Atatürk Sevgisi ve Önündeki Engeller

109

Sevgi, akıl ve gönül bütünlüğüdür. Her ikisinin iletişiminden anlaşılabilen, anlatılabilen ve gönüllere nakşeden sevgi doğar. İlkinin (aklın) eksikliğinden esaret, ikincinin (gönlün) eksikliğinden muhtemel bir ihanet ortaya çıkar. Dolayısıyla akılda demlenip, gönülden süzülen damlalardaki sevgi, daimi ve gönüllüdür.

Bu çerçevede, Atatürk sevgisi gönüllere bir çiçek gibi ekilmelidir. Seçilmiş tohumlardan en nadide çiçekler doğar. Ancak, asıl mesele çiçek doğduktan sonra ortaya çıkmaktadır. Onu kurutmadan büyütmek, güzelleştirmek ve başka gönüllere serpmek üzere tohum almak başlı başına bir iştir. Bunu gerçekleştirebilmek için çiçeğin gıdası olan su kesilmemeli ve hatta kirletilmemelidir. Burada su bilgidir. Bir başka gıda olan güneşin önüne ise perde çekilmemelidir. Burada güneş muhabbet ateşidir. Su ve güneşle beslenmeyen çiçek çabuk kurur. Yerinden, susuzluğa ve karanlığa dayanıklı olan diken çıkar. Kin ve nefret tohumları karanlıkta büyür.

Atatürk sevgisinin önünde bugün birçok engel bulunmaktadır. Bu engellerin bir kısmı iradi olarak yapılmakta iken bir kısmı ise gayri iradi olarak ortaya çıkmaktadır. Yine bir taraftan aleni olarak dile gelirken, diğer taraftan gizli olarak da ortaya çıkmaktadır. Burada pirincin içindeki siyah tanelerden endişe etmemek lazımdır. Asıl endişe pirincin içindeki beyaz tanelerdir. Bunların iyi tespit edilmesi, engellerin bertaraf edilmesi açısından elzemdir.

Her ne hikmetse çukura düşenler Atatürk’ün ayaklarına tutunarak yukarı çıkmaya çalışmaktadırlar. Hâlbuki kendilerince iyi durumda iken akıllarına bile getirmiyorlar, ya da farklı bir şekilde getiriyorlar. Bazen bunlar yakalarına birer Atatürk rozeti takarak görüntüyü kurtarmaya çalışıyorlar. Elbette ki Atatürk bir rozet olarak yakada taşınabilir ama daha da önemlisi bir mühür olarak kalplere kazınmış olmalıdır. Sürekli tekrarlanarak henüz gırtlağa bile ulaşmadan dilin ucundan dışarıya savrulan Atatürk, Gazi, Paşa sözleri gönüllere indirilmiyor. Gönülden gelmeyen ses etkili olmuyor, inandırıcı olmuyor. Sevgi ile konuşan ağızda dil, gönlün tercümanıdır.

Şahsi fikirlerde Atatürk referans olarak gösterilmektedir. Özellikle fikirlerinin milletçe destek görmeyeceğini ya da hoş karşılanmayacağını bilenler, bu tepkiye cevap verme kabiliyet ve entelektüel donanımdan mahrum olduklarından Atatürk’ü kendilerine kalkan olarak kullanma gayreti içerisindedirler. Dolayısıyla ilk hücumda kendileri değil, kalkan-zırh zarar görmektedir. Bunun bir başka şekli meslekî veya sosyal başarıları için Atatürk’ün ismini kullanmakta görülmektedir. Sanatında, mesleğinde, işinde kendini ispat edememiş kişilerin, mesleklerinin başına Atatürkçü, Kemalist gibi sıfatlar koymaları bunun bir göstergesidir: “Kemalist ressam, düşünür bilmem kim!”

Ehliyetsiz kişilerin Atatürk’ü anlatmaları, O’nun yalan yanlış anlaşılmasına, daha doğru bir tabirle anlaşılmamasına yol açmaktadır. Hâlbuki önce Atatürk’ü “anlamak” sonra anlatmak ilke edinilmelidir. Anlamak için de merkeze “Atatürk”ü almak, dışarıda kendini tutmak gerekir. Başka bir ifadeyle kendi anlayışının içerisine O’nu sığdırmaya çalışmak değil, O’nun anlayışının içerisine dâhil olmak gerekir. Ancak görünen o ki, birçok kişi, sağından kırpıp soluna ekleyerek kendi dar anlayışının içerisine Atatürk’ü sığdırmaya çalışıyor.

