Türkiye’nin Ekseni (2)

105

Türkiye; İran ve İsrail konusunda uygulamaya koyduğu politikayla, eksen kayması  tartışmaları içine girdi. Eksen kaymasının ne olduğunu tam olarak tanımlayan çıkmadı. Bu kavramla yapılan tartışmaya bakılırsa, Türkiye Batılı müttefiklerinin takip ettiği politikalar dışında bir politika izlemektedir. Onlardan bağımsız davranmaktadır. Türkiye’nin NATO, ABD ve AB ülkeleri ile birlikte davranması gerekirmiş, denilmektedir. Eksen kaymasından bahsedenler, Türkiye’nin sözü  edilen ülkelerle dış politika alanında ters düşmemesi gerektiğini ima ediyorlar. Eksen kaymasına kanıt olarak Türkiye’nin son zamanlardaki İsrail ve İran politikasını örnek gösteriyorlar.

İran konusunda malum olduğu üzere, ABD öncülüğünde İran’a yeni yaptırımları  öngören Birleşmiş Milletler kararına, Türkiye;  Brezilya ile birlikte ret oyu verdi. Bu duruşu ile ABD ve Batılı müttefikleriyle ters düştü. Aynı zamanda daha önceleri çokça tartışılan Avrasyacılık politikalarının iki önemli aktörü olan Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ile de uyuşmazlık içine girdi. Sadece, Brezilya ile ortak bir tavır almış oldu.

Uluslar arası  politikalar konusunda ileri sürülen büyük güçlerin kamplaşması  ve bu kamplaşmalara göre stratejik davranma ile ilgili beklentilerin hiç birisinin geçerli olmadığı da İran’a uygulanan ambargo konusunda ortaya çıktı.  Çünkü Avrasyacılık,  AB-ABD çekişmesi çerçevesinde politik dil kullanan birçok senarist yazarın beklentileri de yalanlanmış oldu. Hiç tahmin edilmediği  şekilde sadece Brezilya ve Türkiye ambargoya karşı çıktı. Türkiye’nin ambargoya karşı çıkmasının iki önemli gerekçesi var. Birincisi ambargo öncesinde İran’la yapmış olduğu anlaşmaya bağlı olduğunu göstermektir. İkincisi ise bölge ülkeleri hakkında izlediği geleneksel politikanın gereklerini yerine getirmektir.

Türkiye’nin İsrail politikası da Mavi Marmara gemisine İsrail’in yaptığı  saldırı ile ciddi bir açmazla karşı karşıya kaldı. Ortak askeri tatbikatlar iptal edildi. Diplomatik suçlamalar ağır bir şekilde yapıldı ve halen de devam etmektedir. Uluslar arası diplomatik tartışmalar, Türkiye ve İsrail uyuşmazlığı tartışmalarına kilitlendi. İsrail, Küresel aktörlerce tanınan bir resmi deniz korsanı  havası ile yaptıklarından pişmanlık duymadığını hala ileri sürmektedir. Sonuçta Türkiye İsrail’e karşı Filistinlilerden yana açık bir tavır almış bulunmaktadır.

Öte taraftan Türkiye’nin NATO’ya girdiğinden bu yana Batılı müttefikleri ile ters düşmesi ve onlardan bağımsız davranması, bu iki olayla sınırlı değildir. Mesela Türkiye Kıbrıs politikaları konusunda Batılı müttefikleriyle her zaman ters düşmüştür. Saddam Hüseyin dönemi Irak politikaları konusunda da çoğu kere ters düşmüştür. Hatırlanacağı gibi, Türkiye birinci Körfez savaşına da karşı çıktı. Batılı müttefiklerine beklenen desteği vermedi. Sadece Çekiç Güç denilen ABD kuvvetlerine savaş sonrasında lojistik destek verdi. İkinci Körfez savaşında ise, malum olduğu gibi, müttefik orduların Türkiye üzerinden Irak’a saldırmalarına izin vermedi. Bu durumda Türkiye’nin Filistin-İsrail uyuşmazlığı ve İran’a ambargo konması konularındaki politikası sanıldığı gibi bir eksen kayması değildir. Bölgenin büyük bir devletinden beklenen politikalar uygun politikalardır.

Türkiye, Filistin meselesi konusunda öteden beri takip ettiği politikadan farklı  bir politika geliştirmiş değildir. İsrail ile resmi ilişkilerini her zaman devam ettirmiştir. Ortaya çıkan son kriz İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka ve yaptığı sivil katliamlara karşı gösterdiği tepkilerle alakalıdır. Mavi Marmara gemisine İsrail’in yaptığı saldırı kabul edilemez ve savunulamaz. Yardıma saldırı, çok özel bir durumdur. Türkiye haklı olarak İsrail’in katliamlarına ve kendi vatandaşlarına yapılan saldırılara karşı gelmiştir. Bu karşı gelmeleri Türk dış politikasının eksen kayması olarak değerlendirmek, insanlık, ahlak ve insan hakları adına utanç vericidir. Ortada insani bir felaket vardır. Bu cinayeti işleyen bir İsrail devleti vardır. Bu terörist devletin hakettiği şekilde yargılanmasını sağlamak insani bir ödevdir. Türkiye bu amaçla uluslar arası kamuoyunu İsrail saldırganlığına karşı bilinçlendiriyorsa, bu her şeyden önce insan hakları ile ilgili bir konudur. Dış politikanın politik manevraları ve konjonktürleri ile ilgili bir konu değildir. Meksika Körfezindeki çevre felaketi ne ise, İsrail’in Filistinlilere ve masum Türk vatandaşlarına yaptığı saldırı da odur. Öncelikle konuyu bu şekilde değerlendirmek gerekir.

İran konusunda Türkiye’nin aldığı tutum, geleneksel Türk dış politikası ile uyuşan bir politikadır. Kendi bölgesinde istikrar ve barış isteyen bir ülke, komşularının haklarını uluslar arası güçlere karşı korumak zorundadır. Irak konusunda takip ettiği politikanın bir benzerini de İran konusunda sürdürmektedir. Kaldı ki İran’la Türkiye Kasr-ı Şirin anlaşmasından bu yana biri birlerine saldırmayan iki dost ülkedir. Birleşmiş milletlerin aldığı ambargo kararından önce, zenginleştirilmiş uranyumun değişimi konusunda İran’dan gerekli taahhütleri almıştır. Bu konuda uluslar arası kuruluşlar adına önemli bir rolü de üstlenmiştir. Aldığı sorumluluğun bir gereği olarak, ambargoya karşı gelmesi gerekirdi.

Ancak eksen kayması  tartışmalarına bakıldığında sanki tartışmanın altında başka amaçlar varmış gibi bir intiba uyanmaktadır. Mesela Türkiye’nin ekseninin Batı’dan Doğu’ya kaydığını iddia edenlerin tutumuna baktığımızda farklı bir manzara ile karşılaşmaktayız. Bu kesime mensup olan yazarlar, daha önceki yazılarında hükümeti, gayrı milli, Amerikancı ve AB’ci olmakla suçlayan gruplardır.  Bir taraftan hükümeti Batılı müttefiklerimizin uydusu ve taşeronu olmakla suçlarken, diğer taraftan Batılı müttefiklerimizden bağımsız hareket etme durumunda kalan hükümeti, bu sefer eksen kayması ile suçlamaktadırlar. Bu da eksen kayması tartışmasının reel politika ile alakalı olmadığını, iktidar çekişmeleriyle alakalı olduğunu göstermektedir.