Kültürel yani, dine, dile ve mezhebe dayalı etnik kimlikler, günümüz sosyal çatışmalarını besleyen kavramlar haline geldiler. Özünde politik veya gizli bir örgütsel çıkara, hırsa ve iktidar arayışına bağlı olarak meydana gelen çatışmalar, kültürlere, halklara, dini yaşantı biçimlerine şu ya da bu şekilde mal edilmektedir, onlara atfedilmektedir, yüklenmektedir. Böylece, çatışmanın ve mücadelenin gerçek nedenleri saklanmaktadır. Halk kültürleri, dini kimlikler, alt kimlikler bazen de ekonomik ve bölgesel farklılıklar şu ya da bu şekilde çatışmaların sapkın sebeplerini saklayan birer maskeye ve araca dönüşmektedir.
Yerel düzeyde kendi özgün şartlarında yaşanan birçok halk kültürü bilindiği gibi, vardır. Bu kültürler, tarihi geleneğin doğal süreçlerine bağlı olarak şekillenmişlerdir. Birer alışkanlık ve teamül olarak yaşarlar. Bu kültürlere mensubiyet ise ya doğuştandır veya evlilik ve göç sonucunda kendiliğinden benimsenme ve katılımla gerçekleşir. Bu otantik kültürlerin etki alanı bir köy, kasaba ve şehirle sınırlıdır. Ayrıca bu kültürler resmi olarak tanımlanan milli kültürlerin eski kalıntılarını muhafaza etseler de aslında doğrudan doğruya ulusal kültürün kendisi de değildirler. Ulusal kültüre paralel olarak yaşarlar, varlıklarını korurlar. Bu özellikleri ile milli kültür için bir tehdit de değiller.
Bu söylediklerime örnek olarak, Adıyaman’da yaşayan Kafkasya kökenli Çeçenleri, Mardin’de yaşayan Macar kökenli aileleri, Doğu Karedeniz ve Doğu Anadolu da yerel Türk şivelerini konuşan vatandaşlarımızı örnek verebiliriz. Adıyaman’da yaşayan Kafkas kökenli çeçenler yaklaşık dört nesildir bölgede yaşamaktadırlar. Bu ailelere mensup kişiler bu gün çoğunlukla anadil olarak Kürtçe konuşuyorlar. Mardin’e çok önce yerleşen Macarların durumu da böyledir. Onlar da günümüzde anadil olarak Kürtçe ve nadirde olsa Arapça konuşuyorlar. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde anadilini zamanla değiştiren birçok Arap kökenli aile de bulunmaktadır. Seyyid ve Şerif ünvanlı aileler bunun somut örnekleridir. Aynı durum Osmanlı yönetici sınıflarına katılan birçok Kürt kökenli aile için de geçerlidir. Onlar da zaman içerisinde anadil olarak Kürtçeyi terk etmişler, Türkçeyi benimsemişler.
Bu örnekler, yöresel kültürlerin, dil, lehçe ve şive farklılıklarının, doğu toplumlarında ötekileştirme, dışlama ve varlığını inkâr etme tutumlarına da neden olmadıklarını göstermektedir. Yani doğu toplumlarında insanlar zamanla anadillerini, yerleşim yerlerini değiştirdikleri gibi değiştirmektedirler. Bu konuda tutucu davranmıyorlar. Dili ve etnik özgünlüğü özel bir siyasi değer olarak görmüyorlar. Yani siyasi örgütlenmeler ve çatışmalar, doğu kültürlerinde bir toplumun etnik kültürüne dayalı olarak şekillenmiyor. Bundan dolayı kültürel mensubiyet ve farklılık bir çatışma ve ötekileştirme nedeni de değildir.
Ancak son yıllarda modernizmin tesiriyle, yerel kültürleri ve farklılıkları siyasal bir kültüre ve inşaya dönüştürme çabaları da artmaktadır. Buna yerel kültürlerin ve farklılıkların ideolojileştirilmesi, sanallaştırılması, iktidar arayışları için araçsallaştırılması da diyebiliriz. Bu çabalarda bulunan gruplara baktığımızda bunların batılı bir dil kullandıkları, kavramları geleneksel anlamlarından ve kökenlerinden çıkardıkları görülmektedir. Bu gruplar, batılı tarzda inşa edilen bu yeni mensubiyetlere ve etnik kimliklere katılımı arttırmak için, yine modern propaganda tekniklerini ve örgütlenme biçimlerini kullanmaktadırlar.
