propagandalar yaptı. Ancak yatırımlar, dünya ile rekabet edebilir büyük ölçekli üretim yapan tesisler yerine, AVM’ler gibi tüketim alanlarına yapıldı.
- 3- Dünyanın patronu ABD ile ilişkilerinde siyasi alanda tam bir uyum ve mutabakat içinde olarak, rakip güçleri tasfiye etti, medyaya hâkim oldu ve hem de sıcak para akışının kesilmemesini sağladı. Okumayan bir toplum “bunun karşılığında ne verildi?” diye sorgulamaz. Neticede AKP başarılı seçim sonuçları aldı.
Başbakan’ın muhafazakâr söylemiyle, “kürtaj ve sezaryen” konusunda olduğu gibi, “toplumu şekillendirme” tavrının vardığı boyut tedirginlik yaratıyor. Çünkü muhafazakâr kesimlerde de bu yöntemleri uygulayan çok.
İsmet İnönü’nün söylediği “büyük devletlerle politika yapmak ayı ile yatağa girmek gibidir” sözünün doğru olduğuna inanıyorum. Şu anda “ayı” ile muhabbetimiz iyi ama neticede ekonominin iyi gidişi, ayının insafına ve sıcak para sahiplerinin himmetine bağlı.
Bütün mesele bu saadet zincirinin ne kadar sürdürülebilir olduğu.
Bakalım nereye kadar devam edecek?