Hz. Muhammed’in Kur’an’ı Açıklaması

267

Her zaman ve her çağda, dini, felsefi ve ilmi eserlerin muhataplar tarafından iyice anlaşılıp kavranabilmesi için, onların, kendilerini iyi anlayanlar tarafından izah edilip açıklanması gerekir. Bu eserlerdeki bazı esas ve ilkelerde ne denilmek istendiğini, okuyan herkes tam olarak anlayamayabilir. Ancak insanlığı dalalet bataklığından kurtaracak esasları içeren ilahi kitapların muhataplarınca iyi anlaşılması gereği vardır. Bu bakımdan, ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ın müslümanlar, hatta bütün insanlar tarafından anlaşılması için, onun tefsir ve izah edilmesi, yani açıklanması şarttır. Bütün insanlık için prensipler ihtiva eden bir kitabın, tüm zamanlar ve mekanlar için, insanlığın bütün ihtiyaçlarını madde madde sıralayıp sayması mümkün değildir. Zira onda umum esaslar, açıkça anlaşılabilen ayetlerin yanı sıra sarih olarak anlaşılamayan ayetler de bulunmaktadır. Ayrıca yüksek edebi sanatlar da yer almaktadır (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulu, s.210).    

Nitekim Kur’an kendisi üzerinde düşünmeyi istemiş, kapalı olan bir ayet, başka bir yerde açıklığa kavuşturulmuş ve peygamberini tebliğ ve tebyinle mükellef kılmıştır. Kur’an kendisinin anlaşılmasını, açıklanmasını, tefsir edilmesini ve uygulanmasını istemiştir(Sad 29;Muhammed 24;Mu’minun 69;İbrahim 4). 

Kur’an- ı Kerim’deki hakikatleri bizlere açıklayacak ve öğretecek olan kişi, kendisine kitap gelen mümtaz şahıs Hz. Muhammed’dir. Zira Kur’an ona inmiştir. O, mutlak olarak Kur’an’ı insanlar içinde en iyi bilen ve en iyi anlayandır. Bundan dolayı O, mübelliğ ve tebyin ile mükelleftir. Bu hususlar ayetlerde açıkça belirtilmiştir. “Ey Peygamber, sana Rabbin tarafından gönderileni herkese bildir”(Maide, 5/67). Hz. Peygamberin tebliğ edeceği şeyi, herkesten iyi bileceğinde şüphe yoktur.

Allah(cc), insanlar için seçtiği, kendisine vahyini gönderen Peygamberinden vahiy mahsulü olan kitabının mana ve hükümlerinin insanlara açıklamasını istiyor. Allah(cc), “Sana öğüt verici (Kur’an’ı) gönderdik ki, insanlara ne indirildiğini beyan edesin(açıklayasın), onlarda düşünsünler”(Nahl, 16/44) buyurarak, Kur’an’ın tefsir ve açıklama vazifesini Peygamberi Hz. Muhammed’e(sav) vermiştir. O’da, İslamiyet’in ilk günlerinden itibaren nazil olan vahiylerin ashabı için kapalı olanlarını onlara açıklamaya(izah etmeye) çalışmıştır. Zira Arap dili ve üslubu ile nazil olan Kur’an’ı, ilk muhatapları, kendi kültür seviyeleri nisbetinde anlayabilmişler, anlayamadıkları kısımları, bu hususta en liyakatli kişi olan Hz. Peygamber’e sormuşlardır (İsmail, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, cilt I, s.37-41).

Kur’an-ı Kerim, eksik gelmemiştir, ancak tebliğcisi, müfessiri ve açıklayıcısı Hz. Muhammed ile kendisini insanlara takdim etmiş, anlatmıştır. Kur’an’daki hükümlerin çoğunluğu külli olduğundan, o külli hükümleri izah ve açıklamak için daima sünnete ihtiyaç duyulmuştur. Bu anlamda Hz. Peygamber ya da sünnet Kur’an’ın umum ve hususunu, mutlak ve mukayyedini, nasih ve mensuhunu ve diğer hususları izah etmiştir. Hz. Muhammed(sav)’in Kur’an’ı iki şekilde beyan ettiği(açıkladığı) görülmektedir. Bunlardan birincisi, kitaptaki mücmeli beyan(açıklama), ikincisi ise Kitapta bulunmayan bir hüküm üzerine ziyadeliktir(Cerrahoğlu, age.: s.46-47).

