İstanbul’un eskiden birkaç tane olan Marmara, Küllük, Çınaraltı gibi kültür mahvili artık her semtte bir hayli. Konferanslar, sempozyumlar, toplantılar, anma törenleri de öyle. Hizmeti geçmiş maruf bir insanımızın hakka yürümesi de ihmal edilmiyor. Hele İstanbul’a önemli bir zat gelmişse meraklıları ve sempatizanları onun etrafını hemen çepeçevre sarıyorlar. Siyasetin cazip hali her şeyi etkilediği gibi buralarda da hissediliyor. Öyle ki eğer onların yanında olursanız katkı bile alabiliyorsunuz. Bizimki öyle değil. Özgürlükçü, cumhuriyetçi ve üreten, çözüm arayan bir birliktelik. Üsküdar Kemah Cafe’de başlayan Pazartesi Sohbetlerimizi sonra Abbara Kafe’ye taşıdık. Artık Üsküdar Üniversitesi Bağlarbaşı kampüsünde devam ediyor. Belli bir yaş grubundaki aydınlarımız birbirini görebiliyor, dertleşebiliyor, gelişmeleri birlikte değerlendirebiliyorlar. Gösterişsiz ve nümayişsiz sohbetler bunlar. Daha da önemlisi bağımsız ve bağlantısız muhabbetler. Konuğumuz olursa seviniyor ve kendisini dinliyor, sorular soruyor, cevaplar alıyoruz. Eğer yoksa karşılıklı birbirimizi bilgilendiriyoruz. İkramlar geliyor, bazı dostlarımız çayın yanına çıtır simitlerle selam verip oturuyorlar. Okuduğumuz kitapları, emperyalizmin coğrafyamızı nasıl ser serpe kuşattığını, hafta içinde katıldığımız kültürel etkinlikleri anlatıyoruz. Ülkemizde, coğrafyamızda, dünyadaki gelişmeler de öyle! Ne oluyor, neler olacak? Biz bu gelişmelerin neresindeyiz? Bu haftaki sohbetimiz bazılarımıza göre gereksiz, bir kısmımıza göre de lazım veya moda olan “magazin” idi.
Fevziye Hanım Çayı, Akif’in Dostluğu
Aydınlarımızın konuşulmayanları konuştuğu sohbette kim kitap, gazete ve dergi okuyor, kim sinemaya, tiyatroya, konsere, maçlara, toplantılara ve etkinliklere gidiyor, melodi, müzik, şarkı, türküyle aramız nasıl, seyahat yapabiliyor muyuz, ailelerimiz ve çoluk çocukla yeteri kadar ilgilenebiliyor muyuz, işimiz gücümüz birikimimiz için yeterli mi, hobimiz var mı, hatıralarınızı yazıyor ve bir sonraki nesle aktarıyor muyuz, kimler, arkadaşlarının yaşadığı yeri biliyor gibi sorulara cevap aradık geçtiğimiz haftalarda.
Şöyle ki; Kültür Tarihçisi Dursun Gürlek çok aykırı bir örnek oldu! Çünkü kitapçılara ve sahaflara gidiyor, buna özel bir zaman ayırıyor, kitap alıyor veya sipariş verebiliyor, okumak olmazsa olmazı, her gün benim gibi bir gazete alıyor, konuk olarak programlara katılıyor.
Söz konusu toplantıda hemen yanımda oturuyordu Dursun Gürlek, bu ara Fevziye Abdullah Tansel hatıralarını okuyormuş, benden de bahsedildiğini söyledi. Doğru, Ankara Kızılay’da sürekli evine ziyarete giderdim Fevziye Hanımın, sohbetler eder, bize Türkçemiz için yaptığı mücadeleyi anlatırdı. Anlatırken de o yaşına aldırmadan bitki çayları ikram ederdi. Bizim servimize de kesinlikle müsaade etmezdi. Çünkü biz ona göre konuktuk. Fevziye Hanım Mehmet Akif ve Namık Kemal ile alakalı çalışmalarda hala referans olarak gösterilen iki kitabın da yazarıydı.
