Türkiye gündemindeki önemli davalarda çok sayıdaki ünlü şahıs tutuklu olarak yargılanmakta. Bir yanda Ergenekon adıyla Silivri’de yürütülen yargılamalarda, diğer tarafta da Diyarbakır’da yürütülen KCK davasında kamuoyunda iyi tanınan siyasetçi, gazeteci, sivil ve askeri bürokratlar, iş adamları, sendikacıların halen tutuklulukları devam ediyor.
Bu yargılamalarda ne ile suçlandığını öğrenemeden 400-500 gün tutuklulukları devam edenlerin olması salt hukuk açısından bakanları endişeye sevk ediyor. Hatta bazı hükümet üyeleri bile bu konudan duydukları rahatsızlığı dile getirdi.
Son olarak İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, rüşvet iddiası ile tutuklandı. Hakkında açılan davayı duyunca ABD’deki seyahatini yarıda kesip ifade vermeye gelen Murat Yalçıntaş’ın kaçma tehlikesi olmadığı ve mahkemenin elindeki delilleri karartma tehlikesi bulunmadığı ortada. Buna ilaveten rüşveti alan da belirsiz. Bir kamu kurumu olan İTO’nun rüşvet vermesi de akla pek uygun değil. Buna rağmen tutukluluk kararı verilmesi, kamuoyunda tutukluluk kararları üzerindeki şüphe ve endişeleri artırdı.
*********
Türk yargı sisteminde çok yaygın bir uygulamadır, tutuklu yargılama. Cezaevlerimizde yatanların yüzde 60’ı tutuklu, yüzde 40’ı mahkûmlardan oluşuyor. Bu demokratik ülkelerde olmayan bir ayıbımız.
Böyle olunca bazı davalarda siyasi maksatlarla, tutuklamaların bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığı yorumlarının yapılması için zemin yaratılmış oluyor.
Yargı sistemimizde tutuklama kararlarının çok yaygın kullanılmakta olması bazı davalarda siyasi etkilerin olmadığını göstermediği gibi, yapılan hukuksuzluğun mazur görülmesini de icap ettirmez.
Bilakis ünlü kişilere yapılan hukuksuzlukların kamuoyu vicdanında yarattığı rahatsızlığı fırsat olarak değerlendirerek, diğer davalardaki hukuksuzlukların da azaltılması için gerekli tedbirler alınmalıdır.
*********
“Ceza hukukunda ‘şüpheden sanık yararlanır‘ ilkesi geçerlidir. Bunun sonucu olarak yargılanan kimse hakkında suçlu olduğuna dair kesin bir kanaat oluşmamışsa beraat ettirilir. Bu ilke, ‘masum birinin haksız yere özgürlüğünün kısıtlanmasındansa, suçlu birinin özgürce dışarıda dolaşması daha iyidir’ şeklinde ifade edilmiştir.”
Tutuklulukta ise ilke şudur: Yargılamanın tutuksuz yapılması temel kural olup, tutuklama bu kuralın istisnasıdır. Çünkü sanık, masumiyet karinesinden yararlanır.
Tutuklama bir koruma tedbiridir. Ceza muhakemesi sırasında delillerin muhafazasını, sanığın kaçmasının önlenmesi ve böylece muhakeme sonunda verilebilecek hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine getirilebilmesini sağlamaya yönelik geçici nitelikte bir araçtır.
Tutuklama bir koruma tedbiri olarak kullanılmamış ve ceza niteliği taşımakta ise bu durum hukuka aykırıdır.
Tutuksuz yargılanmak davanın mahkûmiyetle sonuçlanmayacağı anlamına gelmez. Tersine tutuklu yargılamanın sonucunda da sanığın suçlu olmadığına karar verilebilir, mahkûmiyet kararı çıkmayabilir.
Hapis ceza, tutuklama tedbirdir. Tutuklamanın amacı yargılamayı kolaylaştırmak ve eğer sanık mahkûm olursa cezanın infazını sağlamaktır. Cezanın amacı ise öncelikle suç işleyen kişinin ıslahı, olmadığı takdirde onun tehlikelerinden toplumu korumaktır.
Hâkim tutukluluk kararı vermeden önce, orantılık (ölçülülük) ilkesinin gereği olarak öncelikle amaca yeterli diğer tedbirlerin (yurtdışı yasağı, teminat gibi) varlığını göz önüne almak zorundadır. Anayasamızın 19. ve devamı maddelerinde temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların orantılılık (ölçülülük) ilkesine aykırı olamayacağı açıkça belirtilmektedir.
“Kişi özgürlüğünün tutuklama suretiyle sınırlanmasında ilk şart bu işlemin hemen yapılmasının zorunlu olması, gecikmenin telafisi imkânsız tehlike doğuracak olmasıdır. Tutuklama kararının verilmesinde suçun ispatlanmış olması yerine, işlendiğine dair yoğun şüphenin varlığı gerekli ve yeterlidir. Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular, şüpheli veya sanığın suç işlediğini gösterir yüksek derecede kuşku ve büyük ihtimalin bulunması durumudur. (Devam edecek…)