Hz Muhammed’in Kur’an’ı açıklamasını ya da tefsirini anlayabilmek ve ortaya koyabilmek için, mutlaka onun Kur’an’ı açıklamasını gösteren örnekler üzerinden hareket etmek gerekir. Bundan dolayı örneklerle konuyu ele almaya çalışacağız.

Kılmış olduğumuz namazların her rekatında okuduğumuz Fatiha suresinin son ayetinde, “Bizi sıratı müstakıme hidayet et; yani kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; üzerlerine gazab hak olanların ve dalalete düşenlerin yoluna değil” şeklinde dua etmekteyiz. Üzerlerine gazab hak olanlar ve dalalete düşenler” umumi mana ifade etmektedir. Hz. Peygamber(sav), “üzerlerine gazab hak olanlar Yahudiler, dalalete düşenler ise Hıristiyanlardır”(Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 2) buyurarak ayetteki bu kavramları teşrih, teybin ve tefsir ederek açıklamıştır. Peygamberleri katledenler, insanları öldürenler, kötü ahlakları, hasis huyları ve maddeye aşırı düşkünlükleriyle Yahudilerin gazaba uğramada eşi benzeri yoktur. Dolayısıyla onlar kendi karanlık geçmişlerinde gazaba en çok istihkak kazanmış kavim olarak karşımıza çıkmaktadır. Tevhidi teslise çeviren, ibadeti ve kitabı tağyir eden ve değişik sapıklıklarıyla tarih sahnesinde boy gösteren Hıristiyanlar “dallin” yoldan çıkan, dalalete düşen ve sapıp giden bir topluluk olarak izah edilmektedir. Peygamberimiz, bu açıklamalarıyla hem ayette kendilerine dikkat çekilen kavim ya da dini toplulukları nazarlarımıza arz etmekte, hem de gazaba uğramış ve sapıp gitmiş insanların ruh portelerini çizmekte, kimlerin hangi davranışlarla gazaba uğrayacağını, kimlerin de dalalete düştüğünü ve düşeceğini beyan ederek ve meseleye her açıdan açıklık getirmektedir.

“İman edip, imanlarına zülüm karıştırmayanlar. İşte, emniyet onlar içindir ve onlar, hidayete ermiştir”(Enam,6/82) manasındaki ayet nazil olunca sahabe, hak hukuk bilmezlik ve insanının hak ve hakikatin dışına çıkma anlamına gelen zulmün manasını iyi bildiklerinden endişeye kapılarak Peygamberimize geldiler ve şöyle dediler:-“Hangimiz var ki, zulmetmemiş olsun”. Bunun üzerine Rasulullah, şu açıklamada bulunmuştur: -“O sizin zannettiğiniz gibi değil; O, Hz. Lokman’ın oğluna dediği gibidir. ‘(Oğulcuğum) Allah’a şirk koşma; muhakkak ki şirk, büyük bir zulümdür(Lokman 31/13)”(Buhari, Tefsir, 31). Peygamberimizin bu açıklamasından anlaşılmaktadır ki, buradaki zulüm, mücerred bir hak hukuk bilmezlik ve bir haddi aşma değil, içersinde şirkin olduğu bir haksızlıktır. Eğer Peygamberimiz ayete bu şekilde bir açıklama getirmemiş olsaydı, bu ayetteki kapalılığın altından ebediyen kalkamayacaktık.

