anılar
Hemen hiçbir dönemde karamsar olduğumu hatırlamıyorum.
En zor şartlar altında, en sıkıntılı anda bile umutsuzluğa kapıldığımı hatırlamıyorum. Hep bir çıkış yolunun bulunacağına inanmışımdır. Bu inancımı hiç yitirmedim ve yitirmek istemiyorum.
Üzüntülerimiz, zor anlarımız olmadı mı? Elbet oldu. Mutsuzluğumuz oldu ama, umutsuzluğumuz hiç olmadı. Hep bir çıkış yolu olacağına inandık. Ve bazı ZOR’ları bu inançla başardık. Çocukluğumuz hep bu çizgide yürüdü. Diyebilirim ki, Hiç Zor Görmedik ve Çaresiz Hiç Olmadık.
Özellikle de bir Osmanlı Hanımağası olan HAMİNNEM bunda çok etkiliydi. Herkesin indinde O’nun çok saygın bir yeri vardı. Evde ve Akrabaların da dahil olduğu Geniş Aile içinde hep onun sözü geçerdi. Kimse ona karşı gelmezdi. Belki de O, hiç kimse için olumsuz sayılabilecek bir tutum, bir beklenti ve bir davranış içinde olmazdı.
Haminnemin güldüğünü, yüksek sesle güldüğünü hiç kimse görmemiştir. Onun yüzünde her zaman kararlı, ciddi fakat sevecen bir ifade olmuştur. Olli Dayı (Ali Amca) ile sohbetlerinde nadiren hafifçe gülümsediğini hatırlarım. Baba dostu, -Yemen’de uzun yıllar askerlik yaptıktan sonra döndüğünü bildiğimiz ve bu nedenle kendisine “Yemen Çürüğü” lakabı verilen Ali Dayı ile Kahve İçerler, uzun uzun sohbet ederlerdi.
Ali Dayı, hemen her gün, öğleden önce bize gelirdi. Kapı arkasında avlu içinde otururlardı. Çoğu zaman Haminnemin bizzat yaptığı, bazen de evdekilerin hemen getirdikleri kahvelerini yudumlarken bir taraftan da sohbet ederlerdi.
Kimse onları rahatsız etmez, yanlarına da gitmezdi. Yalnızca ben, arada bir gider, Haminnemin hemen dizi dibine oturur sessizce bir süre onları dinlerdim.
Ali Amca genelde YEMEN ANILARINI anlatırdı. Haminnem onu sessizce dinler, bazen küçük suallerle onu daha çok konuştururdu. Sohbetleri o kadar güzel, o kadar seviyeli ve o kadar tatlı olurdu ki, bazen belki saatlerce dinlediğimi hatırlarım.
Ali Amca’nın (OLLİ DAYI’nın) YEMEN anıları, benim başka bir nedenle de ilgimi çekiyordu. Dedem, (Annemin Babası; ABDULMUTTALİP LAMBACI da, Yemen Anılarını çok anlatırdı. Onun dinleyicileri, bazen Kaymakam, bazen Banka Müdürü, Hakimler vb. memur takımı olurdu. Ve yine TEK BEN, onların da sessiz dinleyicisi olarak hemen yanlarında olurdum.
Dedem 13 yıl süren askerlik hizmetinin (11) yılını YEMEN’de geçirmişti. Ve Dedem ve Olli Dayı ve bir kişi daha -Halil SAMUK- YEMEN’den dönebilen şanslı kişilerdendi. Ailemden (6) kişinin daha YEMEN’de olduğu ve dönemedikleri hep anlatılmıştır. Dedemin, (11) yıl Yemen’de kalması ve dönebilmesi, onun; SIHHİYE ÇAVUŞU olarak geri hizmette, SAĞLIK ÇADIRINDA bulunmasından kaynaklanmaktadır. Ve yine o nedenle de döndüğünde, pratik bir CERRAH’tır O!…. Uzaktan yakından YARALILAR; KAZAYA UĞRAYANLAR; Böcek, Yılan Sokanlar, ONA tedavi için gelirler ve gerçekten ŞİFA bulurlardı. Tedavi şeklini göremezdik ama, teşekkür için geldiklerinde konuşmaları bizler de izlerdik.
Şimdi her iki anıdan; Dedem’den ve Olli Dayı’dan da kırık dökük bazı kalıntılar var ama, keşke bunlar yazılabilmiş olsaydı diye çok hayıflanmışımdır.
Haminnemle KÖY BAĞLARINA gezilerden “Aslında ZOR Değil” isimli kitabımızda bir bölüm aktarmıştım.
Dedemin Bahçeleri de bizim oyun alanlarımızdı. O bahçelerde iklimin müsaade ettiği her meyve her sebze vardı. O bahçeler adeta birer botanik bahçesi gibiydi, her cinsten bir iki örnek, çok uzaklardan getirilmiş türler… O iklimde neler olabiliyorsa.. Ve çiçekler; çeşit, çeşit!..