Bölücü ideolojilerin Atatürk’e mal edilerek savunulması bir başka engeldir. Nitekim bu ülkede Mao, Stalin, taraftarları, şimdi de gizlendiklerini sanan, ancak deve kuşu gibi kafalarını kuma sokan PKK taraftarları Atatürkçülük maskesi altında bölücülük yapmaktadırlar.

Atatürk’ü eleştirmek bir hak mıdır? Bilimsel analiz olarak evet. Yargılama olarak ise hayır. Ancak bırakınız yargılamayı, eleştiride bulunabilmek için, vatan ve millet yolunda O’nun kadar değil ama hiç olmasa bir parça fedakârlık göstermiş olmak gerekmez mi? Değil canını, evindeki finosunu, minnoşunu veya çok kıymetli saçının telini feda edemeyen insanların ise eleştirme hakları yoktur ve de olamaz. Elbette ki Atatürk de bir insandır. Ancak O herhangi biri değildir. Türk milletinin bağrından çıkardığı büyük bir kumandan ve liderdir. Eleştiri de methiye de bu temel üzerinde yapılmalıdır.

Bu bakımdan Onu herhangi bir insan gibi göstermeye yönelik film veya belgeseller Milletin basiretini aşamamaktadır. Yine filmlerde Onun hayatını resmetmeye çalışırlarken kendi hayat tarzlarını Ona yönelik sevgiden faydalanarak yaymak istemekte ya da yine Ona yönelik saygıyı istismar ile kendi hayat tarzlarına meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadırlar. Hepsi için de geçerli olmak üzere bilinmelidir ki bizler söz konusu film veya belgeselleri seyrederken, senaristin, yönetmenin ve kameramanın gözünden bakmaktayız, gerçeklerin değil. Ayrıca söz konusu film ve belgeseller Atatürk’ün sadece belirli yönlerini ön plana çıkarmakta, çoğu zaman da abartı sanatına müracaat etmektedir. Bütün bir hayat küçük karelere sığmaz, bunun bilinmesi gerekmektedir.

Ömürleri boyunca Atatürk’ün ülküsünün dışında düşünen ve yaşayanlar, maalesef sebebinin dahi açıklığa kavuşmamasına rağmen, cinayete kurban gittiklerinde, bunun Atatürk’e sıkılmış bir kurşun olduğu ilan edilmek suretiyle, Atatürk cinayete kurban verilmeye çalışılmaktadır. Bu arada söz konusu kurban “kahraman” haline getirilmek istenmektedir. Sıkılan kurşunun hedefi bellidir. Silahı Atatürk’e çevirtmek manasız, çirkin ve son derece akıl dışıdır.

Kalkınma ve sosyal gelişme için millî lider şarttır. Etkili, sevilen ve aydın bir lider, kalkınma ve gelişmenin dinamosudur. Milleti geri bırakmanın yolu böyle liderleri milletin kafasından ve gönlünden silip yerine “yabancı” yeni sözde kahramanlar yaratmaktır. İşte bunun içindir ki Atatürk yok edilmeye çalışılmakta, yerine başkaları ithal edilmekte ya da büyütülmektedir: Stalin, Mao, Bebek katili bunlardan bazılarıdır. Burada tarih göstermiştir ki hiç biri Atatürk’ün yerini alamamıştır. Çünkü bunların her biri Onunla mukayese edilemeyecek kadar küçüktür ve Türk milleti için bir şey ifade etmemektedir.

