Ergenekon soruşturması eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz, emekli orgeneral Kemal Yavuz ile bazı muvazzaf subaylar ve eski Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in de bulunduğu kişilere sirayet etti. İbrahim Şahin’in evinde bulunduğu iddia edilen krokilere göre yapılan kazılarda ele geçirilen silah ve mühimmatın, davanın seyrini ve kaderini değiştirecek önemde olduğu vurgulanmakta.
Bu olaylar üzerine daha önce de yazılmış bir bilgiyi, “bizzat Bülent Ecevit’ten dinlediği” bir hatırayı son olarak Can Dündar yeniden gündeme getirdi:
“Başbakan olduğu dönemde, Türkiye’nin ‘Sismi’si (İtalyan Gladyosunun bir organı) sayılabilecek Özel Harp Dairesi‘nden tesadüfen haberdar olduktan sonra hemen bir brifing istemişti Ecevit… Başbakanlıktaki brifingi Özel Harp Dairesi Başkanı General Kemal Yamak vermişti. Orada Ecevit’e şunlar söylenmişti:
“Özel Harp Dairesi, bir yabancı işgalinde istilacılara karşı gerilla yöntemleri ve yeraltı etkinliğiyle mücadele etmek için kurulmuştu. Adları gizli tutulan bazı ‘vatansever gönüllüler’ bu örgütün sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi. Gerektiğinde bunların kullanması için de Türkiye’nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu.”
“Ecevit duyduklarından dehşete düşmüştü. O günden sonra her kanlı olayda bu örgütten şüphelenecek, ancak örgütü açığa çıkaramadan Başbakanlığa veda edecekti.”
Ergenekon davasında sanıklar ve tutuklananlara bakılırsa, devletin en üst mevkilerindeki etkili ve yetkili bazı kişilerin resmi görevlerinin yanında “derin devlet” adıyla anılmalarına sebep olan gizli görevleri de olduğu anlaşılıyor.
Devletin açıktan yapamadığı bazı işleri bu “derin devlet” aracılığıyla yaptırdığı ifade ediliyor.
Komünizm tehlikesinin var olduğu bir dönemde NATO ülkelerinde ABD tarafından kurdurulan bu örgütlere genel olarak Gladyo adı verilmişti. İtalyan gladyosu mafya ve mason locasının kontrolüne girip, kirli işlere girişince, SSCB’nin propagandasının da etkisi ile tasfiye edilmişti.
Sadi Somuncuoğlu’nun yorumu bizi bir başka pencereden bakmaya zorluyor: “1990’da Sovyetler Birliği dağılınca, ABD bu örgütün tasfiyesini düşünmeye başlıyor. 1995’ten itibaren de, Türkiye’ye SSCB dağıldığına göre bu örgüte de ihtiyaç kalmadı, tasfiye edilmeli diyor. NATO kanalıyla askerler üzerinden yürütülen bu istek kabul görmeyince siyasi kanallara yöneliyor. 5 Kasım 2007’de Bush-Erdoğan mutabakatı yapılınca, “Ergenekon” üzerinde anlaşma sağlanıyor. Bunu da Fehmi Koru duyuruyor. ABD bu örgütü niçin istemiyor? Büyük Ortadoğu Projesi haritasına göre, Türkiye dâhil bölgemizdeki devletlerin sınırlarının değişmesi gerekiyor. ABD bu yolda en büyük engel olarak bu örgütü görüyor.”
“Özel Harekât Dairesi” böyle bir örgütün kendisi veya parçası ise İbrahim Şahin’in evinde bulunduğu iddia edilen krokiye dayanılarak bulunan silah ve mühimmatın, yürürlükte olan yasalara göre “suç teşkil eden” ancak “devletin birliği ve bekası için gerekli gördükleri” bazı eylemlerde kullanılmış olması ihtimali vardır. Tabii ki burada anlaşılmayan husus “kuvvet komutanlarının bile evinin arandığı bir iklimde Susurluk sorumlusu gösterilen ve sürekli izlenen biri nasıl olur da evinde silah deposu krokisini saklar? Böyle bir kroki var idiyse İbrahim Şahin saklayacak başka yer mi bulamadı? Belli ki işin içinde başka işler var!..
“Yeniden gündeme getirilen “Susurluk” hadisesindeki kayıp silahlarla öldürülmüş olabileceği ifade edilen kişilerin, genellikle uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve kumarhaneler işletmeciliği ile kazandıkları kirli paralarla, PKK’ya finans ve silah desteği sağladıkları iddia edilmekteydi. Ayrıca aynı dönemde PKK örgütlenmesi içinde etkin olan, ancak mahkemelerde bu durumun hükme bağlanmadığı, bazı kişilerin de faili meçhul bir şekilde öldürüldüğü haberlerini hatırlıyoruz.
Bu dönem PKK ile mücadelede “örgütün eyleminden sonra takip etme” metodu yerine, onun eylem yapmasına fırsat vermeden proaktif bir mücadele yapma tercihini uygulamaya geçirdiği dönem olmuştu. Bu dönemde devletin terör örgütüyle mücadelede başarılı olduğu genel olarak kabul ediliyor.
Önyargısız bir şekilde aşağıdaki soruların cevabını ve ihtimallerden hangilerinin doğru olduğunu anlamaya çalışacağız. Ancak yaşadığımız süreçte, önümüzde bilinenden daha çok bilinmeyenin olduğu kanaatindeyim.
Zamanında “düzensiz ordu”lara karşı düzensiz ve illegal örgütler kurmakla görevlendirilen asker-sivil bu kişilerin tasfiye edilmesi, “hukuk devletinin önündeki engellerin kaldırılması” anlamına gelecek midir?
İddianameye göre, bu kişiler görevleri sona erdikten veya emekli olduktan sonra da “Türkiye’yi istikrarsızlaştırarak ihtilal yapacak ortamı oluşturmak” suçunu işlemiş olabilirler. Bununla ilgili mahkemeye sunulacak delilleri, savunmaları ve kararı beklemek durumundayız.
- 1- İnternet Haber’de Zübeyir Kındıra’nın ifadesiyle, “şimdi, Türk Gladyosu tasfiye ediliyor. Olan bu.. Kim yapıyor bu tasfiyeyi? Savcı Öz mü? AK Parti mi? Hayır! Aslında bizzat kurucu güç tasfiye ediyor. ABD yani. İpi çeken ABD’dir…” İddianamenin ana kaynağı Tuncay Güney‘in karanlık kimliği ve ABD’den beslenenlerin tavrı bu görüşü kuvvetlendirmekte.
- 2- Davada Hükümetin “siyasi intikam” ve “muhalifleri susturma” gibi bir amacı ve yönlendirmesi var mıdır? ABD ve Hükümet karşıtlarının bu vesileyle sindirilmesi ve cezalandırılması mı söz konusu olacak? Yoksa salt hukuk kuralları çerçevesinde kalınabilecek midir?
- 3- Tasfiye edilmekte olan ekibin yerine yenisi gelecek mi? Yoksa tam bir hukuk devleti içerisinde kalmayı ve terörle mücadeleyi başarabilecek miyiz? Yeni bir ekip gelirse ABD’nin kontrolünde olma ihtimali nedir?
Gündem uygun olursa yargılamanın hukuki boyutunu başka bir yazıda değerlendirmek istiyorum.