Başörtüsü

110

Başörtüsü meselesi ülkemizin başına örtü oldu. Yıllardır onunla
uğraşıyoruz. Bakın 1998 yılında bu gazetenin sütunlarına neler
yazmışız. Aradan tam 10 yıl geçti, baksanıza hiç bir şey değişmemiş.

10 Eylül 1998

Üniversitelere kayıtların başlaması ile birlikte başörtüsü meselesi
yine gündeme geldi. Geçen yıl demokrat tavrıyla bütün üniversitelere
örnek olan Kocaeli Üniversitesi ne yazık ki ilimizde çıkan bazı
gazetelerde yazı yazan eski tüfeklerin tahrikiyle ülkemiz
üniversitelerindeki despotizme ayak uydurdu.

Geçtiğimiz yıllarda başörtülüsü, başı açığı, saçlısı, sakallısı
birlikte huzurlu bir şekilde eğitime devam ederken üniversitemize
fesatçılar el attılar ve muratlarına da erdiler, bu yıl başörtülü
öğrenciler derslere giremeyecek.

Hatırlanacağı gibi 1989 yılında “Yüksek Öğretim Kurumlarında
dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş
kıyafet ve görünümünde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun
ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir.” Şeklinde ek bir
kanun çıkartılmasına rağmen devrin Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesine
müracaat ederek bu kanunu iptal ettirmişti.

Ancak Anayasa Mahkemesi bu kararı alırken karara itiraz eden mahkeme
üyelerinden Mehmet Çınarlı karara muhalefet ederken sebebini şöyle
açıklıyordu:

Atatürk kadının örtünmesi hususunda ne söylemiş ve ne yapmış?
Kitapları karıştırdığımız zaman 1923 yılında söylediği şu sözlerle
karşılaşıyoruz, “Dinin icabı olan tesettür, kısaca ifade etmek lazım
gelirse, denebilir ki kadınlara külfet getirmeyecek ve adaba muhalif
olmayacak şekilde olmalıdır. Örtünme şekli kadını hayatından,
mevcudiyetinden tecrit edecek bir şekilde olmalıdır.

Tesettür Şeri kadınlar için mucibi müşkilat olmayacak kadınların
içtimai hayatlarında iktisadiyete hayati maişette ve hayati ilimde
erkeklerle teşriki faaliyet etmesine mani bulunmayacak bir şekli
basittedir. Bu şekli basit içtimai hayatımızın ahlak ve adabına mugayir
değildir” diyerek karara karşı çıkmıştır.

Atatürk’ün yukarıda sözlerini incelediğimizde onun örtünmeyi dinin
gereği olarak kabul ettiği ancak örtünmesinin kadını hayatından,
varlığından somutlamayacak gerek sosyal ve ekonomik faaliyetlerle
gerekse de bilim ve çalışma hayatında geçimlerini temin konusunda
erkeklerle işbirliğine mani olmayacak şekilde sade olmasını istediği
anlaşılmaktadır.

Kendi eşinin başörtüsüne dokunmayan ve diğer kadınların giyimine de
karışmayan Atatürk’ün icraatıyla şimdi Atatürkçü geçinenlerin
yaptıklarının çalıştığı onun ilke ve inkılaplarının bekçisiyiz
diyenlerin doğru söylemedikleri daha iyi anlaşılıyor.

Her fırsatta batıyı örnek aldıklarını söyleyen zihniyetin bu
davranışı onların ne denli çifte standartçı olduğunu göstermesi
bakımından ibret vericidir.

Batı demokrasilerinde insanlar giyim kuşamlarında serbesttir. Devlet
vatandaşlarının kılık kıyafetiyle ilgilenmez aksine serbestliği
sağlayan yasalar koyar.

Giyinme şekli kişilerin zevkidir. Devletin düzeniyle ne alakası olabilir.

Türk Devleti din ve vicdan hürriyetlerini garanti altına alan uluslararası sözleşmelere imza koyarak taahhütlere girmiştir.

Bu safhadan sonra yapılanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ele
alınacak bir kaç devrim yobazı yüzünden ülkemiz mahkum olacaktır.

Bunu yapanların üniversite gibi ilim ocaklarının başında olması ise daha büyük talihsizlik.