Hz. Peygamber, Kur’an’da pek çok mücmel meseleyi tafsil etmiştir. Kur’an’da, “namazı kılın” diye emredilir; fakat, namazın nasıl kılınacağı ve ne zaman kılınacağı çok vazih bir şekilde açıklanmamıştır. “Namaz, mu’minler üzerine muayyen vakitlerde yazılı bir farzdır” (Nisa,4/103) ayetinde ifade edildiği üzere, mü’minlere belli vakitlerde farz kılınan namazın hususi vakitlerini sünnet belirlemiştir.(Ebu Davut, Salat, 2; Tirmizi, Mevakıt,1). Nitekim Peygamberimiz, “Beni nasıl namaz kılıyor görüyor görüyorsanız, işte öyle kılın”(Buhari, Ezan, 18) buyurarak, namazın farzları, vacibleri, müstehapları, mekruhları, müfsidleri, rukuları, secdeleri, kıraatları, tahiyyatı ve selamla çıkılmasında da tek kaynak konumundadır.

Namaz gibi, hac menasikini de tafsil eden Hz. Peygamber olmuştur. Nitekim Veda Haccı’nda bizzat bineğinin üzerinde ve herkesin görebileceği şekilde hac menasikini yerine getirmiştir. Sonra da “Menasikinizi alın”(Nesai, Menasiki, 220) buyurarak hacc hususunda söz ve davranışlarının teşrideki yerine dikkat çekmiştir.

Kur’an’da mirastan umumi olarak bahsedilmektedir. “Allah size çocuklarınız hususunda vasiyette bulunuyor: Erkeğe, iki kadının payı vardır”(Nisa, 4/11) buyurulmaktadır. Ancak Peygamberimizin vefatından sonra, kızı Hz. Fatıma, Hz. Ebu Bekir’den babasının mirasını almaya geldiğinde, Rasulullah’tan duyduğu, “Biz peygamberler geriye miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız, ancak sadakadır”(Buhari, İ’tisam, 5; Müslim, Cihad, 51) hadisini okumuştur. Yine “katil mirasçı olamaz”(Tirmizi, Feraiz, 17) hadisiyle, katilin mirasçı olamayacağını, dolayısıyla babasını öldürenin, amcasını öldürenin, dayısını öldürenin, kardeşini öldürenin miras alamayacağını hükme bağlayarak Kur’an’ın umumi hükmünü tahsis ederek Kur’ın’ı beyan etmiş, yani açıklamıştır. 

Hz. Peygamberin Kur’an’ı açıklaması, mutlak ifade eden kavram ya da hükümlerin takyidi şeklinde de olmuştur. “Mallarınızı aranızda(çalıp çırparak, ihtikarla, rüşvetle, riba ile) batıl bir surette yemeyin; ancak anlaşma ve karşılıklı rızaya dayalı ticari mübadeleyle yiyin” (Nisa, 4/29) ayetini sünnet, bir konuda takyid etmiştir, “meyveler, tam belirli hale gelinceye kadar satmayın” (Buhari, Buyu, 82) hadisiyle Hz. Peygamber, ayetteki bir konuyu takyid ederek açıklamıştır.

Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı açıklaması, hükümlerin beyanı ve tefsiri, güzel ahlakı(mekarimi ahlak) izah etme ve teşvik etme şeklinde olmuştur. Ayrıca Rasul-i Ekrem’in iş ve sözleriyle ortaya koyduğu örnekliği ve şayan-ı hayret hayatı, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği esasların tefsiri, canlı temsili ve beliğ bir açıklaması olmuştur( Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslam,Ter. Hayrettin Karaman, s.80).O, hem bir insan ve hem de Peygamber olarak, muhataplarını ikna etme anlayışı içersinde olmuş ve Allah’ın ayetlerdeki muradını belirtmiştir. Bunu da bazen tahsis, bazen geniş bir anlamı tahdit, bazen kelimenin Arap dilindeki anlamını teyid, bazen şahısların durumunu ve o zamanki edebi sanatları izah etme, tefsir etme ve uygulama(tatbik), bazen temsil, remz ve işaret, bazen intibaha davet ve insanın psikolojik durumundan faydalanmak şeklinde açıklamakla gerçekleştirmiştir(İsmail, Cerrahoğlu, Tefsir Usulu,233).