Dursun Gürlek’in bir yaşadığı olayı da tamı tamına bizi anlatıyor. Vapurda gazete okurken, karşısındaki zat “Sizin akıllı telefonunuz, internetiniz yok mu? Ne diye gazeteye boşuna para veriyorsun?” demez mi? Ah benim köse sakalık, kime ne anlatacağız? Çok zor algılar ve günler. Dursun Gürlek verdiği bir başka örnek bugünkü durumumuzu ortaya koyuyor. Mehmet Akif Ersoy’un(1883-1936) Sarıgüzel’deki evi yandığında, kıymetlisi ve arkadaşı Ömer Ferit Kam’a(1864-1944) yakın olsun diye onun evine yakın Beylerbeyi’nden ev kiralıyor. Yanan dostluk ateşine bakın? Var mı dünya da eşi? Olursa böyle olmalı arkadaşlık veya dostluk.
Işık, Erksan, Tahir ve Mustafa Kutlu
Sanatçı, hattat ve Öğretmen İsmail Yazıcı arkadaşımız da Mehmet Ali Sarı’nın “Beyoğlu’nda Bir Hafız” adlı anı kitabını okuyormuş, ancak daha çok ev işleriyle meşgul oluyormuş. Belli bir yaş grubu arkadaşlarımızın çok oy yemek yaptığını, sofra tanzim ettiğini de bilmiyor değilim. İyi bir şey.
“Cağaloğlu’nda Bir Yayıncı Portresi” adıyla hatıralarını yayınlayan Ebubekir Erdem’in bu ara Mustafa Kutlu ve Emin Işık’ın kitapları başucunda. Ufuk göstererek ayağı yere basan bir akademisyen Emin Işık’a rahmet, öykülerinde bizim de yer aldığımız, arayıp da kendimizi bulduğumuz Hikayeci Mustafa Kutlu’ya da sağlık dilerim. Önemli günlerde Romancı Kemal Tahir ve Yapımcı Metin Erksan’ı da ziyaret ettiklerini hatırlattı Ebubekir Erdem. Şimdi acaba kaç aydınımızın, bir tane sinemacı, yapımcı, rejisör dostu var mıdır? Veya tersten okuyalım, sinemacılarımızın kaç tane yazar ve aydınlar ile zaman zaman bir araya gelerek muhabbet eder, ortak gittikleri bir mekân bulunuyor mu?
Emekli Albay Mehmet Şadi Polat her kültür hareketinin içinde, özellikle Türk Sanat Müziği konserlerini yakın takibe almış. Atatürk Kültür Merkezi’nin içimizdeki en yakın takipçisi.
Tarihçi Can Alp Güvenç, yazmak kadar konuşmayı da seviyor, yorumları öne çıkarmış, Balkanları anlatan romanı bitti, yayına hazır bekliyor, sıra anılarını yazmakta. Kaleme alması da gerek zaten. Müziği seviyor ama gidemiyor, çünkü evde hasta ailesine ihtimam göstermesi gerekiyor. Öyle oldu. Sonra da nurlarda uyusun kıymetli eşi hakka yürüdü.
Okumak veya Dinlemeyi Bilmek
Bir kitap okumak ve bitirmek birkaç kitap okumaktan daha zor galiba belli bir yaş grubu için. Fatih Döneminin ünlü kanaat önderi, mutasavvıf, sertürbedar ve mürşidi kâmil Ahmed Amiş Efendi ise tam tersini düşünüyor “Bir kitap en az üç defa okunmalı!” Gazeteci Recep Aslan okumamakta ısrarlı, yorumlamakta ve ileriyi göstermekte ise iddialı. Diğer Gazeteci arkadaşımız Atila Şahiner de bir zamanlar okumazsa zamanın hiç geçmediğini anlatırken, eskiye özlem duyuyor. Biraz da bizim yaş gurubu ve geleneksel kültürümüzde dinlemek hep önde ve öncelikli. Bu da bir başka güzellik olsa gerek; Dinlemeyi bilmek.
Yurtdışı eğitimi ve tecrübesi fazla Mimar Mehmet Tuna Somay müzikle alakalı zaman dilimini özellikle ayırıyor, ayrıca mesleği dışında bir sivil toplum kuruluşu olan TMKV yönetiminde.
