Fatih Sultan Mehmed ve “Fransiskeler”

129

İstanbul’un Fethinin daha doğrusu kurtuluşunun 555. Yıldönümünü kutladık. İstanbul’un kuşatılması sırasında “Katolik şapkası görmektense; Türk sarığı görmeyi tercih ederiz” diyen Rumların bu düşüncelerinin temelinde bize has hoşgörü, âdil ve hakça bir düzen yatmaktadır.


İstanbul’un Fethinin kutlandığı günlerde biz de Bosna’da Fatih’in dini bir azınlığa 1463 tarihinde verdiği ahidnamenin yıldönümünü kutladık. Fatih’in gittiği en Batı nokta olan Bosna civarında Fransiskeler’e başta yaşama hakkı olmak üzere, temel hak ve hürriyetler bir fermanla tanınır; köprü yaptırılır; kiliseye yardım edilir. Bu anma toplantısının bu yıl üçüncüsü kutlanıyordu.


Avrupa’da bugün artan ırkçılık, Dünyada milletlerarası hukukun dışlanması, yabancı düşmanlığı, Türk düşmanlığı ile atbaşı giden İslâm düşmanlığı (İslâmofobi), İslâm’a terör yakıştırması gibi örnekler canlanmışken acaba 2000’li yıllar 1463’ün gerisine mi düştü diye düşünüyoruz. Bugün insan haklarına yapılan saldırılar, çeşitli tertiplerle Müslümanların suçlanması, birlikte yaşama kültürünün dinamitlenmesi, Türk tarihindeki hoşgörü ve adalet örneklerini gündeme getirmektedir. Bazıları tarafından adeta Müslümanlar insan kabul edilmemekte, onlar için insan hakları yok farz edilmektedir. 1789 Fransız İhtilâli’nden 326, İnsan Hakları Beyannamesi’nden 485 yıl önce farkı öldürerek ortadan kaldırmayı düşünmeyen Fatih tarafından verilen bu haklar, oldukça anlamlıdır. Aslında, Osmanlıyı Avrupa içlerine kadar götüren güç sadece askeri güç değil; müessesevi (kurumsal) üstünlüktü. Osmanlıyla temas feodaliteyi parçalıyordu. Âdil ve insanca yaşamayı gündeme getiriyordu.


Bu bakımdan başta AB yetkilileri olmak üzere kimseden insan hakları ve hoşgörü dersi almaya ihtiyacımız yoktur. Tam tersine tarihimiz iftihar edilecek örnek ve derslerle doludur. Dün de bugün de kin, nefret ve düşmanlığı tahrik ederek Dünyada barış, huzur ve siyasi istikrarın sağlanamayacağı anlaşılmalıdır. Ancak, dünü unutmamak da gerekir. Bosna’da bunun acı örneklerini gördük. Sırplarca ilk bombalanan binaların biri de kütüphaneydi. 200.000 kitap burada telef olmuştur. 250.000 kişi şehit düşmüş, birçok kayıplar verilmiştir. Birçok kadının ırzına geçilmiş, doğuma zorlanmıştır. Dağ, tepe ve statlar mezarlığa dönüşmüştür. Mezar taşlarının çoğunda yer alan ay-yıldızın Anadolu’ya mesajı vardır.


Mahkeme sırasında intihar ettiği iddia edilen katil Miloseviç’in “Ben, Bosna Nehri Vadisi’nde Türkleri durdurmasaydım; Paris kapılarına kadar gelir Kosova’da yaptıklarını yaparlardı” şeklindeki cümleleri hâlâ canlıdır. Gözü dönmüş işkenceci Sırp militanların Bosnalılara “Türk annenize …” şeklinde küfretmeleri de unutulmamıştır. Gayrimüslimlerin Müslüman olduğunda Türk olarak tanımlanması da Balkanlardaki gerçektir. Bazı Hıristiyan din adamlarının Bosna Harbinin sonlarına doğru Müslüman çocukların üç parmağının kesilip canilerin ceplerinde saklanmasının onları koruyacağını söyledikleri de bilinmektedir. Şövalye olmak (vites) bunu gerektiriyordu. Sebrenitza’da şehit edilen 8.000’den fazla Müslümandan kurşuna dizilenlere “Anavatana (Türkiye’ye) yönünüzü döndürün” komutunun verilmesi düşündürücüdür.


Bosna’nın milli sembolü olan zambak (lilan) yapraklarıyla dolu bayrağı değiştirilmiş, bir çizgiyle sarı ve mavi ayrılmış, araya da yıldızlar konmuştur. Böylece Bosna tarihinin Osmanlıyla başlatılmaması gerektiği ve Bosnalıların zorla Müslümanlaştırıldığı hakareti yapılabilmiştir. Sözde dost ve müttefiklerimiz, kendi çıkarlarına uygun her senaryoyu uygulamaktadır. Lübnan’da, Irak’ta ve diğer bazı bölgelerde mezhep ve etnik çatışmaları körükleyerek oralara egemen olmak isteyenler, yarın yeni Bosna facialarına da sebep olabilirler.


