Muhafazakârlık konusunda söylenecek çok şey var. Yanlış ve garip suçlamalar ve değerlendirmeler birilerinin muhafazakâr gibi gösterilmesine sebep oldu. Anlaşılan iktidar bunu meydanlarda kullanacak. Oysa, bu iktidarın çizgisi Sayın Başbakanın uçağındaki yakın çevreyle ilgilidir. Oradaki isimlerin çoğunun halkın değerleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Diğer taraftan iktidarın muhafazakâr olmadığını gösteren birer örnek de; Elif Şafak, Orhan Pamuk ve Hrant Dink davalarında takındığı tutumdur ve yargıya olumsuz müdahalesidir.
Türkiye’nin asıl gündemi dondurularak seçmene hoş görünecek bir gündem yaratılıyor. Türkiye’de laiklikten başka konuşulacak bir sorun olmadığını zannedenler de bunlara yardımcı olmaktadırlar. Galatasaray’daki toplantı ve yürüyüşten sonra yapılan Tandoğan, Çağlayan ve İzmir mitinglerinde bunu gördük. Bu mitingler adeta bir Türkiye ortalamasıydı. Farklı siyasi partilere, derneklere ve kuruluşlara mensup milyonları meydanlara çeken tek sebep vardı: Cumhuriyete ve milli devlete, milli bağımsızlığa, üniter devlete yönelmiş örtülü veya örtüsüz tuzaklara karşı yasal milli şahlanış. Ankara’nın tekrar Ankara’dan yönetilme talebi…
Seçim tarihi belli olunca siyasetçiler ve onların güdümündekiler mitinglere sahip çıkmaya çalıştılar. Bazıları bu mitingleri kullanarak sivil toplum gerçeğini anlayamadıklarından milletvekili adayı oldular. Bilhassa son İzmir mitinginin amacı; CHP ve DSP’nin birleştirilmesi gibi gösterildi. Biz birleşme çalışmaları yapan partilerin ne karşısında, ne de yanında olmak durumundayız. Ancak, siyasetin kanunları işler. Siyasetçi bunları kullanmaya çalışır. Önemli olan kullandırtmamaktır. Tertip Komitesi bu konuda hassas olmasına rağmen, bazı istenmeyen isimler ve sanatçılar ekranlarda boy gösterdi.
Bunlardan Edip Akbayram Londra’daki PKK yandaşlarının toplantısına katıldıktan 15 gün sonra Tandoğan Meydanı’ndaydı. Eğer iddia edildiği gibi ise; İzmir mitinginde de eline bayrak almayı kabul etmedi. Uygun görülmemesine ve protesto edilmesine rağmen, Zülfü Livaneli’nin orada ne işi vardı? Türk askerine uzatmalı diye hakaret eden, bölücü terörü “Güneydoğu dağlarında Türk askerleriyle Kürtler birbirini öldürüyor” diye yorumlayan, “Kürt hareketi ve siyasal İslâm karşısında yaşam biçimini korumak isteyen çevreler, Cumhuriyet kavramına sarılıyor” diye şikayet eden, küreselleştirenlerin çok kültürlülük tezine sarılarak hâkim kültürü dışlayan Livaneli Cumhuriyet mitinginde şarkı söylüyordu.
Petrol ve Vakıflar Yasalarından tarıma, özelleştirmeden yabancılara toprak satışına, Kıbrıs’a ve Irak’a kadar gerçekler dile getirilmeliydi. Tek bir konuya şartlanmak neden? Böyle bir toplantıda 301. Madde, Türk’e karşı yapılan ırkçılık, Yerel Yönetimler Temel Yasa Tasarısı, Türkiye’nin Uzak Doğu tarafından soyulması, siyasi amaçlı misyonerlik, AB gibi konular da kısaca ele alınabilirdi. Yine de bu toplantılar, bayrağımızı içlerine sindiremeyenlere ay-yıldızı kabul ettirdi. Bu da önemlidir.
Bugün ülkeden yana siyaset yapanlara düşen görev; halkın gündeminden milli dava ve meseleleri düşürtmemektir. Bazıları bunları halkın gündeminden düşürtmek için ellerinden geleni yapıyorlar. “Kırk senedir başımıza iş açtı, Kıbrıs’ı verelim gitsin”, “Irak’ın iç işlerine niye karışalım, Barzani’yle uzlaşalım, para kazanalım”, “Teröristi siyasete sokalım”, “Eyalet sistemine geçelim” gibi sapma, ihanet ve işbirliği kokan görüşlerle her zeminde mücadele edilmelidir. Vatandaşın reyi seçim yatırımı olarak dağıtılan gıda ve giyim malzemelerine, değişik yardımlara teslim edilmemelidir.
Milletvekili listeleri yapılırken subjektif değerler değil; objektif ölçüler ele alınmalıdır. 22 Temmuz 2007 erken seçiminin taşıdığı önem kavranmalı; iki partili TBMM’yi üç-dört partili hale getirebilmek için küçük hesaplar, kısır tartışmalar ve şahsi meseleler aşılmalıdır. Akıl ve mantığın yolu bize rehber olmalıdır.