16.6 C
Kocaeli
Çarşamba, Ekim 22, 2025
Ana SayfaGüncel            Millet Bahçesinde Aklıma Gelenler

            Millet Bahçesinde Aklıma Gelenler

Belki yarım asır Kocaeli Sanayi Fuarı adıyla bölgeye hizmet sunan, şimdi millet bahçesine dönüştürülen bölgeye düştü yolum bu sabah. Gördüklerim beni şaşırtmadı, desem yalan olur.

Mekân oldukça geniş. Ortasında yapay göl, içinde kuğular veya ördekler, göl etrafında yıllara direnmiş uzun ağaçlar mevcut. On beş civarında kişi toplanmış, yaşlı çınarlardan birini oldukça yüksek ses çıkaran motorlu testereyle sabahın ilk saatlerinde kesmekle meşgul. İş, ağaç kesmek… Bu iş için görevlendirilmiş, seyirci pozisyonunda on beş kişi… Kafelerde istirahat edenleri kaçıran hayli çirkin cayırtı… Ortam, tuhaf geldi bana.

Arkadaşlarla buluşacağımız mekâna ilerledim. Telaffuzda zorlandığım, hafızamda tutamadığım ismi var mekânın. Yandaki kafe de kendine yabancı isim koymuş. Buralar Türkiye’de dinlenme mekânları mı, diye sordum kendime. İsimler yabancı; kafelerin mimarisi hiçbir geometrik şekle benzemiyor, belki çokgen; yiyeceklerin ve içeceklerin her birinin hem adı hem sunumu hem de tadı yabancı. Fiyatları da oldukça yüksek. Bu bölgenin adı, millete büyük iddialarla bir proje olarak sunulan Millet Bahçesi.

Bir dönem zihniyetinin eleştirisi olarak dillerde “Halk, plajlara akın etti, vatandaş, denize giremiyor.” cümlesi dolaşırdı. Hatırladım ve acı acı gülümsedim. Millet bahçesinin neresi milli? Millet bahçelerinin hangi yönü millete hitap ediyor? Fiyatlar yüksek, lezzetler yabancı, mimarisinin ne tarz olduğu belli değil; ama adı Millet bahçesi. Soruyorum: Buralara hangi millet gidiyor? Diğer şehirlerdekini bilmiyorum; benim İzmit’te gördüğüm, adı Fuar Millet Bahçesi olan yer, böyle.

Rahat duramadım, Büyükşehir Belediyesi genel sekreter yardımcısını aradım, ondan cevap alamadım. Diğer yardımcıyı aradım, seyahat halindeki yardımcıya, projeden dolayı teşekkür ettikten sonra kendisine tesislere verilen isimler konusundaki rahatsızlığımı ifade ettim. Teklifsiz tenkitlerin samimiyetten uzak olduğunu bildiğim için dinlenme veya sohbet mekânlarına “gülistan”, “lalezar”, “sohbethane”, “yarenler”, “dost meclisi”, “kıraathane” gibi, bizi de ifade eden, kültürümüze uygun daha sıcak isimler verilebileceğini ifade ettim. Değerli yardımcı, bana hak verdi; ancak bu konuda yetkili olmadığını söyledi. Bir süre sonra beni az önce kendisine ulaşamadığım yardımcı aradı. Ona da teşekkür ve tekliflerimi bildirdim. Aldığım ortak cevap şuydu: “Bu kafeler kendi marka ve isimleriyle geliyorlar, yoksa gelip burada yer tutmuyorlar.” Onun da çözümü var dedim: Belediye isterse sözleşmeye “Her iş yeri kendine Türkçe isim koyacak, markasını yaşatmak isteyenler tabelasının bir yerine bunu yazabilecek.” şartını koyabilir. Aldığım cevap, “Hocam, konu anlaşıldı, mesaj alındı, siz haklısınız, ilgili yerlere ulaştıracağız, hık mık…” Telefon iyi dileklerle kapatıldı.

Sağlıklı toplum olmak; duygu, ülkü birliğini gerektirir. Ortak dili konuşuyor olmak, aynı heyecanı paylaşmak, düşmanlaşmadan tartışabilmek; millet olmanın olmazsa olmazlarıdır. Çeyrek asırdır siyasi söylemlerle gündemde tutulan düşüncelerin uygulamalarla beslenmediğini, desteklenmediğini görüyor, kaybedilen yıllar, harcanan birikimler, kırılan ümitler nedeniyle üzülüyorum. Nedir bizi bize yabancılaştıran? Nedir bir türlü aşamadığımız kompleks? Kültürde, sanatta, duyguda, algıda, olguda bir farklılaşmanın değil, yozlaşmanın içindeyiz. “Tabelaya kendi isimlerini yazmazlarsa, gelmiyorlar.” gerekçesinin hiçbir mantığı yok. “Siz bize benzemezseniz, sorun değil, biz size benzeriz.” mantığı bu. Başkalarına benzemeyi tercih edenler ve bunda bitaraf olanlar hep bertaraf oldular. Ben bertaraf olmak istemiyorum, emanetçi neslimin de benim duruşumla tarih içindeki yerini almasını istiyorum. Günümüzün etki ve yetki sahibi yöneticilerinin de bu hassasiyetimi anlamalarını, bu doğrultuda icraat yapmalarını bekliyorum.

Millet bahçeleri, seçim vaadi olarak açıklandığında bende heyecan yaratmıştı. Bekledim ki sosyal hayatımızı renklendirecek çalışmalar yapılsın, buralarda geleneğimiz yaşatılsın, devlet-millet kaynaşması sağlansın, bir Türk sosyal yapısı inşa edilsin. Buralarda çarşı, kütüphane, ibadethane, aşhane, dinlenme mekânları, yetimler yurdu gibi müesseseler olsun. Her millet bahçesi bir külliye olsun. Batı’daki siyasi, edebi, mimari, düşünsel ekoller ve bizdeki Osmanlı, Selçuklu usulü gibi nitelenen tarzda, yaşadığımız dönemi geleceğimize taşıyacak bir sosyal hayat modeli oluşturulsun. Ama bu, şimdilik olmadı, olmayacak gibi de görünüyor. İstense hiç de zor değil.

Teklifim şudur: Millet bahçeleri bir projeyse, bu proje “kervan yolda düzülür” mantığıyla yürümez. Sosyal bilimciler, psikologlar, mimarlar, medeniyet tarihçileri, milli ve manevi duygu ve düşüncelerle donanmış bilge kişiler, bir araya gelmeli, istisnaları da olan standartlar geliştirmeli. İş başındaki etkili ve yetkili insanlar da makamlarının verdiği sorumluluk bilinciyle bunu hayata geçirmelidir. Kaybedilen zamanın, sermayenin, insan faktörünün sorumluluğundan kaçamazlar.

Benden söylemesi… Benimkisi bir monologdu. Samimiyet ve duyarlılık yüklü…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Seçtiklerimiz

spot_img