Sonra GÜRLEVİK ÇAYI Boyunca BİR CENNET.. ÖZ’de ayrı bir CENNET.. Büyüklerin de yardımıyla; ÇİMMEK (Yüzmek) için yaptığımız GÖLET’ler. BALIK TUTMA Teknikleri ve taktikleri. Arkadaşlarla, Ailemizle O cennetlerde geçen, hızla geçen çocukluk yılları.
Şu anda TAPU olarak da bana ait olan bir araziden, “KARAAĞAÇ DİBİ”nden söz etmeden geçemem. Burada bulunan KARAĞAÇ, bir ULU AĞAÇ idi. Kesilme nedeni olarak açıklandığında öğrendiğime göre kapladığı alan; 1.5- 2 dönümdü. Tek bir AĞAÇ, KARAAĞAÇ… Kesilmeden önce ölçmüşlerdi. Hatırlıyorum; tam BEŞ KİŞİYDİLER, Babam ve Arkadaşları. AĞACIN ETRAFINI Kuşattılar, Kucakladılar ve halkanın ucu tamamlanamamıştı. ALTINCI KİŞİ de olsa BELKİ dediler. BELKİ kucaklayabilirlermiş.. Bu ölçüyle; etrafı tahminen (10) metre ve ÇAPI; ( 3 – 3,5 ) metre bir ULUAĞAÇ. Kesilmesine karar verildi. Ve (45) günlük bir çalışma ile kaldırıldı. O zaman ben Okul için İSTANBUL’da idim. Hoş, Mecitözü’nde olsam da fark etmezdi ya.. Hem; belki sözümüz de geçmezdi, aslında biz de, bu büyük güzelliğin değerini bilmezdik.
ŞİMDİ Anlıyorum ve ÖYLE bir AĞAÇ Sahibi olmak onu yetiştirmek için SERVETİMİ verebilirim. Nitekim, O araziye bir VAKIF Kurmak, bir “OKUL” veya “HASTANE” yaptırmak ve BAHÇESİNDE BİR DEĞİL (TAM 100 ADET) KARAAĞAÇ Yetiştirmek için.. Allah imkan verir nasip ederse en büyük emelim işte bu..
Karaağaçdibi ile ilgili bir anımı aktarmadan geçemeyeceğim. O sene bu tarlamıza PANCAR ekilmişti. Pancar suyu çok sever. Ama o yıl sular çok azalmıştı.. Saat hesabı kiralanan GÜRLEVİK ÇAYI için pek te heveslisi yoktu. Parmak kadar bir su ve saati 7,5 lira.. Babam bu suyu kiralamıştı. Birlikte tarlaya gittik. Aynımızda bir de işçimiz vardı. Su, 2-3 saatte ancak tarlaya kadar gelebilmişti. Yaklaşık (5) saatte de YARIM DÖNÜM YER sulanamamıştı.
Bu hesaptan, bu su, bu tarlaya, (10) geceli gündüzlü aksa yine de tarla Tam Olarak sulanamazdı. Su parası, Amele yevmiyesi derken pek de akıllıca olmayacaktı. Babam bir fikir ortaya attı;
- – Suyu tarlaya çevirelim kendi halinde aksın gitsin, bakalım ne olacak. Dedi. Ortakçımızın büyük oğlu Nuri Ağabey itiraz etti;
- – Mehmet Ağa dedi, öyle olmaz eğer yol verilmez se bu su kendi halinde ilerlemez, belki de başkalarının işine yarar, kollamak lazım..
O anda söze girdim:
- – Ben,dedim, Ben bu işi yapabilirim.. Güldüler, Ama Nuri Ağabey, şöyle bir baktı ve;
- – Doğru söylüyor Mehmet Ağa dedi. ATAM ONA GÖRE BİR İŞ, Sabah-akşam suya yol verecek, arada ben de yardım ederim. Olur bu iş…
Karar verildi. Su bağlandı, ilk birinci gün, Nuri Ağabey’le beraber gittik, sonra ona;
– SEN GELME NURİ AĞABEY.. Dedim ve ben her gün gittim. Öyle zevkli, öyle gurur verici bir işti ki; suyun ulaştığı HER BİR PANCAR YAPRAĞI GÖZLE GÖRÜLÜR ŞEKİLDE ŞÖYLE BİR DOĞRULUYOR, SANKİ BANA TEŞEKKÜR SELAMI İÇİN HAFİFÇE ÖNE EĞİLİYORDU..
Onlarla konuşuyordum. Tam (12) gün, günde 2-3 kez gittim.. Elimde, boyumu aşan kocaman bir kürekle zevkle gidiyordum. Bazen OYUN OYNAYAN Arkadaşlarımın arasından geçiyordum. Benimle DALGA geçiyorlardı;
- – SUCU, SUCU!.. AMELE GELDİ.. Bakın, bakın SUCU GİDİYOR, AMELE GİDİYOR. Diyerek gülüyorlar, bana sataşıyorlardı.
