Edebiyatçı, yazar ve fikir adamı kıymetli büyüğümüz Ahmet Kabaklı Hocamız vefat edeli 10 yıl oluyor. 1924 Harput doğumlu olan Kabaklı Hoca, uzun yıllar Tercüman Gazetesi’nde “Gün Işığında” adlı köşesinde makaleler yayımlamıştı. 1961 yılında başlayan Tercüman köşe yazarlığı uzun yıllar sürdü. O zamanki Tercüman son yıllarda yayın hayatına son veren Tercüman’dan çok farklıydı. Bizim neslimiz Kabaklı Hoca ve onun aynı gazetede köşe yazarı arkadaşı olan Ergun Göze’nin yazılarıyla büyüdü. Her iki değerli büyüğümüzü saygı ve rahmetle anarız.
Elazığ’da Harput Aydınlar Ocağımızın ev sahipliğinde düzenlediği Aydınlar Ocakları’nın 33. Şura’sında gerek rahmetli Kabaklı Hoca, gerek rahmetli Ergun Göze rahmetle anılmışlardır. Kabaklı Hoca 1978 yılında Türk Edebiyatı Vakfı’nı kurmuştu. Kendisi Aydınlar Ocağı İlim İstişare Kurulu Başkanlığını da yürütmüştü. Hoca’ya Aydınlar Ocağı tarafından Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan bir törenle “Şeyh-ül Muharririn” ünvanı verilmişti. Bu husus çoğu kere gözden uzak tutulur. Rahmetli Kabaklı yazan, eser veren ve çalışan herkesi teşvik ederdi. Bir İlim İstişare Kurulu toplantısında bizlere bir soru yöneltmişti: “Türk Dünyası’ndan ve diğer bölgelerden bize heyecanla yaklaşanlar, daha sonra neden bizden uzaklaşır?” Bu soruyu hep düşünmemizi istemişti.
Rahmetli Kabaklı için Türk Edebiyatı Vakfı’nın düzenlediği vefa ve anma toplantıları yapıldı. Davetiyeyi alınca ister istemez toplantıda oturum başkanlığı ve konuşma yapacak olanlara gözüm takılıverdi. Maalesef, Hocanın fikir çizgisiyle bugün hiç uyuşmayan bir hanımın oturum başkanı yapıldığını hayretle gördüm ve doğrusu üzüldüm. Bu konuda fazla bir yorum da yapmak istemiyorum.
2007 yılı UNESCO tarafından Mevlâna Yılı olarak kabul edilmişti. Bu vesileyle Mevlâna ile hümanizm arasında ilişki kurularak Mevlâna’yı sözde tanıtıcı faaliyetler yapıldı. Bu faaliyetlerde Mevlâna’yı hümanist diye takdim edenler olmuştu. Bir yabancının Mevlâna’da hümanizmi araması yadırganacak bir şey değildir; ama Müslüman bir Türk aydınının Mevlâna’da hümanizm araması önemli bir çelişkidir.
Rahmetli Ahmet Kabaklı da bu noktaya eğilmiş ve Mevlâna’nın hümanizme ihtiyacı olmadığını bir yazısında belirtmişti. (Tercüman, 31 Aralık 1982) Böyle bir yaklaşım, Mevlâna’ya dindışılık yükler ki; bu da İslâm’la ters düşer. Çünkü; Batı’daki hümanizm Ortaçağ karanlığına ve kiliseye karşı insan aklını, insanı ve dindışılığı öne çıkaran bir akımdır. Mevlâna’nın da nasiplendiği İslâm ise, insan sevgisine dayanır, bütün müminleri kardeş sayar, İslâm dininden olmayanlara da iyi muamele edilmesini ister. Doğuştan elde edilen statüyü değil; takvayı esas alır. Bu konu bugün de tartışılabilmektedir.
Rahmetli Kabaklı’nın Aydınlar Ocağı İlim İstişare Kurulu Toplantısı’nda bize yönelttiği sorunun cevabını günümüzde yaşanan bir olayda bulabiliriz. Bize yaklaşanlar ve ümit olarak görenler yaşadığımız çelişkileri gördükçe hayretlerini gizleyemiyorlar. Türk Dünyası ve Türk Toplulukları Genel Müdürlüğü kurduk. Ülkeyi yönetenler ne gariptir ki; bir taraftan Türk kimliğini tartışmaya açar ve dışlayıp anayasalardan çıkarmayı düşünürken, diğer taraftan bir genel müdürlük kurma ihtiyacını duymuşlardır.
1 Nisan 2011 tarihinde Kosova’da nüfus sayımı yapılacaktır. Bu sayımda Türk nüfus üzerinde yoğun bir baskı olduğu ve bir kimlik zorlamasının bulunduğu bilinmektedir. Türklerin çeşitli gerekçelerle Arnavut nüfus içinde gösterilme çabaları vardır. Bütün bunlara rağmen; Türk Dünyası ve dış Türklerle ilgili Bursalı Bakan, bir toplantıda Arnavut giysileri içinde poz verme ihtiyacını duyar. Bu çelişki yüzlerce çelişkiden sadece birisidir. Ama, düşündürücüdür. İşte, bu gibi yanlışlar ve çelişkiler bize dışarıdan bakışı değiştirmekte, Türkiye’yi ümit olmaktan çıkarmaktadır.