Hormonla salatalık büyütülebilir ama lider büyütülemez, şayet büyütülüyorsa o yukarıdaki sebze türünden bir şeydir. Burada dünya liderleri içerisinde Atatürk’ün yerini anlamak açısından dönemin diğer liderlerine bir bakmak gerekir. Bunlar İspanya’da Franco, İtalya’da Mussolini, Rusya’da Stalin, Çin’de Çan Kay-Şek daha sonra Hitler ve daha niceleridir. Bu liderlerin hepsi kendi milletlerine ya da dünyaya kan kusturup, diktatörlüklerini ilan ederken Atatürk kendi milletine son derece güvenmiş ve millet iradesini herşeyin üstünde tutmuştur. Onun için de diktatörlük tahtını işgal etmemiş ama daha da önemlisi milletin gönül tahtında en güzel yere oturmuştur. Zira O milleti ile birlikte, milleti için yürümeyi seçerken, ilke ve teminat olarak “milletin azmi ve kararlılığını” görmüş ve göstermiştir. İşte bu yüzden bugünkü minnettarlığımız “milletçe”dir.

Çağdaşı birçok liderin günümüzde eleştirilmekle kalmayıp, şiddetle kınanmasına rağmen Atamızın fikirlerinin milletimizin müracaat kaynağı olması bir tesadüf değildir, olamaz. Zira O, karamsarlığın herkesi zindanına hapsettiği bir dönemde “geldikleri gibi giderler” sözüyle aydınlık bir geleceğin ülküsünü, kararlılık ve ümitle ifade eden ve bunu da tatbik ederek, milletin makûs talihinin nasıl yenileceğini de göstermiştir.

Her kötü olay vasıtasıyla Atatürk’ü millete anlatıyorlar. Yolsuzluklarla, cinayetlerle, başarısızlıklarla Atatürk yan yana konuyor. Mesela bir televizyon kanalında “Atatürk’ün kurduğu Türk Hava Kurumunda yolsuzluk” tan bahsediliyor. Elbette THK’yı O kurmuştur. Ama böyle rezil bir yolsuzlukla birlikte anılması Atatürk’e yapılacak en büyük ihanettir. Artık olumsuz olayların yanına Atatürk konmamalıdır. Bu, bilgisizlikle ya da gafletle açıklanacak bir şey değildir.

Milletin kıymet verdiği şahsiyetler Atatürk’ün karşısına oturtulmaktadır. Bu yolla hiçbir zaman kıymet vermedikleri halde sırf Atatürk’ün karşısına konduğu için bazı gruplar söz konusu kişilere sahip çıkmaya çalışmaktadır. Bu arada zarar gören “lider” dolayısıyla millet olmaktadır. Nitekim milletin ve kahraman ordunun candan sevdiği Mehmet Akif Ersoy böyle bir duruma düşürülmüş, kahraman Ordumuza atfedilen İstiklâl Marşında ayağa kalkmayanlar, O’nun savunucusu kesilmişlerdir. Burada söz konusu olayı istismar etmeye çalışanlar kadar, onlara bu fırsatı verende de kabahat görülmektedir. Hatta ikincilerinki kabahatten de ötedir. Bunlar pirincin içerisinde beyaz olan ama pirinç olmayan ve ayıklanması güç olan taneciklerdir.

Bir futbol takımı tutar gibi lider tutulmamalıdır. Tarihte önemli yere sahip olan kıymetli Türk liderleri asla karşı karşıya getirilmemelidir. Hepsi yan yana konmalıdır. Millet müşterek değerleri olan topluluktur. Herkes kafasına göre bir kıymeti sökmeye kalkışırsa orada kıymet namına bir şey kalmaz. Müştereklik kaybolur, milleti birbirine bağlayan bağ koparılır. Müşahede edilen odur ki, Türk milletini birbirine bağlayan ne kadar kıymetli şahsiyet varsa bir bir Türk’ün bağrından sökülmeye çalışılmakta, Türk arkadan hançerlenmektedir.    

Atatürk sevgisini aşılamaya yönelik propagandalarda, söz konusu faaliyet uzmanlarca yapılmalıdır. Aksi takdirde propaganda da “Bumerang etkisi” ortaya çıkabilmektedir. Bu etki, propagandanın amaç dışında hatta tam tersine idrak edilmesidir. Sevdirilmek istenirken nefrete yol açma burada konumuz açısından önemli olan kısmıdır.