Bir gün DAMİNİN HÜSEYİN yoluma çıktı;
- – Baksana yaa, Arkadaşım, Sen Amele misin? Neden her gün suya gidiyorsun. Filan diye güldü..
- – Sen karışmasana. Dedim. ve devam ettim.
Her gün.. Ararlında hızla geçiyordum. Alaylı bakışlarını görüyordum, hiç etkilenmedim. Sabah Tarlaya geldiğimde gece boyu akan suyun ıslattığı alanlarda dizlerime kadar çamura batıyordum.
Öyle zevkliydi ki… Yaptığım işi sevmiştim. Her akşam mutluluk ve gururla dönüyor, akşam yemeğinden hemen sonra huzurla uyuyor ertesi gün kahvaltımı alelacele yaptıktan sonra adeta koşarcasına yine tarlaya gidiyordum.
O sene O tarlada yetişen PANCAR’ın her biri 10-12 kilo geldi ve BÖLGE BİRİNCİSİ olduk.. Bu sonuçta tam da kurak mevsimdeki ağır ve verimli SULAMA etken olmuştu. Uzmanları öyle söylediler.
Bu benim için öylesine büyük bir mutluluk ve gururdu ki sormayın gitsin. .
Artık ORTAOKULA başlamıştım ve tatillerde hep işimizin içindeydim. O yıllarda, PAZAR günleri, Bakkal Dükkânımızın önünde TUZ Satmak, benim sorumluluğuma verilmişti. En çok ben satıyordum. Babam gülmekten yerlere yatıyordu. Tuz aslında (5) kuruştu, ama ben (4) kuruştan satıyor ve diğer satıcının iki-üç misli satmış oluyordum. Ve daha çok kar ediyordum. Ayrı bir zevkti..
Sonraları, ileri yaşlarda nedense hiç kalmadığını gördüğüm bu TİCARİ DEHA (!) BENZİNLİKTE de sınanmıştı. Bir sene Yaz Tatiline geldiğimde; Benzinliğin depolarında yüzlerce BOŞ TENEKE Biriktiğini görmüştüm. Sordum;
“BU TENEKELERİN KAPAKLARI GENİŞ OLDUĞU İÇİN KÖYLÜLER ONLARI SATIN ALMIYORLARMIŞ.”
Dikkat ettim TENEKELER yağ bulaşığı idi. Babamdan tenekelerin hepsini istedim.
- – AL, SENİN OLSUN. Dedi.
Yanıma bir İŞÇİ aldım 3-4 günde sayıları BİN kadar olan TENEKELERİN tamamını TERTEMİZ Yaptık Parlamış, ışıl ışıl olmuşlardı. Bir bölümünü VİTRİN yapar gibi DIŞARIYA sıraladık. Gelen ve soranlara;
- – Fiyatı; DÖRT lira. Dedim. Şaşırdılar,
- – NEDEN diyecek oldular;
- – Bunlar GENİŞ KAPAKLI OLDUĞU için Dedim. Buna daha çok şaşırdılar. Daha önce; Normal Teneke 2.5 liraya bunlar ise 1.5 liraya satılıyor ve kimse bunları almıyordu. Hem ucuz hem de ELİ YÜZÜ PİS duran TENEKELERDİ bunlar.. Biz sadece TEMİZLEMİŞ ve FİYATI da (4.0) lira yapmıştık. Öbür 2.5 liralıklar yine vardı.
Ve şaşılacak şeydi herkes bu (4.0) liralıkları Satın Almaya başlamıştı. TEMİZLEMEK ve FİYATI YÜKSELTMEK!… Yaptığımız sadece buydu.
On beş günde bütün TENEKE STOĞU tükenmişti. Ve bu da benim başarımdı.
Ama dedim ya, sonraları bu TİCARİ DEHA(!) hiç mi, hiç kalmamıştı…
Düşünce tarzımız değişmişti. İLERİDE ANLATACAĞIZ; BİR SABANCI, BİR KOÇ OLAMAZDIK,
ONLAR BİR KONJONKTÜRÜ YAKALAMIŞLARDI. ARTIK ONLAR GİBİ OLMAK ZOR İDİ. AMA ONLARIN DA MUHTAÇ VE MECBUR OLACAKLARI BİR YÖNETİCİ MÜKEMMEL BİR YÖNETİCİ OLABİLİRDİM
Hedef böyle şekillenmişti.
Ve işte BEYAZ DÜNYA ARAYIŞIMIZ DA BU ÇERÇEVEDE ŞEKİLLENMİŞ OLACAKTI…
Herkese gönüllerince BEYAZ DÜNYALAR diliyorum..