Kâinat; kevnî, müşahhas / somut bir kitap. Kur’an; kelâmî ve sözel bir kitap. Kâinat zerre ve atomlardan. Kur’an harflerden meydana getirilmiş. Bir şeyden her şey. Her şey’den bir şey. Kâinat, Kur’an’ın tecessüm / cisimleşmiş, tebellür / belirlenmiş ve teşekkül / şekillenmiş hâlidir. Kur’an, plân ve program. Kâinat; bunların tatbik edilmiş, hayata geçirilmiş durumu. Nasıl ki, insan ruhun ete kemiğe bürünerek zuhuru ise, Kur’an da, mânâ ve anlamın harf ve kelimeler olarak zuhurudur. Her ikisi de, mânânın Yüce Yaratıcı tarafından madde olarak ortaya konmasından ibaret. Bu âlemde her ne var ise, Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sı / Güzel İsimleri’nin taşa toprağa büründürülerek gösterilmesinden başka bir şey değil.
x
“Allahü ekber! Allahü ekber!
Ey sırr-ı vücud-ı bî-vücut,
(Ey vücutsuz vücudun sırrı)
Marufsun ama bilinmezsin
Zâhirsin ama görünmezsin.” (Ş. F. Ahmed Hilmi)
x
“Saadet; çalışmak, kazanmak ve kazancını hemcinsiyle paylaşmaktadır.” (Cenab-ı Halil)
“Saadet, nefsini firavun-ı ihtirasattan (ihtirasların firavunundan) kurtarmaktadır.” (Cenab-ı Kelim)
“Saadet, şeytana uymamak ve hevaya aldanmamaktadır.” (Cenab-ı Âdem)
“(Saadet) daima ulviyatı (yücelikleri) tefekkürdedir.” (Eflâtun)
“Mantık! İşte saadet!” (Aristo)
“Saadet, karanlıkta kalmamaktır.” (Zerdüşt)
x
“Güneş yanar, âlem döner
Bir gün gelir hepsi söner
Ey sâhib-i ilm ü hüner
Bilir misin sebebi kim?
Ne gelen var ne giden var,
Ne soran var ne bilen var,
Ne gülü var ne diken var,
Bilir misin sebebi kim?
Her zerre fert yoktur eşi,
Acep bunlar kimin işi?
Ey kendini bilmez kişi,
Bilir misin sebebi kim?
Hak’tır desen mânâsı ne?
Sebep midir bir kelime:
Soruyorum sana yine
Bilir misin sebebi kim?”
(Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi)
x
“Ve körün unvanını ârif koyarak
Görenin, ismine divane denildi!
Nice efsaneler saydırmış âlem
İlim ve irfanına efsane denildi!” (Ş. F. Ahmed Hilmi)