Bilindiği gibi, şiddete dayalı gizli örgütlenmelerin tarihi çok eskidir. Modern biçimiyle bu örgütlenmeler Batıda, önce anarşizmle ortaya çıktı. Marksizmle biçimlendi ve gelişti, emperyalist çıkarlar doğrultusunda teknik olarak yapılandı. Bundan yirmi yıl önce eylemleri her gün manşet haber olan Marksist örgütler, ABD silahlı kuvvetlerine bağlı olarak cinayet işleyen Galadyo ve Kontr-gerilla gibi bazen sağda, bazen solda bazen de dini bir hava ile faaliyet gösteren örgütler ve PKK terör örgütü gibi örgütler, bu tür gizli örgütlerin tipik örnekleridir.
Bu yazının başlangıç paragrafında belirtilen konuya tekrar dönersek kamuoyunda tartışılan konuların dışında bir durumla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Yani bir yerel dili veya halk kültürünü temsil ettiğini iddia eden bir parti, bir örgüt veya herhangi bir oluşum söz konusu yerel kültürle ne kadar ilgilidir? O kültürü temsil etme hakkı neden böyle bir siyasi oluşumda ve örgütte bulunsun? Yani bir terör örgütünün saldırıları ve eylemleri, etnik ve kültürel çatışma, ötekileştirme veya dışlama olarak kabul edilebilir mi? Yani gizli bir örgütün faaliyetleri bir yerel kültürü temsil edebilir mi? Bu sorulara cevap bulmak için çatışma biçimleri hakkında da düşünmemiz gerekir.
Bilindiği gibi, eski toplumlarda, çatışma, savaş veya kavga dendiğinde kabile, aşiret, aileler arası uyuşmazlık, din ve mezhep çatışmaları, ülkeler arası savaşlar akla gelirdi. Savaş ve çatışma, fiilen halk arasında yaşanırdı. Ülkelerin orduları karşılıklı olarak harb ederdi, çatışırdı. Sözgelimi İran-Osmanlı veya Osmanlı-Rus savaşları açık savaşlardı. Öte taraftan Celali isyanları, Abbasilerin Emevilere isyanı veya Tevvabin grubunun isyanı açık savaşlardı. Savaşan taraflar mertlik ve açıklık ilkelerine bağlı olarak mücadele ederlerdi. Fikirler ve inançlar açıkça ifade edilirdi. İnsanlar fikirleri ve inançları için açıkça meydanlarda savaşırlardı. Günümüzdeki gibi çatışma gizli ve mahrem kanallar ve ilişkiler üzerinden yürütülmezdi.
Yani terörist gruplar ve örgütlenmeler, gerçekten temsil ettiklerini ileri sürdükleri inançlarla, değerlerle, halk kültürleriyle, etnik kimliklerle ne kadar ilgilidirler? Veya politik gruplar yani siyasi partiler ve onların uzantıları temsil ettiklerini varsaydıkları değerlerle, inançlarla ne kadar ilgilidirler? Öte taraftan antropolojik ve sosyolojik gözlemler sonucunda ihdas edilen ve tanımlanan etnik kimlikler, o kimliği taşıdığı varsayılan halkla, ailelerle ne kadar ilgilidirler?
Konuya bu şekilde yaklaşıldığında oldukça çarpık bir durumla karşılaşırız. Açıkça ve rahatça gündelik yaşam faaliyetleri ile yaşanan bir kültürün “temsili” neden bir gizli örgüt olsun? Öte taraftan mensupları arasında serbest ve rahat geçişlerin olduğu etnik kültürlerin “temsili” neden şiddet eylemleri ile, cinayetlerle gösterime konur? Açık bir değer gizli bir faaliyetin konusu olabilir mi? Mesela batini hareketleri düşünelim. Bunlar inançları gizli olan hareketlerdir. Bundan dolayı örgütlenme biçimleri ve törenleri de gizlidir, mahremdir. Saldırıları da gizlidir. Casusluk faaliyetleriyle varlıklarını yürütürler. İnanç gizli olunca inanca mensubiyet de gizli olur.
Ancak Kürtçe ve Kürt kimliği gizli bir değer değildir. Türk halkı tarafından yadırganan ve ötekileştirilen bir mensubiyet biçimi de değildir. Yukarıda verdiğim örneklerden bu durum açıkça anlaşılabilir. Anadili Türkçe olanlarla Kürtçe olanlar arasındaki evlilikler de bu duruma örnek gösterilebilir. Durum böyle olunca, terörist gruplar, hiçbir zaman temsilcisi olduklarını iddia ettikleri, kültürlerin temsilcisi olamazlar. Bu amaçla yapılan politikaların ve tartışmaların gerçek bir zemini de yoktur. Ortada teknik olarak gizli bir şekilde örgütlenmiş olan ve kim tarafından yönetildiği belli olmayan bir şebeke var. Bu şebekeyi uydurduğu sanal değerlerle kabul etme kendi başına önemli bir yanılsamadır.