İstiklal Marşımızın şairi, milli heyecan ve endişe sahibi, faziletli aydın, haysiyet ve gurur abidesi Mehmet Akif Ersoy’u 75. Ölüm yıldönümünde saygı ve rahmetle anarız. O, bayraksız, vatansız, milli kimliksiz, devletsizliğe talip bir Müslüman değildi. Vatanından uzaklaşıp gittiği Mısır’da da rahat edemedi ve ülkesine döndü. Milli egemenlik ve bağımsızlığı ona buna peşkeş çekmeye hazır olanlara hep düşmandı. Şimdi yaşamış olsaydı, etnik ırkçılık yapanlara şiddetle karşı çıkardı. Türk’e karşı ırkçılık peşine düşüp Batının oyununa gelenlere, hilâle karşı haçın mücadelesini verenlerle işbirliği yapanlara yine gereken dersi verirdi.
Önümüze yıllardır ısıtılıp ısıtılıp bir sorun getiriliyor: Ermeni Sorunu, hayali ve tamamen siyasi bir soykırım iddiası… Bu durumda gelin beraber çalışalım, arşivlerimizi açtık demek anlamlı değildir. Her milli davada olduğu gibi taraf olduğumuzu kavrayarak yayınlarla kamuoyu yaratmalıyız. Davamıza önce kendimiz sahip çıkalım; ona buna havale etmeyelim. Karşı tarafın elinde ciddi ve ilmi herhangi bir koz yok. Mütareke yıllarında İstanbul işgal altında iken bile, arşivlerde bir şey bulamadıkları yabancı sefir ve görevlilerin ifadeleri ile sabittir. Yıllardır Ermeni sorunu, Ermenilerin sorunu olmadı; onları kullananların sorunu oldu. Dün Osmanlı’ya bugün de T.C’ne karşı… Kürtçülük de farklı değildir.
Fransa ve Sarkozy tarihi görevlerini sapmadan yerine getiriyorlar. Asıl sorun içimizdeki yerli Sarkozy’lerdir. Türk’e tarih boyu yapılan soykırımları ortaya koyabildik mi? Milli kimliğe karşı terör yaşıyoruz. Genç nesilleri milli davalarla yeterince bilgilendirdik mi? Soyut bir “Dünya Barışı” uğruna kendimize karşı tarafsız kaldık.
Korkaklığı, kararsızlığı, pısırıklığı marifet saydık. Dış baskılarla Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nu Tarih Kurumu Başkanlığı’ndan aldık. Erivan’a milli maça gittik ve Cumhurbaşkanımızın civarına da Asala militanları oturtturuldu. Bursa’daki Ermenistan-Türkiye milli maçında bayrak krizi yarattık. Ambargoya rağmen ünlü bir firmamız bisküvi ve çikolata sattı. Kars’a garip anıtlar diktik. Sınır kapısını açmaya kalktık.
Azerbaycan’ı kırdık ve Batılı müstemlekecilerin ekmeğine yağ sürdük. Dün Ermenilere kötü muameleyi engelleyemediği iddiası ile davalar yürüttük. Dış baskılarla 1603 dolayında kamu görevlisini mahkûm ettik. Boğazlıyan Kaymakamı Milli Şehit Kemal Bey gibi 60 vatan evlâdını astık. Bu mu soykırım? Oysa soykırım, devlet tarafından sistemli ve planlı uygulanan bir yokediştir. Devlet geleneğimizde ötekileştirme, soykırım ve dışlama yoktur. Tersine, sistemin içine alma, değer verme ve fonksiyonel kılma vardır.
Bazıları kendi soykırımlarını örtebilmek için bizi öne çıkarttı. Açılım ve saçılım adı altında olmadık tavizler verdik. Ülkeyi adeta açık arttırmaya çıkardık. Bazı sözde devlet adamlarımız kavramı bile bilmeden asimilasyon (eritme)dan bahseder oldu. Oslo protokolünü terör örgütü ile müzakere ve kabul ettik. O kadar tahrik ettik ki; bir hanım milletvekili devlet içinde devlet olmak için “otonomi” isteyiverdi.
Bir Başbakan Yardımcısı bazılarına TBMM’de anayasal hakları vermekten bahsetti. Çok kültürlülüğü, çok etnikliliği, birden fazla egemenliği öne çıkaran, tek devlet ve milleti, milli kimliği, fertlerin eşitliğini reddeden bir konuşma yaptı. İktidar partisinin grup başkanvekili, ülkenin demokratikleşebilmesi için Türk kimliğini dışlamak gerekir dedi. Bu örnekler o kadar çok ki…
Yerli Sarkozy’ler dururken yabancısına fazla yüklenmeyelim.