Hangi Değişim, Hangi Demokrasi?

114

 

Füze Kalkanı’nın Türkiye’ye konuşlandırılması ‘Türkiye, ABD ve NATO arasında zorlu pazarlık’ şeklinde takdim edilmektedir. NATO’nun yeni stratejik konsepti çerçevesinde ABD’nin sağlayacağı füze kalkanı radarının Türkiye’ye konuşlandırılması kararının 30 Ağustos Zafer Bayramı öncesinde alındığı belirtilmektedir. Bu kararı eleştirilenler iktidar yanlısı basın tarafından ‘kör tavuklar, değişimi görmeyenler, basireti bağlanmış olanlar’ şeklinde tanımlanmaktadır. Kendileri değişimin öncüsü, ehl-i basiret, çağı doğru okuyanlar. Eleştirenler ise çağın gerisinde kalanlar, demokratikleşme dalgasını göremeyenler, Soğuk Savaş döneminin artıkları. TRT başta olmak üzere bütün basın yayın organları bu ayrım üzerinden alınan kararı meşrulaştırmakta, propagandasını yapmaktadır. Bu zihin yönlendirme tekniğinin faillerine bazı konuları hatırlatmanın tam zamanıdır.

NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Soğuk Savaş’ın ardından dünya gündeminde yer alan konulardan bir tanesi ‘NATO dağılmalı mı,’ sorusu oldu. Bu soru etrafında yapılan tartışmaların sonucunda ‘NATO dağılmamalı, çünkü NATO kızılları tarihin dışına attı, şimdi Batı dünyasına karşı yükselen tehdit (yeşiller) İslâm coğrafyasıdır. Medeni dünyanın, yani batı dünyasının varlığını korumak için ya yumuşak güçle bu coğrafya dönüştürmeli, yani siyasi ve ekonomik kurallara bağlanmalıdır. Bu olmazsa doğrudan müdahale yoluyla İslâm coğrafyası yeni bir düzenlemeye tabi tutulmalıdır. Kararın bu çerçevede olduğunu gösteren birçok kaynak var. ‘İslâm coğrafyasını demokratikleştirme’ ifadesi işte bu stratejik konseptin bir parçasıdır.

Şimdi çağı doğru okuduklarını ve değişimin öncüsü olduklarını söyleyen malum ve mevcut zevata bu coğrafyanın bütün sathına yayılarak şu soruyu sorabiliriz: Siz bırakın, çağı doğru okumayı, değişimin öncüsü olmayı da şunun cevabını verin: İslâm etiketi altında emperyalizmin sözcülüğünü yapma ‘kaderini yaşamak’ nasıl bir duygudur? Bir coğrafyayı hedeflediğini açıkça ilan eden bir gücün parçası olmak hangi demokrasinin, hangi özgürlüğün göstergesidir? Ortadoğu’da despotizmi besleyen ve kontrol eden aynı güçtü, bu gün dağıtan da aynı güç, bu size bir şey anlatmıyor mu? Diyelim ki siyasî olarak böyle bir çıkmaz sokağa düştünüz, inançlarını koruyan ve bu coğrafyanın insanın ölümünden dolayı acı çeken insanlara hiç mi saygınız yok? Eğer önlenemez bir iç savaş sahneleri ortaya çıkarsa, ‘kör tavuk’ diye damgaladığınız insanların yüzüne nasıl bakacaksınız?

Denetleyen Kim, Denetlenen Kim? NATO’nun yeni stratejik konsepti ve benzeri meselelerin tartışıldığı dönemde İsmet Özel’in verdiği bir konferansa katılmıştım. Aldığım notlara göre belirtilen çerçevede İsmet Özel şu yorumu yapmıştı: ‘Dünya toplumları arasında asıl bölünme Soğuk Savaş döneminde yaşanan ideolojik bölünme değildi. Sovyet Bloku’nun çökmesi gerçek bir bölünme değildi. İki süper güç arasındaki bölünmeyi, asıl bölünme olarak algılamak yanlıştır. Asıl bölünme ‘denetleyen ve denetlenen arasındaki bölünmedir’. Dünya ölçeğinde işleyen ve uygulanan siyasi ve stratejik dili kim üretiyor ve uyguluyorsa, o denetleyen güçtür. Üretilen siyasi-stratejik model hangi coğrafyada uygulanıyorsa o da denetlenen güçtür.’ I. Wallerstein ‘SSCB, batının öteki yüzüdür. Onun çöküşü ötekinin değil, batı paradigmasının bir yüzünün çöküşüdür’ tespitini yapar. 1990 sonrası mücadelenin üçüncü dalga / iletişim ağları üzerinden toplumları denetleyen güçle İslâm coğrafyası arasında olacağını A. Toffler haykırır.

Demek ki gerçek bölünmeyi ‘kültürler arasında ayrım yapan ve İslâm dünyasını Ortaçağ’ın artığı gören Batı’ üretti, şimdi de uygulamaktadır. Zaten ‘isyanın baş gösterdiği ülkelerde yaşananları gizleyerek’ Arap baharı, demokratikleşme şeklinde tanımlama kavramlardan tutun, isyan sürecinin her aşamasında uygulanan teknikler, meseleyi müdahale kıvamına taşıma biçimi denetleyen-denetlenen ilişkisini açıkça ortaya koymaktadır. Bunu söylediğimizde Ortadoğu’da fiilen işleyen otoriter ve totaliter sistemleri desteklediğimiz sonucu çıkarılıyor. Bu doğru değildir, zerre kadar izanı olan bir insan böyle bir şeyi savunamaz. Bu noktada dikkat edilmesi gereken konu başkadır: Otoriter, totaliter sistemleri besleyen, büyüten, milletin başına bela eden güçle, şu an bunları dağıtan, yerlerine kontrol edebileceği aktörleri ayarlayan, destekleyen güç aynıdır. Olup bitenin demokrasi ve özgürlükle hiçbir alakası yoktur.

Önce Bütün Mesele Dindi, Şimdi Ne? Tablo bu olduğu halde ‘denetleyen gücün parçası olmak, buna alkış tutmak, eleştireni aşağılamak’ hangi dine, hangi düşünceye uygundur? Bu öfkenin arkasında içinden çıkılması güç bir bağımlılık olmasın! Uzun süredir Irak’ta akıtılan kanı mubah gören ya da tevile imkân veren bir tane dini metin göstermek mümkün mü? Bırakın sahih olmasını, bir tane hadis göstermek mümkün mü? Haydi, lazım değil, göstereceğin dini ifade uydurma olsun! Dinden imandan bahsedersiniz ama gösteremezsiniz. Çünkü zulmün izahı yoktur. Böyle durumda bütün kelimeler susar. Vicdanların konuşması gerekir, eğer vicdan da susarsa bunun adı zulme ortak olmaktır. Bir taraftan ‘önemli olan gönül, gönül sıralaması’ diyerek inceden inceye toplumun dini algısına gönderme yapacaksın, oradan besleneceksin, diğer taraftan dünya ekonomik sermayesinin tedricen yer değiştirmesinin açtığı çatlağı aşmak için Haçlı Seferi’ne çıkan batılı güçlerin parçası olacaksın, alkışlayacaksın, değişim edebiyatı yapacaksın, ondan sonra da sıkı Müslüman geçineceksin, özgürlükçü olacaksın, demokrat olacaksın. Hadi, oradan!