Atatürkçülüğe vurulacak olan en büyük darbelerden biri de O’nun fikirlerini ideolojileştirmek, zengin muhtevası olan sözlerini sloganlaştırmaktır. Zira Cemil Meriç’in ifadesi ile ideolojiler, idraklere giydirilmiş deli gömleği, sloganlar ise Sabri Ülgener’in ifadesi ile ruhu çekildikten sonra kalan cesetler gibidir. Her “izm”in duvarları kapalıdır. Yani bir taraftan fikir sisteminin kendisi katledilirken, diğer taraftan aklın etrafına kalın duvarlar örülmek suretiyle “anlamak” unsuru devre dışı bırakılmaktadır.

Dini istismar edenlerin Atatürk’ü din düşmanı, dine karşı olanların da Atatürk’ü din karşıtı gibi göstermeleri vahim bir durumdur. Yıllardır din bezirgânları dışarıdan (karşı olarak), din karşıtları içeriden (taraftar görünerek) Atatürk’ü istismar etmektedirler. Buna derhal son vermek elzemdir.

Uzlaşma adına Atatürk’ün temel ilkelerinden taviz verilmemelidir. Nitekim Türk milliyetçiliği bunlardan biridir. Gençliğe hitabe “Ey Türk Gençliği” diye başlamaktadır. Hitabe boyunca Türk milliyetçiliğinin unsurları dikkatleri çekmektedir. Ancak bütün bunlara rağmen bugün “Türk milliyetçiliği tabiri rafa kaldırılmaya çalışılmakta, uzlaşmacılık adına ama bölücülük yaparak “Ne Mutlu Türkiyeliyim” diyenler dahi çıkmaktadır. Ancak bunlar için bazen ilk, bazen de son olmak üzere söyleyecek söz “Ne Mutlu Türküm diyene” olcaktır.

Atatürk bir sınıf veya grubun değil, milletin lideridir. O’nu herhangi bir ideolojinin dar duvarları içerisine hapsetmek O’na yapılacak en büyük haksızlıktır. Bunun gibi O’nu bir grubun malı, bir partinin amblemi, beceriksizlik ve liyakatsızlığın üzerine serilecek bir örtü olarak düşünmek büyük hatadır. O Mars’dan gelmemiştir, bir grup veya ideoloji tarafından da yaratılmamıştır. O Büyük Türk Milletinin bağrından çıkmış ve ebediyyen de milletinin gönlünde kalacaktır.

Büyük liderler yaşadıkları dönemle sınırlandırılamazlar. Onların fikirleri zamana ve onun ötesine seslenir. Bu bakımdan Atatürk’ün fikirleri zamanın gerisinde kalmış bilgi yığını değildir. Tam tersine bugünü anlamada ve değerlendirmede de bize önemli ölçüler sunar. Bu bakımdan Atatürk her yönü ile yaşayan büyük bir liderdir.

Atatürk düşmanları ile, dolayısıyla vatan ve millet düşmanları ile mücadele edilirken, millet arkaya alınmalıdır. Milleti karşıya alarak, millete rağmen faaliyetlerde bulunarak başarı sağlamak mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki, bu millet her zaman ecdadına, vatanına ve milletine bağlı olmuştur. Bu millet, bayrağı kanı ile çizmiş, toprağı şüheda ile yoğurarak vatan yapmıştır. Dolayısıyla her türlü düşmanla mücadele edecek kabiliyet ve güçtedir. Nitekim bu hususta Atatürk şöyle söylemektedir: “Türk milletinin toplumsal düzenini bozmaya yönelen didinmeler boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti kendini ve memleketin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk değildir.

O şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler, ezilmeye kahredilmeye mahkûmdur. Bu hususta, köylü, işçi ve özellikle kahraman ordumuz candan beraberdir. Bunda kimsenin şüphesi olmasın.” (Atatürkçülük, Birinci Kitap, İst., 1988, sh.75-77.)

Tarihte ve bugün her zaman Türk düşmanları olmuştur. Söz konusu dâhili ve harici bedhahların Atatürk’e düşman olmaları gayet tabiidir. Ancak bu kişiler her zaman milletten hak ettikleri karşılıkları alacaklardır. Bu millet kendi liderine sahip çıkamayacak kadar küçük değildir. Küçülmemiştir ve küçülmeyecektir. Burada millete güven esastır. Milletin bunu ne ile yapacağını merak edenler var ise, bu milletin bir mensubu olarak derim ki “muhtaç olduğum kudret damarlarımdaki asil kanda mevcuttur”.