Türkiye, değişik şekillerde milletleşmeden ve milli devlet anlayışından uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Milletleşmeyi reddedip sosyolojik anlamda kalabalık olmaya aday olduğunuzda “Biz” olamazsınız. Biz olamayınca da Orta Doğu’da ve Balkanlar’da siyasi ve kültürel etkinliğinizi artıramaz, küresel rüzgarlara teslim olmuş bir sonbahar yaprağı gibi dolaşıp durursunuz. Bunun sonucunda da her türlü iddia ve hedeflerinizden uzaklaşırsınız.
Kaldı ki son yıllarda Dünya’yı küreselleştirmek isteyenlerin iddialarına ve küresel dayatmalara rağmen, milli devlet gerçeği daha da öne çıkmaktadır. Bölünen milli devletlerden yine milli devletlere geçilmektedir. Milletleşememiş, milli devlet olamamış bazı Orta Doğu ülkelerinde ise; Irak’lı veya Suriye’li olmak yerine yan (alt) kültür ve kimlikler öne çıkarılır. Milletleşemeyen topluluklarda milli kimlik değil, mezhepler ve etnik sıfatlar öncelikli olabilir. Irak’ta Irak’lı olmak, Irak devletinin vatandaşı olmaktan çok; Şii veya Sünni olmak, Arap ve Kürt olmak bundan dolayı öncelik taşır.
Milli devletler çökmüyor, küresel güç tarafından önü açılmış olanlar çöktürülmeye zorlanıyor. Milli devletin ve milli kimliğin zaafa uğradığı yapılarda küreselleştirici emperyalizme yeni istismar alanları açılmakta, yeni malzemeler kullanılır hale gelmektedir. Gerek bazı İslami kesimlerden, gerek küreselleştirmenin liberalleştirdiği, devşirdiği döneklerden milli devlet ve milli kimliğe karşı ortak bir ses çıkmaktadır. Türkiye’de milli kimlikle mücadele ederek ve onu Anayasadan kaldırarak dünün Osmanlı beşeri coğrafyasında ve Türk Dünyasında etkili bir Türkiye yaratılamaz. Küreselleşmenin olumsuz etkilerinden şikayet eden bir çok ülke ve topluluk, Türkiye örneğine kanarak emperyalizmin kucağına itilmiş olur. Bu bakımdan, milli kimlik ve milletleşmeyi ırkçılık aracı olarak görenler, şuurlu veya şuursuzca emperyal güçlere hizmet etmektedirler.
Son günlerde ülkenin gerçekten yeni bir Anayasaya ihtiyacı var mı sorusu tartışılmaktadır. Burada önemli olan bizim ihtiyaçlarımız değil; Orta Doğu resminde nasıl bir Türkiye’nin küresel güç tarafından kabul edilebileceğidir. Üniversiteler, kurumlar ve şahısların yeterince görüş bildirmediğinden dolayı TBMM Başkanı şikayette bulunmaktadır. Durumu kurtarmak için lise öğrencilerinden bile Anayasa teklifi istenmektedir. Oysa akıl sahibi herkes, Türkiye’ye belirli bir modelin dayatıldığının farkındadır.
Türkiye’ye, Lozan’la tayin edilen dini azınlıkların yanısıra, İslami azınlık dayatılıyor. Etniklik tahrik edilip yönlendirilerek eşit vatandaş yerine; bazılarına imtiyazlar tanınmak, milli egemenlik hakkı paylaştırılmak, kollektif haklar verilmek isteniyor. Bunlar ileri sürülerek milli kimliksiz ve adsız bir millet düşünülüyor. Bu, aslında milletleşme sürecinden geriye, kalabalıkların birlikteliğine dönüştür.
Oysa Dünyada geçerli olan, etniklilikleri uluslaştırıp bütünü ufalamak, farklılıkları kutsallaştırmak, devlet içinde yeni devletler yaratmak değildir. Hiç bir devlet buna müsaade etmez. Devletin yapısı, hukuku hatta varlığı değiştirilerek özgürlükler arttırılamaz. Hedef, herkese eşit temel hak ve hürriyetlerin tanınmasıdır. Türkiye’ye dayatılan yanlış ve federal yapıya dönüştürücü yol hangi ciddi devlet tarafından kabul edilebilir? Almanya Almanca’ya, Fransa Fransızca’ya rakip ortak bir dil ve kültürün doğuşuna müsaade edebilirler mi? Buna müsaade edilmeyeceğine en büyük şahit, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızdır.
Belki aşırı bir örnek olacak ama; Hollanda’nın Flaman Bölgesinde, itfaiyeyi Fransızca konuşarak çağıran birinin bu talebi Flemenkçe konuşmadığı için dikkate bile alınmaz ve evleri göz göre göre yanar.