Yayınlarında Hz. Muhammed’e saygısızlık yapan Vatikan, Hırvatları maddi ve manevi destekleyerek rolünü oynamakta, Türkiye’de ise; ılımlı İslâm oyunlarından bir şeyler beklemektedir. Sırplar, arkalarına Rusya’yı ve hatta ABD’yi almışlardır. Bizim bazı Dışişleri görevlilerimiz ise; Bosna-Türkiye kardeşliğinin olamayacağını, ancak dost olabileceğimizi ifade edebilmişlerdir. Balkanlarda İran ve Suudi Arabistan bizden daha faaldir. Türkiye’yi temsilden uzak bazılarının belirli görevlerde ısrarla tutulmasını anlayamıyoruz. Ülkesinin misyonunu fark edemeyen, o heyecan ve hizmet aşkını içinde taşıyamayanlardan gerekli hizmet de beklenemez.


Anma toplantısına bizleri davet eden Bosna-Türkiye Kardeşlik Derneği’ne, ilgi gösteren aydın kuruluşlarına, siyasilere ve belediye başkanlarına teşekkürü borç bilir; Bosna’da şehit düşen kardeşlerimizi rahmet ve saygıyla anarız.       

Önceki İçerikKadim Mahallemiz ve “Mahalle Baskısı”
Sonraki İçerikYeni Vakıflar Yasası Ve Getirdikleri
Avatar photo
1944 İstanbul doğumludur. Orta Öğrenimini Maarif Kolejinde, yüksek öğrenimini İktisadî ve İdari Bilimler Yüksek Okul'unda tamamlamıştır. 1967'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne asistan olarak girmiştir. Ord. Prof. Dr. Z.F. Fındıkoğlu'na asistanlık yapmıştır. 1972'de "Bölgelerarası Dengesizlik" teziyle doktor, 1977'de "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" teziyle doçent, 1988'de de profesör olmuştur. 1976 Haziranında yurt dışına araştırma ve inceleme için giden Erkal 6 ay Londra ve Oxford'ta inceleme ve araştırmalar yapmış, Doçentlik hazırlıklarını ikmal etmiştir. 1977 yılında hazırladığı "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" isimli Eğitim Sosyolojisi ve Eğitim Ekonomisi ağırlıklı tezle Doçent olmuştur. 1988'de Paris'de, 1989'da Yugoslavya Bled'de yapılan milletlerarası UNESCO toplantılarında ülkemizi birer tebliğle temsil etmiştir. 1992 Yılında Hollanda'da yapılan Avrupa Konseyi'nin "Avrupa'da Etnik ve Cemaat İlişkileri" konulu toplantısına tebliğle katılmıştır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dışında dönem dönem Harp Akademilerinde, Gazi Üniversitesi'nde, Karadeniz Teknik (İktisadi ve İdari Bilimler Yüksek Okulu) ve Marmara Üniversitelerinde de derslere girmiştir ve konferansçı olarak bulunmuştur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü ve İktisat Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı, Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü, İstanbul Üniversitesi Senato Üyesi, Aydınlar Ocağı Genel Başkanı ve İstanbul Türk Ocağı üyesi olan Prof. Dr. Erkal'ın yayımlanmış ve bir çok baskı yapmış 15 kitabı ve 700 civarında makalesi vardır. Halen Yeniçağ Gazetesi'nde Pazar günleri makaleleri yayımlanmaktadır. Prof. Dr. Erkal evli ve üç çocukludur. Dikkat Çeken Bazı Kitapları : Sosyoloji (Toplumbilimi) (İlaveli 14. Baskı), İst. 2009 Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri, İst. 1978 Bölgelerarası Dengesizlik ve Doğu Kalkınması,(2. Baskı), İst. 1978 Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Ankara 1984 Bölge Açısından Az Gelişmişlik, İst. 1990 Etnik Tuzak, (5. Baskı), İst. 1997 Sosyolojik Açıdan Spor, (3. Baskı), İst. 1998 İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, (5. Baskı), İst. 2000 Türk Kültüründe Hoşgörü, İst. 2000 Merkez Binanın Penceresinden, İst. 2003 Küreselleşme, Etniklik, Çokkültürlülük, İst. 2005 Türkiye'de Yolsuzluğun Sosyo-Ekonomik Nedenleri, Etkileri ve Çözüm Önerileri (Ortak Eser), İst. 2001 Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü (Ortak Eser), İst. 1997 Economy and Society, An Introduction, İst. 1997 Yol Ayrımındaki Ülke, İst. 2007 Yükseköğretim Kurumlarının Bölgelerarası Gelişme Farklılıkları Açısından Önemi ve İşlevleri, İTO, İst. 1998 (Ortak Araştırma)