Makina Mühendisi Adnan Babuna de yurtdışı birikimli bir çalışan. Şimdi de İspanyolca kurslara gidiyor ve daha fazla yabancı dil öğrenmeye çalışıyor.
İki aydınımız Mehmet Cemal Öztürk ve Haldun Sönmezer’in ortak özelliği seyahatleri çok sevmeleri ve aileleriyle birlikte bol bol gezmeleri. Fırsatları ve imkanları değerlendirmeleri öndeler.
Kamil Uğurlu ve Hocası Hançerlioğlu
Şair sanatçı üst bürokrat, eski TOKİ kurucu başkanı ve Karaman eski Belediye Başkanı bu görüşe sahip çıkıyor. Seyahatlerle şehrin ruhunu yakalamak ancak mümkün olabiliyor. Yeni insanlar ve mekanlar tanınıyor. Emeklilik yaşlılık ve yorgunluk olmamalı, bir meşguliyet ile normal hayat devam etmeli. Kamil Uğurlu eşi ile birlikte ortak çalışmalar yapıyor, uzmanlarına danışarak, şehrin kültürünü, sanatını, yaşantısı, örfünü, ufkunu ortaya çıkarmak için iğneyle kuyu kazıyor ve şehrengizler hazırlıyor. Dokuzuncu şehrengiz çalışması Kıbrıs olacak. Güzel Sanatlar Akademisindeki hocası Orhan Hançerlioğlu’ndan(1916-1991) sitayişle bahs ediyor Kamil Uğurlu. Demek vefalı öğrenciler hala var. Orhan Hançerlioğlu komple bir sanatçı-öğretmen onun “Kedi” hikayesini hala anımsarım. Genç kız sevgilisiyle buluşacak. Bir türlü beklenen saat gelmiyor, vakit geçmek bilmiyor. Üstelik salonda bir de kedi miyav miyav sessizliği bozuyor, sinirlendiriyor. Artık genç kız dayanamıyor miyavlamalara kediyi tutup fırpalayıp atacak, tam o sırada zil çalıyor ve erkek arkadaşı geliyor. Salonda ilk gördüğü şey de kedi “Ay ne kadar güzel bir kedi” diyor. Genç kız başıyla tasdik ediyor “Evet güzel bir kedi” Kucağına alıp seviyor kediyi. İnsan böyle bir şey işte.
Dr. Kamil Uğurlu, Hanry Davit Thoreau’un (1817-1862) yazdığı Valden Gölü romanını okumuş ve tavsiye ediyor. GOG yazarı bir italyan Giovanni Papini (İş Yayınları Mütercim Fikret Adil) de öyle. Yakalayabilirsem bu eserleri okuyacağım.
Belli bir yaş grubunun başta göz, diş, baş sorunları oluyor. Okumak için sorunlar mazeret olmaz ama sağlık ne kadar müsaade ederse. Genişlemek için derinleşmek gerekiyor.
“Bin Can ile Sevdim Seni”
Ben her gün bir, bazen iki gazete alıyorum. Her hafta bir konsere aboneyim. Türk Sanat Müziği farklı bir şey bizim nesil için. Ama her türlü müziği seviyorum. Kitapsız günlerim geçmiyor. Televizyon haberleri önceliğim. Dizim çok az veya yok gibi. Seyahatler imkânım olursa eşimle hiç durmaz koşarım. Ah sağlığımız yeter ki müsaade etsin. Sık sık ve bazen birkaç ay gibi Girne’de çocuklarımı ziyaret ediyor ve kalıyorum. Gemiyle son Baltık ve Batı Akdeniz ülkelerinin tadı hala damağımda. Tanıdığım her insanı ve mekânı yazılarıma taşıyorum. İnsanları, tabiatı, kitabı, yazıyı aşk ile seviyorum. Bu ara “Bin can ile sevdim seni” şarkısını mırıldanıyorum nereden kaldıysa aklımda. Davet edildiğim yurtiçi ve dışı toplantılara katılıyorum. Kitap çalışmalarım sürüyor “Haydi Koşsana Angry”, anı romanlarım Tut Elimi Killize ve Öp Beni Asitane dizisinin üçüncü kitabı olacak.


