Allah Korkusu/Takvâ (3)

112

-Cehennemden korunma, Cennete kavuşma yolu-

Takvâ, kalpteki bir melekedir. Bir insanın iyi ve güzel işler yapabilmesi kalpteki takvâ ile ilgilidir.  Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Gerçekten vücutta bir et parçası vardır. Bu et parçası sağlıklı olduğu zaman, tüm vücut sağlam olur. Bu bozulunca tüm vücut da bozulur. Dikkat edin, bu et parçası kalptir.” (Buhârî, İman, 39)

Takvâyı elde etmenin birinci yolu, Allah’a imanla birlikte Allah’ın kitabına iman ve onu düşünerek okumak, anlamak ve hayatımıza uygulamaktır: “Biz onu böylece Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri, ikazları türlü şekillerde açıkladık. Umulur ki onlar (bu sayede) ittika ederler (korkup sakınırlar) ya da Kur’an onlar için öğüt olarak düşünme (yeteneğini) oluşturur. (Taha, 20/113) Kur’an, kalplerde takvâya engel olan problemleri giderir; o, gönüllere şifa kaynağıdır: “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.” (Yûnus, 10/57)

Takvâyı kazanmanın ikinci yolu hidayete bağlı olan Allah’ın ihsanı (bağışı) dır. Hidayet olmadan takvâ olmaz: “Hidayeti bulmuş olanlara gelince, (Allah), onların hidayetlerini arttırmış ve onlara takvâlarını vermiştir.” (Muhammed, 47/17) Hidayet, şahsi bir çaba göstermeyi ister. Bu şahsi gayreti Kur’an şöyle bildirir: “Bizim uğrumuzda gayret gösteren, cihad edenleri, biz şüphesiz hidayette kılarız, onlara yollarımızı gösteririz.” (Ankebut, 29/69)

Takvâyı elde etmenin yollarından biri de oruç tutmaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç, size de farz kılındı. Umulur ki takvâya ulaşırsınız.” (Bakara, 2/183) Oruç, nefse hoş gelen dünyevî lezzetlere galip gelmenin aracı olduğundan, en önemli ittika vesilesi ve takvâ okuludur.

Resûlullah (s.a.s.), Ramazan ayı içinde yapmamız gereken öyle sünnetler bırakmışlardır ki, bunların hepsi de takvâya ulaşmak için gereken önemli hususlardır. Allah Resûlü (s.a.s.), bu ay içerisinde çok Kur’an okumayı bize sünnet kılmıştır. Bilindiği gibi Kur’an okumak, takvâya varabilmenin yollarından biridir. Allah yolunda infakı sünnet kılmıştır. Aynı şekilde infak da Bakara suresinin ilk ayetlerinde açıklandığı gibi bizi takvâya ulaştırır. Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmeyi bize sünnet kılmıştır. Bu da takvâya götüren vasıtadır. Ramazan ayını ibadetlerle en iyi şekilde değerlendiren kimse, takvâya ulaşmış ve kurtuluşa ermiş olur.

 Takvâya ulaşmak için, haramları terk etmek ve farzları ifa etmek daha sonra da nafilelere devam etmek gerekir. Namazların sünnetleri başta olmak üzere nafile namazlar, özellikle teheccüd namazı, zikir, tefekkür, sadaka gibi şeylerle takvâ sağlanabilir. “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk/ibadet edin ki takvâ sahibi olasınız” (Bakara, 2/21) ayet-i kerimesinde belirtildiği üzere Allah’a kulluk maksadıyla yapılan tüm ibadet ve tâatler, kişinin takvâ yolunda ilerlemesini sağlar.

Farzlar, sünnet ve nafilelerden daha öncelikli ve ehemmiyetli olduğu gibi; haramları terk etmek, günahlardan sakınmak da farzlardan öncelikli ve daha önemlidir. Takvâ yolcusu bir Müslüman; kesin olarak açıkça belli olan haramları terk eder, hükmü kesin bilinmeyen şeylerden de uzaklaşır. Çünkü o iş, yasak ihtimali olan şüpheli bir şeydir. Şüpheli şeyleri terk etmek ise takvâdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: “Şüphesiz helal bellidir, haram bellidir. Her ikisinin arasında şüpheli olanlar vardır ki insanların çoğu bunu bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve şerefini korumuş olur.” (Buhârî, İman 39; Müslim, Müsakat 107)

Kalbi yumuşatıp takvâya müsait hale getirmek için; akraba, eş-dost, hasta, fakir ve kabir ziyaretleri yapmak en verimli ilaçdır. Gülmeyi azaltmak ve Allah korkusundan dolayı ağlamayı çoğaltmak da takvâya vesiledir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” (Kütüb-i Sitte, hadis no: 7281, c. 17, s. 584) Kişinin kendisini ilgilendirmeyen, gereksiz, faydasız şeyleri (mâlâyâni) terk etmesi de takvâdandır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.); “Kişinin mâlâyâniyi (kendisini ilgilendirmeyen faydasız şeyi) terk etmesi, güzel müslüman olduğunun (takvâ sahibi olduğunun) delilidir (Tirmizî, Zühd 11; İbni Mace, Fiten, 12) buyurmuştur.