Türk Milleti mümkün olduğu kadar kamplaştırılmaya çalışılıyor. Cumhuriyetçi -Osmanlıcı, Dersimci-Dersim karşıtı, Alevi-Sünni kutuplaştırması gibi örnekler gitgide çoğalıyor. Maksat yeni “ötekiler” yaratmaktır. Alevileri bağlı oldukları Cumhuriyet ve Atatürk aleyhtarı cephenin parçası yapabilmek için oyunlar oynanıyor. Bunun için Dersim kullanılıyor. Devlet adamı ciddiyeti ile bağdaşmayan ucuz ve basit politikalardan uzak durulmalıdır. İhanet dağdan şehre indi ve KCK adını aldı. Küresel patronun uygun bulacağı bir zamanda sokaklarda devlet güçleri ile çatışmalar çıkabilir. “Arap Baharı” devam ettirilebilir. Aslında biz “Arap Baharı”nın birincisini Osmanlının çöküş ve parçalanma döneminde yaşamıştık. Bugünlerde de İkinci Tanzimatı yaşıyoruz.
“KCK ile PKK aynıdır. KCK’dan da özür dilensin” diyen malûm etnik ırkçı partinin başkanı yanlış bir şey söylemiyor. PKK ile KCK aynıdır. Ancak ciddi bir yönetim bu kadar tavizci ve vurdumduymaz olmaz. Barzani ve Talabani gibi yaratıkları arabulucu kabul etmez. Oslo’da örgütle müzakereye oturarak Devletin itibarını zedelemez. Ülkemiz yine masa başında terör örgütünü bize karşı kullananlara, sözde dost ve müttefiklere yenik düşürülmeye çalışılıyor.
Diğer taraftan, bu kadar değerli Osmanlı padişahı varken tavizci ve Batı çıkarlarına hizmet eden, zevk-ü sefa düşkünü Abdülmecit üzerinde duruluyor. Her halde, anma sırası İngiliz Muhipler Cemiyeti Başkanı Sait Molla, ihanet merkezi Ali Kemal ve işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit‘e de gelecek. Türkiye’ye hakaret edenler, ihanet edenler nedense hep el üstünde tutulur. Bundan dolayı Nobel kazandırılan bir Pamuk yazarımız Ermenileri ve Kürtleri kestiğimizi söyleyebilmişti.
Son günlerde de Milli Devlet ve Cumhuriyetle yapılan kavga Dersim üzerinden sürdürülüyor. Dersim bir isyandır; başkaldırıdır. Halk bundan zarar görmüş ve bizzat isyancılarca öldürülmüştür; malına el konulmuştur. T.C. de devlet olmanın gereği olarak egemenlik haklarını kullanmış ve gereğini yapmıştır. Bundan zarar gören sivil vatandaşlar da olmuş olabilir. Ama neticede silahlı isyana kalkışanlara devlet karanfil çiçeği sunacak değildi.
Egemenlik hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün bir gücü ifade eder. Egemen bir siyasi güç kendi yetki alanında herhangi bir üst otoriteye bağlı ve bağımlı olmayan güç demektir.[1] Hiçbir ciddi devlet egemenliği paylaşmaz, paylaştırmaz. Milli egemenliğin tecellisi dış baskı ve dayatmaları dışlayabilme gücüdür. Bu bakımdan, yapılanlar devlet olmanın bir gereğidir. Bakalım yeni Anayasa çalışmalarında devlet olmanın gücünü gösterebilecek miyiz?
Bugün bölücü ve ırkçı terör örgütü ne yapıyorsa; o dönemde de genelde dış destekli büyük toprak ağalarının güdümündeki eşkiya aynı şeyi yapmıştır. Birçok askerimiz de şehit düşmüştür.
Geçen hafta İstanbul’da önemli bir Şûra düzenlenmişti. 37 Aydınlar Ocağı’nı bir araya getiren Aydınlar Ocakları 37. Şûrası sonuç bildirisi ve anayasa ile ilgili tespit ve teklifler internetten izlenebilir. Bu Şûraya, hazırlanan anayasa taslağı ağırlığını koydu. Ekonomik durum (dış borç, cari açık ve bilhassa sıcak para) ve ciddi bir eksen değişikliği yaşayan dış politika konuları üzerinde duruldu. Bedelli askerlik, vicdani ret, vatandaşlarımıza karşı yurt dışında artan ırkçı saldırılar, Devletimizin milli ve üniter yapısını bozmayı hedefleyen yeni anayasa tuzağı ve kadına şiddet ele alındı. Prof. Dr. Turan Yazgan, Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan ve Osman Sınav‘a “Türkiye’nin Ayyıldızları Ödülleri” verildi.
Delegelere 1453 Panorama Müzesi gezdirildi ve Türk Musikisi konserleri verildi.
[1] Feyzioğlu, Turhan, “Atatürkçülük ve Millet Egemenliği”, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Anakara 1992.